Favori Müzik Türünden (İtinayla) Karakter Tahlili (Yapılır)

1430
0
Paylaş:

Sevgili dostum Yavuz askerlikte acemiliğinin ardından yedek subaylık görevini bir sınır karakolunda yapıyordu. Etrafında –kendi ifadesiyle– dağ, taş ve ağaçtan başka bir şeyin görülemediği bu yerde, mesaisinin dışında kalan zamanlardaki tek meşgalesi, yanında getirdiği harici sabit diskte yer alan müzikleri ve filmleriydi. Sabit diskin bu muhteviyatı, Yavuz’un karakoldaki görevine başlamasından kısa bir süre sonra karakola atanan bir üsteğmenle ilginç sohbetler yaşamasına ve aralarında doğacak olan bir arkadaşlığa önayak oldu.

İlk günlerinde herkese kök söktüren ve dışarıdan oldukça ters görünen bu üsteğmenin sıkıntısı, bana sorarsanız, yalnızca yanlış bir meslek tercihi yapmış olmasıydı. Önceki görevinden kaçmasının ardından yakalanmış ve askeri mahkemede de yargılandıktan sonra hapis cezası çekmiş bu subay, keman çalmasını bilen, çok yönlü, duygusal ve ince ruhlu bir adammış. Bu yüzden de dağ başındaki bu karakolda dostum Yavuz gibi kültürlü ve geniş bir sanat zevkine sahip bir asteğmene rastlaması onu çok mutlu etmiş olmalı.

Karakola atanmasının ardından birkaç gün sonra Yavuz’la yaptıkları bir konuşma, bu makalemde ele aldığım birkaç konudan ilki için çok uygun bir anekdot teşkil ediyor. Üsteğmen, çalışma odasına girdiğinde masanın üzerinde Yavuz’un harici sabit diskini görür ve hemen sorar:

“Asteğmen, ne var o bellekte?”

“Müzik ve film arşivi, komutanım.”

Geldiğinden beri yüzündeki somurtuk ifadenin bir an bile gevşediği görülmeyen üsteğmen iyiden iyiye gülümser ve belleği hemen bilgisayarına bağlar. Hatta Yavuz’un film ve özellikle de müzik arşivinin genişliğini görmesiyle oldukça keyiflenir ve gördükleri hakkında sorular sormaya yönelir.

Bu noktada, Yavuz’un müzik zevkini iyi bilen ve belleklerindeki mp3 arşivlerini sık sık incelemiş birisi olarak, üsteğmenin gördükleri hakkında kısa bir bilgi vermem gerekiyor. Yavuz’un arşivi, müziğe hayatında fazla önem isnat etmeyen bir kişi için tabii ki çok fazla şey ifade etmeyecek, hatta isimlerin çokluğu, yabancılığı ve türden bağımsız olarak müzisyen isimlerine göre alfabetik sırayla sıralanması bir baş ağrısı nedeni olacaktır. Ama müziğe az çok derin bir ilgi duyan kişide şeker dükkânındaki çocuk heyecanını uyandıracak seviyede bir çeşitlilik arz edecektir: Müziğin sayısız türü ve dünyanın farklı ülkelerinden birkaç bin müzisyen ve grubun on bine yakın albümü… Atari Teenage Riot gibi digital hardcore gruplarından Orhan Gencebay gibi bilindik isimlere, Morbid Angel gibi death metal gruplarının topyekûn diskografilerinden Frank Zappa’nın en bilinmedik konser kayıtlarına kadar varan bir derya.

“Haaa… Evet, komutanım. Yani… Rock gibi, evet evet.”

Ama dile getirmek istediğim soru da şu: Bir dinleyici bu deryanın içinde nasıl hayatta kalacaktır? Yani neyi aradığını nasıl bilebilecek ve etrafıyla müzik hakkında nasıl bir iletişim kuracaktır? Garibim üsteğmen de hayatında ilk defa gördüğü bu kadar çok isim karşısında afallamış ve Yavuz’a sormaya başlamış:

“…Phideaux… Philip Glass… Phurpa… Piano Magic… Pierre Favre… Pierre Henry… Pierre Schaeffer… Ne çok Pierre var lan! Asteğmen, ben bunların hiçbirini tanımıyorum. Kim mesela bu Pierre Schaeffer? Nereli?”

“Komutanım, Fransız bir radyocu ve… Besteci.”

“Ne yapmış bu? Türü ne?”

“Komutanım, nasıl diyeyim… Böyle… Doğada ve genel olarak hayatta var olan sesleri kullanıyor… Komutanım, ‘gürültü’yü düşünün… Ama bir form gibi düşünün…”

“Nasıl yani? Rock gibi mi?”

