PINK FLOYD – The Endless River (Parlophone, 2014)

Paylaş:
Yazarın notu7.5
7.5
Okuyucu Puanı: (1 Oy)9.4

Müzikseverler için bu yılın en önemli sürprizlerinden biri şüphesiz David Gilmour ve Nick Mason’ın bir araya gelerek son bir Pink Floyd albümü yayınlayacaklarını açıklamaları oldu. Öyle ya, Roger Waters’ın ayrılığının ardından tartışmalı iki stüdyo albümü yayınlamış ve defteri kapamışlardı ki bu da 20 sene öncesine tekabül ediyor. Bu 20 senelik sürecin sonlarına doğru grubun sessiz kahramanı Rick Wright’ın kansere yenik düşmesi, Gilmour’un solo çalışmalarına sakin aralıklarla devam etmesi ve  Mason’ın müziği bırakması, böyle bir ihtimalin akıllara gelmemesi için yeterli sebeplerdi.

Hepiniz duydunuz: “The Endless River,” doğumu “The Division Bell” döneminden arta kalan bazı ses fikirlerine dayanan, tamamen enstrümantal bir albüm. “The Endless River” aynı zamanda Pink Floyd adı altında yayınlanacak olan son stüdyo albümü. Peki bu albüm Pink Floyd’un kariyerinin finali için uygun bir albüm mü?

Öncelikle, Pink Floyd’un kariyerinin son albümünün Roger Waters’ın gruba geri dönüp, Rick Wright’ın mezardan kalkmak suretiyle tuşlu çalgıların başına geçip, üzerine Syd Barrett’ın da mezardan doğrulup bir iki parçada eşlik edeceği bir albüm olmasını inanın ben de çok isterdim. Tıp henüz ölüleri diriltecek kadar ilerlemediğine göre, bu hayali tartışmaya açmak yersiz. Roger Waters ve geride kalan Pink Floyd üyelerinin, değil beraber albüm yapmak, birlikte çalışamayacak kadar yaratıcılık konusunda uzak noktalarda oldukları da aşikar. “

“Pink Floyd adı altında yayınlanan son albüm ‘The Final Cut’ olmalıydı” diyenlerdenseniz zaten bu albümü de önceki iki albüm gibi es geçmeniz mümkün. Geriye de Roger Waters’sız Pink Floyd’u kabullenmiş kitle kalıyor ki bu kitlenin “The Endless River” gibi mütevazı ve güçlü albümle mutlu olmamaları için hiçbir sebep yok.

Albümden bahsetmeyi sürdürmeden önce bir parantez açarak, bu son bahsettiğim kitleye neden dahil olduğumu (bir nevi savunma biçiminde) açıklamak isterim.

Pink-Floyd-tum-elemanlar

1970’ler Pink Floyd’unun çığır açan “konsept” albümlerinde Roger Waters’ın fikirsel bazda başı çektiği bir gerçektir. Ancak Pink Floyd’un başlangıç noktası “The Dark Side Of The Moon” değil, 1960’lı yılların Psychedelic Rock’ı ve Syd Barrett’in başı çektiği “deneysel Pink Floyd”dur. Barrett’lı dönemde UFO gece kulübü performansları başta olmak üzere sahnede doğaçlama ve tekinsiz sesler üreten bir Pink Floyd’dan bahsedebiliriz. Barrett’lı ilk albüm “The Piper At The Gates Of Dawn” bu uçuk konser performanslarından ziyade akılda kalıcı, kısa ve direkt besteler üzerine giden bir albüm olmuştur. Barrett’ın gruptan uzaklaştırılmasının ardından yapılan albümlerde ise grup, yavaş yavaş konser performanslarına daha yakın duran bestelere yönelmiştir.

Grubun 1968 ile 1972 yılları arasında yapmış olduğu albümler, liriğin değil de direkt olarak “ses”in ön planda olduğu çalışmalardır. Parçaların lirikleri birbirlerinden bağımsızdır ve daha ziyade “ses”e, yani bestenin kendisine hizmet eden söz öbekleri görevini taşırlar.

Grubun bu 5 yıllık dönemde denemiş olduğu “soyut” müzikal fikirlerin her birini toplayan ve bir konsept çevresine oturtup “somutlaştıran” albüm ise “The Dark Side Of The Moon” olmuştur. Artık her biri bir diğerinden bağımsız olan müzikal fikirlerin, grubun asıl lirik yazarı Roger Waters tarafından verilmiş “görevleri” vardır: Parçalar albümdeki ana konsepte hizmet eden “sekans”lar niteliği taşırlar ve toplamlarında ortaya çıkan büyük resim, ayrı ayrı müzikal fikirler olarak değerlendirildiklerinde sahip oldukları anlamın ötesinde bir anlam ifade eder.

[youtube id=”LWTLUmUjo8A” width=”620″ height=”360″]

“The Dark Side Of The Moon”un devamında yine bir konsept albüm olan “Wish You Were Here” gelir ki bu albüm Pink Floyd’un belki de zirvesidir. Grubun “kayıp” elemanı Syd Barrett ve onu çevreleyen etmenlerden bahseden liriklere ek olarak, ses örgüsünü iyice kuvvetlendirmiş, deneysel yönünü koruyan bir Pink Floyd vardır karşımızda.

