DEATH GRIPS: Farkında olmadan “müziğin sınırlarını zorlayan”lar

Paylaş:

Death Grips’in gerçekliği beni heyecanlandırıyor. Prodüksiyonun ve “tasarlanmışlığın” artık herkesin hayatında bir stardart haline geldiği bir çağda bu kadar dürüst, çiğ ve başına buyruk bir tavır karşısında heyecanlanmamak şahsımca mümkün değil. Açık konuşmak gerekirse ben dahil birçok insanın erişemeyeceği ya da erişmeye korkacağı bir gerçeklikle yaşamak biraz kıskanılacak bir unsur. Mutsuz olduğunu ve bununla yaşayabildiğini açıkca ifade eden bir adam, müzikte prodüksiyon trendini afedersiniz zerre s.klemeyen bir adam ve dünyada en iyi davulculardan kabul edilen fakat hala müzisyenliği ve “sahne alma” denen durumu -artık kendinden midesi bulanacak kadar- sorgulayan bir adamın, önümüze sunulan aşina estetik değerleri iplemeden sadece “bi’şeyler yapmak” istemesi sonucu hayata geçen, bazen ölen, bazen tekrar dirilen bir proje. Islak imzayla bağlı oldukları plak şirketleri, albümü yıl içinde yayımlama sözünü tutmayıp ertesi seneye sarkıttı diye aldıkları tüm avansı lüks bir otelde 2 ay yaşayarak harcayan, dibe vuran ve sonunda da kendi albümlerini deepweb’e, bittorrent ortamına sızdıracak kadar dürüst ve afedersiniz t.şşaklı bir grup. Death Grips için genelde -yüzey müzik basınında- “hip-hop sevmeyen insanlar için hip-hop” gibi bir yakıştırma da yapılıyor. Buna hem katılıyor hem de katılamıyorum. Katılmamın sebebi, gerçekten de böyle bir durumun gözlemlenebilmesi. Yani hip-hop ile çok arası olmayan insanların Death Grips seviyor olabildiğine şahit olmam. Katılamamamın sebebi ise temelde Death Grips’i bir hip-hop projesi olarak görememem. Daha doğrusu Death Grips’in ne olduğunu tüm çabalarıma rağmen hala tam olarak anlamayamadığımı düşünmem.

Ben müziği eleştirirken herhangi bir sanatçıdan duyduğum yeni bir materyali “sonuçta  bu kişiler, ne yaptıysa bilerek yapmıştır” düşüncesini en öne koyarak dinlemeyi prensip edindim. Sanatçının geçmişi/geleceği, yaptıkları/yapabilecekleri gibi konularda boşuna kafa yormak yerine, tüm enerjimi şu anı/neden bunu yaptığı ile ilgili kafa yormaya harcıyorum. Ayrıca takip ettiğim bir grubun yeni albümünü de “hayatımda duymadığım bir grubun bir albümü” kulağıyla dinlemeye gayret ediyorum. Bundaki yegane amacım, kulağıma giren sesleri üreten müzisyenlerle daha kolay empati kurabilmek. Yeni bir albümü bir tur bu kulakla dinledikten sonra olumlu veya olumsuz çıkarım yapmak için değil de, sadece “anlayabilmek için” bu sefer geçmişle kıyaslamalar yapmaya başlıyorum. Şarkı yazımında majör bir değişiklik mi var? Sound bambaşka mı? Daha ulaşılabilir mi olmayı tercih etmişler? Daha dinlemesi “her yiğidin harcı değil” bir yola mı sapmışlar? Bu kararlar neden alınmış olabilir? Bu soruların cevapları üzerine kafa yorma eylemimin, temel derdi “iletişim” olan müzisyeni daha da derinden tanımamı sağlayacağına, dolayısıyla da müzisyenin anlatmak istediğini daha iyi anlamamı sağlayacağına inanırım. Müzik dinleme alışkanlığım hakkındaki bu gereksiz uzun ve sıkıcı açıklamamı yapmamın sebebi ise şu; Death Grips söz konusu olduğunda işler benim için epey karışıyor. Hayatımda birçok grubun çok büyük hayranı olmama rağmen neden Death Grips’le ciddi ciddi kafayı bozduğum sorusunun cevabı sanırım burada yatıyor.