“Haaa… Evet, komutanım. Yani… Rock gibi, evet evet.”

Yavuz’un geçiştirmek zorunda kaldığı ve aslında kısaca “musique concrète türünün öncüsü” diye yanıtlayabileceği soru, müzik kategorizasyonun önemini gözler önüne seriyor. Şöyle ki, üsteğmenin, başlangıcı 1940’lara denk gelen “musique concrète” gibi avangart bir elektro-akustik müzik türünden haberdar olmaması gayet doğal bir durumdur ama müzikal sınıflandırma konusundaki kısır dağarcığı karşısındaki kişiyle iletişimini (çok) dar bir alana hapsetmiştir.

μ-Ziq

Oysaki müziğin sınıflandırılmasına getirilen eleştirileri hepimiz sıkça duymuşuzdur. Bunun müziğe bir anlam ya da düzen getirmediği gibi, salt bir ticari edim olduğu söylenir birçok kişi tarafından. Veya çoğu müzisyenin icra ettikleri müziğin herhangi bir kategorizasyona sığmadığını dile getirirken duydukları kıvanç gözlerinden okunur. μ-Ziq ismiyle tanınan Michael Robert Paradinas da konu hakkında benzer sözler sarfetmiştir: Elektronik müziğe dair dile getirilen onlarca etiket (intelligent techno, intelligent dance music, electronica, electronic listening music, artificial intelligence, ambient techno vs.) ona göre ihtilaf yaratan, anlamsız ifadelerdir ve müzisyenlerin temel motivasyonu olmalarından çok, kimi dinleyicilerin ve eleştirmenlerin gösterişçi heveslerine dayanmaktadır.

Getirilen tüm bu eleştirilerdeki doğruluk payı göz ardı edilemeyecek kadar büyük olsa da Yavuz’un yaşadığı durumda olduğu gibi, müzik kategorizasyonu ticari bir amaçtan çok önce iletişimsel bir hedefe dayanır. Son 50 yıldan beri, sadece müzik alanında değil, tüm sanat, bilim, doğa ve kültüre dair yerleşik sınıflandırmaların yeni ihtiyaçlarımız için yetersiz kaldığını gördük. Müzikte de hem akademik hem de popüler alanda kategorizasyonun tek kaynağı sadece müzik firmaları asla olmamıştır. Bir sanat eserinin içeriği kadar bağlamının da önemli olduğu çağımızda, türlere herkes tarafından büyük önem atfedilmektedir. Mesela türe dayalı tarama ve araştırma yöntemleri hâlâ güvenilirlikten çok uzak olsa da dinleyiciler fiziksel ve çevrimiçi müzik koleksiyonlarını türe dayalı taramayı tercih etmektedirler. 2004 yılında yapılan bir araştırma, dinleyicilerin “tavsiye,” “sanatçı benzerliği” ve “müzik benzerliği”nden çok “tür” etiketlerini kullanarak müzik taradığını göstermiştir. Allmusic ve ya Fizy sitelerinde her zaman en çok kullanılan etiketler “tür,” “ruh hali” ve “temalar” şeklinde sınıflandırılmıştır.

Frank Zappa

“Janr” ve “ruh hali” gibi sınıflandırmalar, müzik üzerine yürüttüğümüz düşünce ve tartışmalara yönelik semantik bir dağarcık sunar. Benzerliklere dayanan bu faydalı (ama –kabul ediyorum– tabii ki büyük bir miktar da genelleyici) kavramların yokluğunda yapacağımız bütün konuşmalar sürekli örnekler ve referanslarla boğulan, bir yere varması zor fikir teatilerine dönüşürdü. Ayrıca müzisyenler ve eserler arasındaki benzerliklerin hangi bağlamda ve hangi boyutta ele alındığı da çoğu zaman belirsiz kalırdı. Frank Zappa bir keresinde, “Rock basını demek, yazı yazmayı bilmeyenlerin, konuşmayı bilmeyenlerle yaptıkları röportajları okuma bilmeyenlere sunması demektir,” demişti. Bir de müzikal kategorizasyona dayanan ortak bir dilin dünyada var olmadığını düşünün… Bu bir kâbus olurdu. Bunu, Cradle of Filth’in bir black metal grubu olup olmadığı ya da en iyi metal müzik alt türünün thrash mi olduğu gibi insanlık için son derece mühim konuları, tanımadığı insanlarla İnternet üzerinde sabahlara kadar tartışmış bir dinleyici olarak bile hâlâ söyleyebiliyorum: Müzikal sınıflandırmalar faydalıdır.

