“Son Bir Şarkı Dinleyelim” – Sözleri Güzel Olsun

4716
0
Paylaş:
mehmet piskin - kate bush - paslanmaz kalem

Mehmet Pişkin’in intihar notu videosunda gözlerinin içinin güldüğü bir an var: Pişkin, bu dünyadan ayrılmadan önce, “Son bir şarkı dinleyelim,” diyor ve ardından, bir Cole Porter şarkısı olan “Ev’ry Time We Say Goodbye”ın yaylılarıyla birlikte Ella Fitzgerald’ın berrak sesinden duyduğu müthiş sözlere dudaklarını oynatarak eşlik etmeye başlıyor:

Ev’rytime we say goodbye, I die a little
Ev’rytime we say goodbye, I wonder why a little
Why the gods above me who must be in the know
Think so little of me, they allow you to go
When you’re near, there’s such an air of spring about it
I can hear a lark somewhere begin to sing about it
There’s no love song finer, but how strange the change from major to minor
Ev’rytime we say goodbye

Her hoşça kal dediğimizde, ben biraz ölüyorum
Her hoşça kal dediğimizde, ben biraz merak ediyorum
Her şeyden haberdar olması gereken tanrılar
Neden beni bu kadar az düşünürler, senin gitmene izin verirler
Sen yakınlardayken, öyle bir bahar havası olur ki
Bir tarlakuşunun hakkında şakımasını duyarım bir yerlerde
Daha iyi bir aşk şarkısı yoktur ama majörden minöre geçiş de ne gariptir
Biz her hoşça kal dediğimizde

Sigarasının külünü dert ettiği anı saymazsak, Pişkin şarkının bu dizelerine dudak oynattığı süre boyunca varoluşundan son derece mutluluk duyan, Cole Porter ve Ella Fitzgerald’ın ona yaşattığı bu müthiş duygu için onlara müteşekkir bir halde gibi. Pişkin şarkının sözlerinde belki kendini anlatıcının yerine koyuyor ya da sözlerin belki de kendine söylendiğini hayal ediyordu. Veya zaten şarkının onda kurulu bir hatırası vardı ve onu yineliyordu, olamaz mı? J. D. Salinger’ın Holden Caulfield karakterinin plaklara yüklediği anlam gibi, Pişkin de belki bu şarkı ve sözleri ile “kalıcılık” hissine tutunuyordu. Nasıl bir plak yıllar geçmesine rağmen hep aynı şarkıyı çalarsa, Holden da küçük kız kardeşi Phoebe’nin asla değişmemesini istiyordu. Porter’ın bu şarkısı da Pişkin’i benzer nostaljik duygularla dolduruyordu belki de. Kim bilir?

Her koşulda, az sonra intihar edecek bir insanın ona dokunan şarkı sözleriyle yaşadığı esriklik anı çok çarpıcı bir görüntü değil mi? Hepimizin gündelik olarak yaptığı bu eylemi yine hayatının son anlarına sıkıştırmak istemesi, “Son bir şarkı dinleyelim,” diyerek kendini bu edebi sözlere teslim etmesinin bendeki anlamı büyük. Şarkının sözlerinin nasıl efsunlu bir gücü var ki Pişkin’in dünyadan ayrılırken son duymak istediği şey onlar oldu?