death-grips

Ex-military albümünün, bir “yeni doğan” heyecanı ve had safhada olan çiğliği ilk duyduğumda beni çokça etkilemişti. Bana kalırsa grubun kendinden bahsederken kullandığı “kabilesel” (tribal’ın daha doğru bir ifadesini düşünemedim) ruh halinin en hissedildiği albüm. Bu kadar elektronik olup da bu kadar organik ve hakikaten “kabilesel” ilkellikle tınlayan bir sound’un kağıt üstünde tasarlanarak, konuşularak, kararlar alınarak oluştuğunu hayal edemiyorum. O dönem oldukları insanlar, içinde bulundukları ruh hallerinin sonucunun bu olması gerektiğinden başka bir çıkar yol bulamıyorum. “Takyon” parçasının yansıttığı enerjiyi ve ilkelliği hiç bu tip bir sonik palette duyduğumu hatırlamıyorum. Portishead’den beri de elektronik müzikte bu kadar özgün bir “sound” duyduğumu düşünmüyorum. Taklit edilmesi çok zor. Müzik sektörünün hatrı sayılır “veteran” prodüktörlerinden birine “bunu yapın” deseniz, tabii ki sound olarak birebir aynısını kolaylıkla yapabilir. Ama acaba bu kadar mutsuz ve kırık olabilir mi? Hiç sanmıyorum.

[youtube id=”89F5fpvwPr0″ width=”620″ height=”360″]

Tek tek albümler üzerine uzun uzun lakırdı yapmak istemiyorum. O macera size kalmalı. Direk sona atlayıp, doğuşundan şu an’ına kadar Death Grips macerasının bana neler gösterdiği/hissettirdiği üzerine eğilmek istiyorum. “The Powers That B” albümü, esasen “Niggas On The Moon” ve “Jenny Death” isimli iki ayrı Death Grips albümünün tek seferde sunulmasıyla ortaya çıkan, double album’den ziyade iki yarımın oluşturduğu bir kayıtlar bütünü şeklinde tanımlanabilir. Bu arada “uzunçalar” gibi kelimeleri kullanmayı pek sevmiyorum. Bi de “seçki” kelimesini pek sevmem. Her neyse. İlk CD olan “Niggas On The Moon”, sanırım daha az sevdiğim “yarım” oluyor. Bu CD’deki şarkıların farklı hissedilmesinin en büyük nedeni, normalde prodüksiyon ve aranjenin de içinde olan Andy Morin’in bu albümde şarkı yazımına katılmayıp işin daha ziyade “engineering” tarafında durması. İç kapakta grubun özel olarak belirttiği bir detay ise albümdeki tüm enstrümantasyonun Zach Hill tarafından V-drums (Roland’ın elektronik davulu) üzerinde performe edilerek kaydedilmesi. Zach Hill gibi deliliğinden biraz korkulacak bir adamdan beklendiği şekilde biraz daha “garip” tınlıyor herşey. Deli işi olunca da daha az erişilebilir ve anlaşılması daha zor oluyor ki bunlar benim için hiç sorun teşkil etmiyor. İkinci CD olan “Jenny Death”e daha sıcak bakmamın nedeni, ilk CD “Niggas On The Moon”un benim için tek seferde yutulamayacak (bir oturuşta dinlenemeyecek) kadar ağır ve karanlık bir lokma olması.