Birçok dinleyici için kırılma noktası “Animals” albümüdür. George Orwell’ın “Animal Farm” eserinden esinlenmiş olan bu albümü bazı eski Pink Floyd dinleyicileri müzikal açıdan yetersiz bulurlar. Gerçekten de “Animals” albümü, önceki albümlere göre daha az atmosferik ve daha direkt bir sound’la öne çıkar.

“The Dark Side Of The Moon”dan itibaren -diğer elemanların da ona belirli bir alanı bırakması sayesinde- Roger Waters grubun “fikirsel” beyni halini alır. Bu durumun uç noktası “The Wall” albümüdür. Karşımızdaki eser artık bir “konsept” albüm de değil, tıpkı The Who’nun “Tommy”si gibi bir “Rock Opera”dır. Parçalar artık kendi içinde yayılıp gelişen müzikal fikirler olmaktan çıkmış, tamamen öyküye hizmet eden adacıklar halini almışlardır.

Roger Waters’ın ayrılığı ile beraber Pink Floyd’un 1973 ile 1983 yılları arasında geliştirmiş olduğu “konsept üreten” beynini yitirdiği bir gerçektir ancak bu durum geride kalan ekibi “daha az Pink Floyd”yapmaz. Bazıları için Pink Floyd “The Wall” ya da “Animals” değil de “Meddle” albümünün içine girdiğinizde bir rüya alemine dalmanıza sebep olan tınıları veya efsanevi Pompeii konserinin “müzik için müzik” sloganına atıfta bulunan dörtlüsüdür çünkü.

[youtube id=”bnC7TdkRnP4″ width=”620″ height=”360″]

Waters-sonrası Floyd’un ilk albümü “A Momentary Lapse Of Reason” gerçekten de Pink Floyd albümü olup olmadığı tartışmaya açık bir albümdür diğer yandan… Gilmour bu albümü neredeyse diğer iki elemanın hiç katkısı olmadan ve başka bestecilerin yardımları ile hazırlamıştır. “The Division Bell” ise geride kalan üç üyenin başından sonuna dek birlikte çalışarak hazırladıkları bir albüm olarak Pink Floyd’un “tematik albümler öncesi” haline bir dönüşüdür. Bu albümde liriklerde Gilmour’un eşi Polly Samson’dan yardım alarak bir biçimde (suni de olsa) konsept havası yaratmaya çalışmaları Waters tarafından alaya alınır ki haklıdır da. Ancak bu problem göz ardı edildiğinde, karşımızda 1970’lerin ilk yarısına yakın duran harika bir Floyd albümü durduğu hakikattir.

Bu açıdan yaklaşırsak “The Endless River” da basbayağı bir Pink Floyd albümüdür diyebiliriz zira bu albümü üreten ekip Pink Floyd’dur.

“The Endless River,” grubun mütevazı klavyecisi Rick Wright’ın anısına yapılmış bir albüm. Wright’ın geride bıraktığı kayıtlar olabilecek en iyi biçimde değerlendirilmiş: Klavyeler ve piyanolar standart parça formatlarına sıkıştırılmak yerine, birbirleri içine geçen minik enstrümantaller haline getirilmiş. Kısacası “The Endless River,” baştan sona uzun, farklı bölümlere ayrılan tek bir parçayı anımsatıyor.

Albümü parça bazında değerlendirmek bu nedenle çok doğru değil. Eğer 1970’lerin ilk yarısı Floyd’un uzayıp giden, atmosferik enstrümantal bölümlerini seviyorsanız, o dönemlerin parçalarının belirli bir kısmına atıfta da bulunan bu albüm sizi zevkten uçuracaktır. Prodüksiyon inanılmaz, aranjmanlar usta işi, müzisyenlik ise tabii ki zirvede.

[youtube id=”Ezc4HdLGxg4″ width=”620″ height=”360″]

Gelelim albümle ilgili tek problemime. “The Endless River”ın enstrümantal olan bölümü bittikten sonra kapanışta Gilmour’un vokal yaptığı ‘Louder Than Words’ bizleri karşılıyor. “The Division Bell” dönemini anımsatan dingin ve nakaratı tek dinleyişte akılda yer eden bir parça bu. Albümün kapanışına böyle bir parçanın konulmuş olması anlamlı, zira ‘Louder Than Words,’ gelip geçen tüm iç çekişmelere rağmen grubun geride bıraktıkları eserlerin ölümsüzlüğünü vurgulayan liriklere sahip. Efsanevi bir kariyer için anlamlı, mütevazı bir son söz… Peki bu parçanın sözlerinin grubun dışından biri olan Polly Samson’a yazdırılmış olması ne kadar doğru? Pink Floyd hakkında son sözü söyleyecek kişi Gilmour’un gazeteci eşi olmamalıydı.

Bu ufak pürüzü de göz ardı edersek, böyle bir albümün bizlere sunulmuş olması bile çok değerli bir armağan olarak değerlendirilebilir. Bu kayıtlar hiçbir zaman elden geçirilmeyebilir, Rick Wright’ın son klavye dokunuşlarını hiçbir zaman duyamayabilirdik. En azından buna sahip olarak elimizdekinden keyif almalıyız. “The Endless River” anlamlı bir kariyer sonlandırmadan ziyade, sakin bir biçimde gülümseyerek bize el sallayan bir Pink Floyd’u resmediyor. Tıpkı anlamlı albüm kapağında vurgulandığı gibi.

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.