Ve nedense çoğu zaman atlanıyor olsa da müzik janrlarının müziği tarama veya ticarete sunma hedeflerinin ötesinde bir önemi daha vardır: Halihazırda sayısız birey kendini kültürel anlamda müzik türleriyle tanımlamaktadır. Psikolojik araştırmalar, bir müzik parçasının ait olduğu türün, dinleyicinin beğenisinin üzerinde çoğu zaman parçanın kendisinden daha etkili olduğunu ortaya koymuştur. Bu durum, üzerinde biraz durmamız gereken bir noktaya işaret ediyor. Müzik kategorizasyonun bir ihtiyaca yanıt olarak ortaya çıktığına inanıyorum ama bu son dile getirdiğim sosyolojik durum aslında beklenmedik bir sonuç. Dikkatinizi çekmiştir; diğer sanat dallarında da benzer sınıflandırmalar olsa dahi hiçbiri müzikteki gibi böylesine etkili değildir. Sokakta punklar, black metalciler ya da hip hopçular vardır ama Kübistler, Ekspresyonistler, korku filmciler, tragedya tiyatrocuları veya Fütürist mimariciler gibi gruplar yoktur.

Dile getirdiğim şekilde, son 50 yılda müzik türleri özellikle gençler arasında kendi kültürel gruplarını yaratmıştır. Hatta bu grupların neredeyse belirgin sınırları, kendilerine ait mitolojileri, jargonları, giyim stilleri ve hatta unvan/rütbe sistemleri bile vardır. İstisnaların var olma ihtimalini göz önünde bulundurarak, tespitlerimiz konusunda biraz temkinli olmamız gerekse de pratikte hepimiz bazı şeylerin farkındayızdır: Logosundan isminin okunması imkânsız bir grubun siyah tişörtünü üstüne geçirmiş, altında daracık, kapkara bir pantolon bulunan, uzun saçlı bir kişinin bir İzzet Yıldızhan dinleyicisi olmasını beklemek abesle iştigalken, onun bir black metal hayranı olduğunu tahmin etmek daha mantıklıdır. Veya adeta bir evsiz gibi Moda’da bir kaldırım kenarına çökmüş halde müzik dinleyip kahvesini yudumlayan, diz altı çoraplı, kemik gözlüklü kızın kulaklığında Beirut ya da Vampire Weekend yerine Bloodbath bulmayı beklemek beyhudedir.

paslanmaz kalem - hipster

Bloodbath mi dinliyor?

Ama bu sosyolojik genellemelerin muhakememizi tembelleştirdiğini ve bizi herkesi tek tip görmeye ittiğini gözlemliyorum. Sormak istediğim asıl soru şu: Bu basit genellemelere dayanan öngörüleri bir adım öteye götürüp kişilik tanımlamaları yapmak ne kadar doğru? (Mesela “Sen Enrique Iglesias dinliyorsun, demek ki homoseksüelsin/salaksın/zevksizsin/vs.!” Buna benzer bir şeyi en az bir kez bizzat söylememişseniz bile, duymuş ya da görmüş olmanız çok muhtemel.)

Google’da “müzik,” “zevk” ve “karakter” sözcükleriyle yapacağınız ufak bir araştırma karşınıza sayısız site, anket, akademik metin, makale vs. getirmektedir. (Hatta Psychology Today sitesinin manşetine bakın: “Ne dinliyorsanız, osunuzdur!”) Günlük haberlere bile yansımış olan bazı bilimsel araştırmalarda pop müzik dinleyicilerinin dışa dönük ya da hip hop dinleyicilerinin şiddete yatkın olduğu gibi sonuçlar ortaya çıkmış. Ya da caz veya klasik müzik gibi daha katmanlı, karmaşık müzikler dinleyenlerin daha yüksek IQ’lu ve yaratıcı kişiler oldukları görülmüş. Ve bakın, ne büyük bir sürpriz: Metal dinliyorsanız, özgüven sorununuz olması muhtemel!

Bu bilimsel araştırmaların metodolojik olarak güvenilirliği hakkında İnternet sitelerinde detaylı bilgi pek yok. Ve buna bağlı olarak da korelasyon-nedensellik ilişkisindeki yanlışlığı dile getirecek de değilim. Araştırmaları yapanlar bilim insanları olduklarına göre, sonuçlarında belli bir seviyede doğruluk olduğunu kabul etmemiz gerekir. Ama öbür yandan da yaşantımızla iç içe geçmiş müzik, müzik türleri ve onlara dair zevklerimiz konusunda ne kapsamda çıkarımlar yapmalıyız? Önyargılarımız ve zevklere bakarak ulaştığımız analizler hakkında ne düşünmeliyiz? Power metal dinleyicilerinin hepsi ejderha öyküleri okumayı seven, gündelik gerçeklerden kaçan, kişilikleri zayıf bireyler midir? Birden çok dövmesi olan, en sert metal gruplarını dinleyen kızlar ailelerinden şiddet gördükleri için mi böyle olmuşlardır? Reggae dinleyicilerinin hepsi esrarkeş, tembel insanlar mıdır?

