Müzikteki “İşte Bu”luk Hissi

700
0
Paylaş:
muzikteki iste buluk hissi - paslanmaz kalem

Anne, bizi koru.

Bu cümle, Anathema ve Antimatter’la tanınan İrlandalı müzisyen Duncan Patterson’ın solo projesi Íon’la 2006 yılında yayımladığı ilk albümünün isminin Türkçe anlamıydı. Albüme İspanyolca “Madre, Protégenos” ismini veren Patterson, albümde aynı isimle yer alan ilk enstrümantal parçada bu basit ifadeyi değişik dillerde farklı kişilere telaffuz ettiriyordu –efsunlu bir söz gibi. Yapımında dünyanın değişik yerlerinden müzisyenlerle çalıştığı bu ruhani, eklektik, folklorik albüm için çok zekice seçilmiş, özel bir isimdi ve sözel gücünü, evrenselliğinin yanında, şahsına münhasırlığından alıyordu. Başta bu parça olmak üzere albümün tamamı, dinleyicisinin içine bir dua gibi işliyor, “anne” diye sözlük anlamıyla dahi kabul edebileceğimiz kişiye ya da sembolize edebileceği (Doğa, Evren, Tanrı, Hz. Meryem vs.) varlıklara yakarıyordu. Özetle albüm, müzisyenin kendinden üstün, büyük ve koruyucu olduğuna inandığı bir varlığa yakarışıydı. Paslanmaz Kalem - ion madre protegenos

Bunun şarkı sözlerinden dolayı ortaya çıkan bir durum olduğu iddia edilebilir –tabii ki bunun doğruluk payı büyük. Ama buna benzer izlenimlerin, başta klasik müzik olmak üzere bütün enstrümantal müziklerde uyandığını hangimiz reddedebilir? 2006 yılında “Madre, Protégenos”u dinlerken, bir eser hakkında bu tarz bir izlenimi uyandıran, ona o tekilliği veren özelliğin felsefi çağrışımlarının farkında değildim. İlginç bir şekilde, bu çağrışımlarla tanışmam, yine annelik temasıyla bağlantılı bir müziği Polonyalı besteci Henryk Górecki’nin “Hüzünlü Şarkılar Senfonisi” olarak da bilinen “3. Senfoni”sini dinlediğim döneme denk geldi.

Górecki’nin 1976 yılında bestelediği ve ilk dinletisi 1977 yılında yapılan bu üç bölümlük senfoninin bir soprano tarafından solo söylenen sözleri var aslında. Ama sözler Lehçe olduğu için uzun bir süre boyunca nelerden bahsettiğine dair bir fikrim yoktu. Ancak tabii ki kompozisyonun minör gamlardaki hüznünün görkemi dolayısıyla bir trajediden bahsedildiğini ve vokal melodilerinin tüylerimi ürperten nizamından bu kompozisyonun da bir ağıt, bir dua, daha doğrusu bir yakarış olduğu hissine kapılıyordum. Górecki eserini enstrümantal bırakmaya ve vokal melodilerini başka bir enstrümana çaldırmaya karar verseydi dahi, büyük ihtimalle yine bu düşüncenin yakınlarında bir yerde olacaktım. (Örneğin, çağdaşı Estonyalı besteci Arvo Pärt’ın aynı çizgideki sözsüz “kutsal minimalist” eserlerinde bunu halihazırda deneyimleyebiliyorum.) Yani “3. Senfoni” sözlerden bağımsız olarak, sadece bestesiyle, herhangi bir kadının yakaraşını değil başlı başına bir yakarışı, bu yakarışın evrensel sesini veriyordu. Birinci kısım olan “Lento–Tranquillo Ma Cantabile”nin 16:30’daki yükselişiyle bu yakarış benliğimize nüfuz ediyor, hatta onu deneyimleyen kişi bizzat biz, yani dinleyiciler oluyoruz. O crescendo anında yaşadığımız ruhumuzun taşma duygusu da muhtemelen bununla alakalı.