Dilin düşüncelerimizi belirleyecek kadar önemli bir unsur olduğuna önceden değinmiştim. Bunu müteakip, ona ruhani anlamlar da yüklemek istiyorum. Dil, içerisine davet edildiğimiz bir mabetten fazlasıdır; o ayrıca hem verilen vaaz, hem de edilen duadır. Adeta kendi başına bir inanç teşkil eder ve takipçilerine özel bir huzur sahası, dayanma gücü ve hatta türlü insani erdemlerden sunar. Dil, insan türü için o kadar önemlidir ki Kitab-ı Mukaddes ve Kur’an-ı Kerim’de bile (tabii ki bu eserlerin kendilerinin de sözel metinler olduğunu unutmadan) varoluşun Tanrı tarafından söylenerek yaratıldığı yazar. Tevrat’ın birinci kitabı “Tekvin”de Tanrı, “Işık olsun,” diye buyurur ve ışık olur. (Tekvin 1:3) “Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın,” diye buyurur. (Tekvin 1:6) Yuhanna İncil’indeyse dile atfedilen önem doruğuna ulaşır: “Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı.” (Yuhanna, 1:1) Kur’an-ı Kerim’de de Allah’ın Cebrail aracılığıyla ilk emrinin, “Yaratan Rabb’inin adıyla oku!” olduğunu görürüz. İnsanlık nasıl dualarını okuyorsa, semavi dinlere göre Tanrı da varoluşu telaffuz etmiştir. Benzer düşünceler Budizm ve diğer inanışlarda da mevcuttur.

Dolayısıyla ruhaniyette bile varoluşun hammaddesinin dil olduğuna böyle sıkça vurgu yapılırken, bu inanışın ışığında şu çıkarım kaçınılmaz oluyor: Dile hâkim olan şahıslar muazzam bir gücü ellerinde tutarlar.

aquinas - paslanmaz kalem

Aquina’lı Thomas

Bunun yanında, sözcüklerin gücü, onların anlam ve bağlamlarına yönelik duyduğumuz içkin sevgi ve eğilimler müziğe karşı gösterdiğimiz öznel tepkilerden çok farklı değildir. Aquina’lı Thomas da bunu şöyle dile getirmişti: “Quidquid recipitur ad modum recipientis recipitur.” Alınan her şey alıcının usulüne göre alınır. Yani örneğin dille yapılan iletişim sayesinde edinilen bilgi benliğimize, sosyokültürel altyapımıza, deneyimlerimize ve hatta sevmek ve bilmek istediklerimize  göre şekillenir. İki kişi arasında ortak bir dil olsa dahi iletilen bilgi alıcı tarafından filtrelenir, kişisel olarak biçimlendirilir ve öyle saklanır. İletişimde var olan bu büyük öznelliğe rağmen, dili, yani varlığın kumaşını maharetle kullanan ve bu maharetleriyle iç dünyası birbirinden farklı sayısız bireyin benliklerine, derinlerindeki en gizli yerlerine aynı anda ulaşıp onlarda benzer duyguları uyandırabilen yazarlar, şairler ve şarkı sözü yazarları neredeyse ilahi bir güce sahiptir.

Kendi hayatımdan örnek vermek istediğimde, yıllardır dinlemekten bıkmadığım bir aşk şarkısını, Kate Bush’un “Running Up That Hill”ini inceliyorum ve düşünmeden edemiyorum: Bu da insanlar tarafından yazılmış binlerce aşk şarkısından biri sonuçta. Onun da kendine ait bir armonisi ve melodileri var. Onu benim için bu kadar özel yapan ne? Ve 1985 yılından beri benle birlikte milyonlarca insan için hâlâ bu kadar taze kalabilmesinin sırrı ne? (25 yıl aradan sonra konser vermeye başlayan Bush’un 22 ayaklı 2014 turnesinin biletleri çıktıktan 15 dakika sonra tükendi.) Ve ayrıca “aşk” gibi suyu çıkmış bir konu hakkında daha ne kadar şarkı yazılabilir? Kurgusal bir insanın başka bir kurgusal insana nasıl bir cinsel çekim duyduğu daha kaç kere bizi sıkmadan ilan edilebilir?

Son sorudan geriye doğru gidelim: Gerçek insanlar çiftleşmeye devam ettiği sürece kurgusal insanların aşk hikâyelerinin sonu gelmeyecek. Ve her birine ayrıcalık kazandıracak etmen de her zaman sözleri olacak. Kuşaktan kuşağa birçok söz sanatçısı bize nasıl sevmemiz gerektiğini öğretmese bile, en azından romantik hislerimize bir dublaj ve kur yapma seremonilerimize bir geri plan sunar. Aşk deneyimlerimize bu nesir, nazım ve şarkı sözleri ile birlikte gelen, insanlığın ortak bilincinin korosu eşlik eder. Binlerce yıllık duygusal birikimin tortuları satır ve mısralarda kendine yer bulur ve benliklerimize dokunur. Yani aslında söz sanatçısının yaptığı, Edmond Rostand’a ait tiyatro oyunundaki dil ustası Cyrano de Bergerac’ın yakışıklı ama tutuk Christian de Neuvillette için yaptığı suflörlük gibidir.