John Zorn

Sayısız müzik türünü dinlemeyi ve kendi müziğini oluştururken de bunları bir potada eritmeyi seven Amerikalı saksofoncu John Zorn bu konuda şunları söylüyordu: “Hiyerarşi diye bir şey yoktur –yani klasik müzik şampanya, blues müziği de pis bir barda bir bardak viski eşliğinde dinlenmelidir gibi bir durum olamaz. Böyle bir yaklaşım –yani birinin temiz, diğerinin kirli olduğu– saçmalıktır.”

Albert Einstein ve Kurt Gödel

Zorn müzikal zevklerin yaşam tarzlarına yönelik getirdiği genellemelere dikkat çekerken, tarih, yukarıdaki araştırmaları silecek örneklerle dolu. Örneğin, kuantum mekaniğindeki çalışmalarıyla Nobel ödülü alan Amerikalı Richard Feynman’da hayatının ileriki dönemlerinde Afrika müzikleri ve bongo tutkusu ortaya çıkmıştı. Alman sosyolog ve felsefeci Theodor Adorno II. Dünya Savaşı öncesi iltica ettiği Amerika’da caz, swing ve rock ’n’ roll türlerini şiddetle yeriyordu. Biyograficisi John W. Dawson’a göre mantıkçı ve matematikçi Kurt Gödel klasik müzikten hiç hoşlanmaz ve iyi müziğin neden “trajik” olması gerektiğini merak edermiş. Bach ve Wagner’in onu kaygılandırdığını dile getiren, “The Consistency of the Axiom of Choice and of the Generalized Continuum Hypothesis with the Axioms of Set Theory” gibi bir metnin yazarı Gödel, “O Mein Papa”, “Harbor Lights” ve “Wheel of Fortune” gibi 50’lerin pop şarkılarından keyif alırmış. Peki, Bach’ın en iyi klavye yorumcularından biri kabul edilen, 20. yüzyılın en büyük piyanistlerinden Kanadalı Glenn Gould’un bir Petula Clark hayranı olduğunu ve bu İngiliz pop şarkıcısının en büyük hitleri olan “My Love”, “Who Am I?”, “Sign of the Times” ve “Dowtown”u inceleyen bir makale kaleme aldığını nasıl açıklayabiliriz? Liszt, Schumann, Chopin ve hatta Mozart’ı sevmediği için göz ardı eden (hatta Mozart için “Biraz geç öldü,” diyen) böyle bir dehanın seslerini beğenmediği için Beatles’ı bile es geçip Petula Clark’a hayran olması neyle açıklanabilir? ABD başkanı Barack Obama’nın da en sevdiği şarkı Fugees’in “Ready or Not”ıymış. Hip hop dinleyen uyuşturucu bağımlısı tembel Amerikalıların göğsü kabarmış olmalı.

Saydıklarımı “istisna” olarak değerlendirip beni yine de haksız buluyor olabilirsiniz. (Sonuçta, önyargılarımızın sunduğu konfor cezbecidir.) Ama bu örneklerin yanında, kendimin de önceden vakıf olmadığı ve 20’li yaşlarımın ortasında keşfettiğim, aslında çok basit bir gerçeği dile getireyim: Müzik herkes için eşit derecede önemli değil. Müzik temelli olan Paslanmaz Kalem sitesindeki bu müzik makalesinin yazarı olan ben ve siz okuyucu için müziğe atfettiğimiz önem oldukça büyüktür, hatta kişiliğimizi tanımlamasına müsaade ettiğimiz bir unsurdur. Ama işte bu bariz gerçeği unutmamamız gerekiyor: Dünyada birçok kişi müziği bizim kadar önemsemiyor ve yaşamlarında önemli bir araç olarak görmekten yana değiller. Onların bize bakarak sadece bir özelliğimizden hakkımızda çıkarsama yapması ne kadar kısırsa, bizim de onlar hakkında böyle dar görüşlü sonuçlara varmamız yanlış olur. Dedim ya: Bryan Adams’ın “Have You Ever Really Loved A Woman?”ıyla kendinden geçen bir adam akışkanlar mekaniğinde kaleme aldığı yeni teziyle sizi şaşırtabilir.

Keşke şunları bütün herkesin kulağına fısıldayabilsem: Müzik türleri gereklidir. Müzik türlerini tartışmak eğlencelidir. Sosyal kimliği bir müzik türü üzerinden tanımlamak kişisel tercihtir. Ve salt favori müzik türünden karakter tahlili yapma huyu, ergenlikte bırakılması gereken bir edimdir.

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.