Arthur Schopenhauer - paslanmaz kalem

Arthur Schopenhauer

Alman filozof Arthur Schopenhauer’ın müziğe dair bu olgudan bahsettiğini sosyolog Ulus Baker de anlatmıştır: “…Schopenhauer, düşmanı Hegel’in aksine, en yüksek sanatın söz değil ses, şiir değil müzik olduğuna yürekten inanmıştı. Ona göre keman ağlayan bir çocuğu taklit etmezdi, bizzat ve doğrudan ağlardı… Tabii ki burada açıkta kalan bir mesele var: Keman ağlıyor, bu tamam ama peki ‘ağlayan çocuk’ nerede? Müzik ağlayan çocuğu veremeyecek mi? Schopenhauer’ın cevabı dahicedir: Müzik yalnızca ağlamayı verir. Yani ‘ağlayan çocuğu’ veremez. Ağlayan bir çocuğu anlatabilir, resmini, heykelini yapabilirsiniz. Ama müzik size hiçbir zaman ‘ağlayan çocuk’ vermeyecektir. Ama diğer sanat dallarının asla veremeyeceği bir şeyi de verebilir müzik: çocuk ağlamasını… Gerçekten de müzik ağladığında olup biten her şey son derecede somuttur: Bir çocuk ağlıyor… Bir anne doğuruyor… Müzik bunları bir form olarak vermeyecektir size; Schopenhauer diyor ki, doğurmanın sesidir, ağlayışın sesidir, sevincin sesidir müzik… Yani müzik kişileştirmez, başından sonuna dek somuttur…”

Ardından Baker, şeylere (ve konumuz olan müzik eserlerine) bu tekilliği veren özelliği açıklamakta kullandığı kavramı ve onu ortaya atan İskoç filozof John Duns Scotus’u aktarıyordu: “Demek ki her müzik bir tekilliktir. Duygulara öykünmez, onları dosdoğru yaşar, hissettirir, yaşatır… Eğer müzik gerçekten de Schopenhauer’ın istediği gibi ‘ağlayan çocuk’ değil ‘çocuk ağlaması’ ise, ‘öfkeli bir katil’ değil ‘katil öfkesi’ ise o halde müziğin içinde bildiklerimizden çok farklı bir tekillik kipini keşfetmemiz gerekir. Ortaçağlarda Duns Scotus diye bir filozof, galiba Doğu’nun Arabî, dervişan metinlerini tercüme etmekle uğraştığı sıralarda bu durumun ayırdına varmış ve bu tür tekilliklerin, bireyliklerin tanımını (ne kadar mümkünse) yapmaya çalışmıştı. Ona göre bu tür bireylikler ya da somutluklar, belki Türkçeye ‘iştelik,’ ‘işte buluk’ diye tercüme edebileceğimiz olağanüstü hallerdi; buna ‘haecceitas’ demişti Duns Scotus.”

İlk defa duyulduğunda biraz karmaşık, hatta sinir bozucu bir felsefi zırva ya da sözcük oyunu gibi gelebilir bu ifadeler ama hakikaten de “ağlayan çocuk” ile “çocuk ağlaması” arasında ince gibi gözüken ama aslında iki sanat eserini birbirinden fersahlarca uzağa atan bir nüans vardır –ve bunu göz ardı etmek düşünsel bir hatadır. Baker meramını basit bir örnekle de açıklamıştır: “…Gerçekten de müzikte hem çok ilkel hem de tüketilemeyecek kadar gelişkin iki tarz aynı anda yürüyor gibidir. Bir taraftan müzik bizi şöyle bir soru karşısında bırakıverir: ‘Bir çocuk ağlıyor.’ Başka türlü ‘çocuk ağlayışını’ veremezdi. Gerçekten de bir çocuğun ağlaması müzik için temel bir önvarsayımdır. Bir çocuk ağlıyor ya da gülüyor. Veya yine çok öfkeli. Müzik bütün sanatların en yalını olduğunu işte burada gösterir: Bir çocuk ağlıyor, kızıyor, susuyor… Resim açısından pek bir problem yok gibidir ve ‘ağlayan çocuk’ portreleri sayısızdır –ki aralarında epeyce ünlü olanları meyhanelerimize bile asarız. Ancak bu astığımız resimde eksik olan bir ‘haecceitas’ vardır ki onu belki müzik bize yeniden kazandırabilir. Felsefi olarak da ‘çocuk ağlayışı’ diye bir şey olmadan hiçbir çocuğun ağlamayı başaramayacağını söyleme hakkına sahibim…”

Giovanni Bragolin’in meşhur “Ağlayan Çocuk” resmi

Müziğin bahsettiğim özelliğinin mesnet noktasını Baker ustalıkla vermiş bu son cümlede: ‘Çocuk ağlayışı’ diye bir şey olmadan hiçbir çocuk ağlayamaz. Bu ifadeyi gündelik dilimizde düşündüğümüzde, besbelliliğinden lüzumsuz, saçma bir düşünce kırıntısı olacaktır ama bir müzik parçası gibi bir sanat eserine uyguladığımızda çok can alıcı bir gerçeği aydınlatır. Bir çocuk ağlamasını veren müzikte, bir ağlayan çocuk resminde olmayan bir özellik, yani Baker’in Scotus’tan ödünç aldığı haecceitas vardır. Bu yüzden Schopenhauer’e göre müzik en saf sanattı: Bir keman ağlamayı temsil etmez, ağlar. Jimi Hendrix’in 18 Ağustos 1969’daki Woodstock festivalinde çaldığı Amerikan marşı, “Star Spangled Banner”da bombalar düşer, uçaklar üstümüzden vızıldayarak geçer… Ve Górecki’nin “3.Senfoni”sinde acısı kalbine sığmayan, savunmasız, narin bir insanın ağıtı, yakarışı, yardım çağrısı vardır.