“Running Up That Hill”in klibinde Kate Bush ve dansçı Michael Hervieu

It doesn’t hurt me
Do you want to feel how it feels?
Do you want to know that it doesn’t hurt me?
Do you want to hear about the deal that I’m making?
You… It’s you and me

And if I only could
I’d make a deal with God
And I’d get Him to swap our places
Be running up that road,
Be running up that hill,
Be running up that building
If I only could…

You don’t want to hurt me
But see how deep the bullet lies
Unaware, I’m tearing you asunder
There is thunder in our hearts

Is there so much hate for the ones we love?
Tell me, we both matter, don’t we?
You… It’s you and me
It’s you and me… You won’t be unhappy


C’mon, baby, c’mon, darling
Let me steal this moment from you now
C’mon, angel, c’mon, c’mon, darling
Let’s exchange the experience

 

Bu beni acıtmıyor
Nasıl hissettirdiğini mi hissetmek istiyorsun?
Beni acıtmadığını mı bilmek istiyorsun?
Yaptığım anlaşmayı mı öğrenmek istiyorsun?
Sen… Sen ve ben

Ve eğer yapabilseydim,
Tanrı’yla bir anlaşma yapardım
Ve O’na yerlerimizi değiştirtirdim
O yolu ben koşardım
O tepeyi ben çıkardım
O binanın tepesine ben çıkardım
Keşke yapabilsem

Beni acıtmak istemiyorsun
Ama kurşunun ne kadar derinde olduğunu görmek istiyorsun
Farkında değilken, seni parça parça ediyorum
Kalplerimizde fırtına var

Sevdiklerimiz için bu kadar nefret var mı?
Söyle bana, ikimiz de önemliyiz, öyle değil mi?
Sen… Sen ve ben
Sen ve ben… Mutsuz olmayacaksın

Hadi bebek, hadi canım,
Bu anı senden çalayım
Hadi melek, hadi canım,

Deneyimi değiş tokuş edelim

Cole Porter

Kate Bush’un bu sözlerini hem sanatçının dile hâkimiyeti, hem de şarkının konusunu, yani “aşk”ı ele alış şekli bakımlarından incelemek lazım. Klasikleşmiş sayısız beste ve güfteye imzasını atmış Amerikalı müzisyen Cole Porter, Atlantic Records’un ünlü aranjör ve bestecisi Jesse Stone’a bir keresinde bir kafiye sözlüğü satın olması yönünde bizzat tavsiyede bulunmuştu: “Eğer bir çukur kazacaksan, bir kürek kullanırsın, değil mi?” Hakikaten de söz sanatında usta olmanın birinci şartı geniş bir dağarcık, derin bir dilbilgisi hakimiyeti ve hepsinden önemlisi dile yönelik bir miktar hayranlıktır. Zengin sözcük tercihleri olmadan, bu sözcüklerle şaşırtıcı imgeler yaratmadan veya telaffuz esnasında harflerin oluşturduğu ses, vurgu ve kafiyelerin imkânlarını önemsemeden güzel söz yazmak mümkün müdür?