[youtube id=”XX5wk-6Mn5s” width=”620″ height=”360″]

“Jenny Death”in kayıtları ve “Niggas on the moon”un kayıtları arasında ne kadarlık bir zaman birimi mevcut, hayatları bu süre zarfında ne kadar değişmiş veya neler yaşamışlar gerçekten bu konuda (araştırmaya gayret etsem de) çok bilgiye erişemedim. Ama psikolojik olarak da estetik görüş olarak da çok farklı bir noktada olduklarını net bir şekilde anlamak mümkün. “Jenny Death”te beni en şaşırtan şey, çarpık bir rock müzik anlayışına göz kırpılması. “The Powers That B”den hemen önceki “Gövernment Plates”te bulunan “Birds” isimli şarkı, Death Grips’in o zamana kadarki diskografisinde ilk defa bu kadar yoğun gitar kullandığını duyduğumuz parçası olmuştu. Ama açıkcası bunun da ötesine geçmeye niyetli olduklarını hiç kestirememiştim. Death Grips’i seven ama araştıracak kadar kafayı takmamış okuyucular için ufak trivial bir bilgi vereyim: Birds’te duyduğunuz gitarları Robert Pattinson çalıyor. Kendisi “Twilight” isimli genç kız vampir filmleri serisinde “Edward”ı oynayan oyuncu oluyor. Death Grips üyelerinin epey eski kankasıymış. Bu ilginç bilgiyle beraber “Jenny Death”e yeniden geçiş yapıyoruz, zira bu albümdeki gitarları da yine Robert Pattinson çalıyor. “Jenny Death”le beraber Stefan Burnett’in sözlerinden, sürekli olarak intihara meyilli olan aklıyla yaşamayı artık açık bir şekilde kabullendiğini, mutsuz bir insan olarak da yaşanabileceğini anladığını ve artık mutlu olmak için çok da bir çaba sarfetmeye çalışmadığını okuyoruz. Müzik sohbetinden en keyif aldığım insanlardan biri olan Sarp Yılmaz’ın bir cümlesini buraya alıntılamak isterim: “Yani hayatım yüzlerce suicidal sanatçı hatmederek geçti, bir tek bu herifin samimiyetinden kuşku duyamıyorum. “He means it” be abi!”.

[youtube id=”cinJDxLUsNY” width=”620″ height=”360″]

Sohbet sırasında kimlerden/nelerden etkilendikleri sorulduğunda, burnu havadalıktan değil, kendini bir şey sandığından değil, tamamen insanlığa olan umudunu yitirdiği için, neredeyse dile getirmeye utanır bir şekilde “I’m not fascinated by human achievements” diyebilecek kadar karamsar bir bakış açısına sahip adamlardan bu kadar doyurucu sesler çıkması insanı şaşırtıyor. Ama bu şaşkınlık, yaşadıklarımıza referansla beklenmedik bir gerçekle yüzleşmenin şaşkınlığı gibi değil de, bir şeyin sadece varolabilmesine karşı oluşan bir hayret gibi. Denizin bilmemkaç kilometre altında sıfır ışıkta yaşayan garip deniz canlılarının fotoğraflarını ilk gördüğünüzde yaşadığınız şaşkınlık gibi. Başta da söylediğim (kıllandığım) gibi, Death Grips’in tabir-i caizse “düzlüğü”nün bu kadar etkileyici olması, size kendilerini “tasarlanmamış” hissettirmelerine dayanıyor olabilir. Sonuçta Pitchfork ağzıyla belirtmek gerekirse “hip-hop’un sınırlarını zorlayan” bir grup. Bana sorarsanız sadece hip-hop değil de, her anlamda müziğin sınırlarını zorluyorlar ve bunu bilmeden/istemeden yapmaları çok hoşuma gidiyor. Tool gibi bir “pushing the boundaries of music” durumu yok. Tool’un da bu tavrını takdir ediyoruz tabii ama Death Grips’in aynı yükün altından bilmeden/istemeden kalkabilmesinin ve bu yükün altından kalktığının farkında bile olmamasının saflığı karşısında, elimden gözlerim dolu dolu gülümsemekten başka bir şey gelmiyor.

death-grips-3

Konuk Yazar: Burç Tuncer (Kafabindünya, Orchestra Volatile) (Üstteki foto ile ilgisi yoktur)

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.