Haecceitas –Baker’in kullanımında– tekil aracılığıyla ya da tekilin içinde evrenselin keşfi gibi bir şeydir. Büyüleyici, tanrısal bir sözcüktür çünkü aslında şeyin kendine haslığını ortaya koyarken, bir yandan da evrensel ışığını ifşa etmektedir. Filhakika teoloji kökenli filozof Duns Scotus da onu bu şekilde açıklamıştır: “Haecceitas, bir şeyin Tanrı tarafından yaratılmış ve yine onun tarafından algılandığı şekliyle içsel ışığıdır.” İşte bu yüzden, Tanrı’nın mükemmelliğiyle karşılaştırıldığında kusurlu bir varlık olan insan bu haecceitası bir eserde ortaya koyabildiğinde ve/veya bir izleyici bu ışığa şahit olabildiğinde, karanlık aydınlanmış, tüylerimiz diken diken olmuş, o çocuk ağlamasını duyabilmişizdir. Başka güzel bir örnek olarak İrlandalı yazar James Joyce da genç yaşlarında bu kavramdan etkilenmiş ve nesrinde hep bu ışığı, bu tanrısal özelliği kovalamıştır: “Ben her zaman Dublin hakkında yazarım çünkü eğer Dublin’in kalbine inebilirsem, dünyanın bütün şehirlerinin kalbine inebilirim. Tikelde, evrensel gizlidir.”

Henryk Górecki

Górecki’nin “3. Senfoni”sine dönelim. Müzisyenin bu yürek burkan üç kısımlık kompozisyonunun ilham öyküsü bile başlı başına bir haecceitas örneği. Górecki bestelerinde işlemek üzere geleneksel melodiler bulması için 1973 yılında Polonyalı folklorist Adolf Dygacz’tan yardım ister. Dygacz’ın dinlettiği parçalar arasında Polonya’nın güney batı bölgesi Silezya’ya ait, büyük ihtimalle Almanlara karşı yapılan 1919-21 ayaklanmaları dönemine denk gelen bir parça onu çok etkiler. Bir annenin savaşta kaybettiği oğluna yaktığı ağıtı anlatan “Canım, Genç Oğlum Nereye Gitti?” isimli parça ve güftesi hakkında Górecki şunları söylüyordu: “Bu parça benim için harikulade şiirsel bir metin. Profesyonel bir şairin bu kadar basit ve özlü sözcüklerden böyle bir varlık yaratmayı başarıp başaramayacağını bilmiyorum. Bu, keder, çaresizlik, boyun eğme veya ellerin sıkılması değil; bu, oğlunu yitirmiş bir annenin ıstırabı ve yakarışı.” Bu folklorik parçanın sözleri ve melodisi, “3. Senfoni”nin üçüncü bölümü olan “Lento–Cantabile-semplice”in temelini oluşturdu. Sözleri şöyle:

Canım oğlum nereye gitti?

Belki de isyan esnasında

Zalim düşman öldürdü

Siz kötü insanlar,

En kutsal olan Tanrı adına söyleyin,

Neden oğlumu öldürdünüz?

Ağlamaktan gözlerim de çıksa

Bir daha asla

Onun desteğine sahip olmayacağım

Acı gözyaşlarım

Bir Oder Nehri daha yaratsa

Yine de oğlumu canlandıramazlar

O, mezarında yatıyor şimdi

Nerede bilmiyorum

Ama soruyorum her yerde herkese

Zavallı çocuk belki de

Bozuk bir hendekte yatıyor

Sıcak yatağında olabilecekken


Tanrı’nın ötücü kuşları

Onun için şakıyın

Çünkü annesi onu bulamıyor

Ve siz, Tanrı’nın ufak çiçekleri

Her yerde filizlenesiniz ki

Oğlum rahat bir şekilde uyusun

 

Zakopane’deki Gestapo hapishanesinin duvarlarındaki yazılar

Aynı yıl içinde besteci, Polonya’nın güneyindeki Zakopane kasabasında bulunan eski bir Gestapo hapishanesinde ikinci ilham kaynağını keşfeder. Hücrelerden birinin duvarında 18 yaşındaki bir kadın mahkûm şunları çiziktirmiştir: “Anne, ağlama. Cennetin Tertemiz Kraliçesi bana hep destek oluyor.” Bu cümlenin onu nasıl etkilediğini ise Górecki şöyle aktarıyor: “Büyük laflardan, intikam çağrılarından hep rahatsız olduğumu itiraf etmeliyim. Belki de ölüm karşısında ben de böyle bağırırdım. Ama bulduğum cümle farklıydı; bir özür, başını belaya soktuğu için bir açıklamaydı. Kısa, basit ama anlamlı sözcüklerde huzur ve destek arıyordu… Hapishane duvarları, ‘Ben masumum,’ ‘Katiller,’ ‘Cellâtlar,’ ‘Beni bırakın,’ ‘Beni kurtarmanız lazım,’ gibi gürültülü, banal yazılarla doluydu. Bir tarafta yetişkinler bunları yazarken, öbür tarafta neredeyse çocuk olan, 18 yaşındaki bu kız var. O kadar farklı ki… O umutsuzluğa kapılmıyor, ağlamıyor ya da intikam çığlığı atmıyor. Hatta kendini ya da bu kaderi hak edip etmediğini düşünmüyor bile. Bunun yerine sadece annesini düşünüyor çünkü asıl acıyı çekecek olan annesi. Duvardaki bu yazı olağanüstüydü ve beni büyülemişti.” Górecki’nin senfoninin ikinci kısmı için seçtiği sözler sadece bu cümle ve İncil’deki “Meryem Ana’ya Selam” ifadesinin Lehçesidir.

Senfonin 27 dakikalık ilk kısmı için tercih edeceği metni ise Opole kentine ait, 15.yüzyıl ortalarından bir folk şarkısında buldu. Bu anonim parçanın sözlerinde ise Hz. Meryem çarmıhta ölmek üzere olan oğlu Hz. İsa’ya seslenmektedir:

Oğlum, seçilmiş olan ve sevilen,

Yaralarını annenle paylaş

Ve canım oğlum, seni hep kalbimde taşıdığımdan

Ve sana içtenlikle hizmet ettiğimden

Onu mutlu etmek için annenle konuş,

Beni terk ediyor olsan da, en kıymet verdiğim umudum.

Senfoninin dikkat çeken bir özelliği daha var: Büyük ihtimalle dünyada en çok satan çağdaş klasik müzik albümü olması. 1991 yılında David Zinman önderliğine London Sinfonietta tarafından icra edilen ve solo soprano Dawn Upshaw’un katılımıyla kaydedilen bu kayıt, yayımlanmasının ardından iki yıl içinde 700.000 adet satmıştı. Yukarıdaki Youtube bağlantısında dinleyebileceğiniz bu yorum, birçok ülkede liste başarısı elde etti. Aslında bir klasik müzik albümü için bu olağandışı bir durumdu.

Tabii ki bunun nedeni bir tane olamaz. Minimal ifadeleriyle “3. Senfoni” klasik müzik dinlemeyen kitleleri de etkileyebilecek sadelikte bir eserdi. 1977’deki ilk yayımlanışının ardından eserden kimi pasajlar bazı filmlerde kullanılmış, Test Dept gibi modern müzik grupları tarafından da alıntılanmıştı. Komünizmin çökmesiyle Amerikan radyolarında Polonya müziklerine daha çok zaman ayrılıyordu, Górecki isminden daha çok kişi haberdar oluyordu. Kompakt diskin ortaya çıkmasının da satışlara olumlu etki ettiğini söylemek yanlış olmaz. Ama bunların hiçbiri müziğinde ruhani temalar ve yabancı bir dilde sözler içeren çağdaş bir senfoninin yeni, böyle bir seküler dünyada bu kadar tutulmasını açıklamaya yetmez. Bestecisi bile bu başarıya şaşırdığını ama yine de eserinde “insanların uzun süre önce kaybettiği bir şeyi içgüdüsel olarak bulduğunu” ifade etmiştir.

Górecki’nin “3.Senfoni”de yüklü bir şekilde meydana çıkardığı şey, Ulus Baker’in kullandığı şekliyle haecceitastı. Besteci, hakikaten de senfoniye dair getirilen “savaş karşıtı,” “Polonya tarihi üzerine,” “Auschwitz hakkında” gibi tarihsel yorumları veya Hıristiyan inancına yönelik bütün dinsel çıkarımların hepsini reddetmiş, sadece anne ve çocuk arasındaki büyük, evrensel bağı çağrıştıran bir yakarış olduğunu belirtmiştir.

Bana öyle geliyor ki hem Türkiye’de hem de dünyada müzisyenler tarafından genellikle toptan ıskalanan ya da akla düştüğünde de yanlış anlaşılan bir kavram, haecceitas… Ve büyük bir ihtimalle de bundan dolayı vurucu, yaratıcı ve ortak bilincimize kazınacak çalışmalar onun eksikliğinden dolayı ortaya çıkamıyor.

Etrafımızda, her yerde çocuklar ağlıyor ama “çocuk ağlamasını” duymak mümkün değil sanki.

Etiketlersenfoni
Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.