Şarkı sözü yazarının dilbilgisi yanında ihtiyacı olan bir diğer gereç de edebi bakış açısıdır. Bu noktada, söz sanatlarına olan ilgisizliklerinden dolayı günümüzdeki birçok müzisyen tarafından göz ardı edilen şarkı sözlerinin başlarda okunmak için de yazıldığını not düşmekte fayda var. Günümüze dek gelen plak şirketleri aslında müzik partisyonlarını basıp piyasaya sunan firmaların çocuklarıdır. I. Dünya Savaşı öncesi, hatta 40’lı yıllara kadar popüler şarkıların yayılma yöntemi, üzerinde notalar ve sözler olan bu basılı müzik partisyonlarıydı. Güfteciler, mısralarının okunacağını da bildiğinden sözlerine azami önem verirlerdi. Amerikalı caz vokalisti Mel Tormé sözlerin müziğin %98’ini teşkil ettiğini söyleyecek kadar ileri gitmişti: “Melodi tesadüfîdir ve güzel bir melodi de sadece pastanın üzerine dökülen sos gibidir. Asıl önemli olan sözlerdir. Ben, kendilerini ufak piyesler olarak sunmaya imkân veren şarkıları söylemeyi tercih ederim çünkü şarkı bittiğinde, dinleyicinin bir deneyim yaşamış olmasını isterim. Bu da aptalca ve düşüncesizce yazılmış şarkı sözleriyle sağlanamaz.”

Kate Bush da bu geleneğin takipçilerinden birisi ve “Running Up That Hill” de dinleyicisine her seferinde bir deneyim yaşatan, şık bir aşk şarkısı. Neredeyse bütün insanların ilişkilerinde yaşadığı iletişim problemine değinen, karşımızdakini ne kadar sevsek de onu anlamakta veya tahmin etmekte zorlandığımızı dile getiren ve bunun önüne geçebilmek için de rolleri değişmeyi metaforik bir şekilde anlatan bir parça. Bush, “Seni seviyorum!” veya “Senin için ölürüm!” gibi sıradan ve bayağı mısralar yazmak yerine, birçok kişi tarafından teyit edilebilecek, gerçek bir sorunu temel alarak yaşadığı aşkı anlatıyor: Benim canımı yakmak istemediğini biliyorum. Beni önemsediğini de biliyorum. Bil ki ben de seni önemsiyorum. Ve inan bana, eğer imkânım olsaydı, ikimizi mutlu kılmak için Tanrı’yla bir anlaşma yapar ve ruhlarımızı değiştirmesini isterdim. Böylelikle yaşadığın sıkıntıları ben de deneyimler ve seni daha iyi anlardım. Bir aşk ilişkisi için bundan daha güzel bir dilek olabilir mi?

Kate Bush

Bunlarla birlikte, asla eskimeyen parçalarda işlenen temaların genellikle “umut,” “arzu” veya “hayal” duygularıyla yoğrulduğunu gözlemliyorum: “Imagine”ı, “Blowin’ in the Wind”i, “Stairway to Heaven”ı veya “Let It Be”yi düşünün. “Running Up That Hill”de de Bush bir aşkınlık dileği ifade ediyor; sıradan bir yaşantının ötesine geçme arzusunu, “Keşke yapabilsem” cümlesini söylerkenki yoğunluk ve içtenliğiyle bizzat biz de hissediyoruz. (Şarkının müthiş klibi de aynı çizgidedir.) Altın değerindeki mısralarıyla “Running Up That Hill” bir müzik parçası olmasının ötesinde bir dua belki de. Günlük sınırlarımızın, alelade yaşantılarımızın ötesine geçmeye çalışırken insani bir alçakgönüllülükle yardım dilemesi, vasat aşk şarkılarının uyandırması mümkün olmayan bir inançla bizi gerçek aşka inandırıyor.

Pişkin’in hayatındaki son anlarına eşlik etmesi için bir şarkı seçmesi ve üstat Porter’ın en güzel güfteli eserlerinden birini Ella Fitzgerald’ın vokalinden dinlerken ona dudaklarıyla eşlik ettiği sahne zihnime kalıcı bir şekilde kazındı. (Bu çok sevdiğim parçayı bu tanımadığım adamı düşünmeden dinleyebilir miyim bir daha, bilmiyorum.) Aslında bu makalede dile getirdiğim her şeyin fazlasını Pişkin o son anlarında, bir insanın dünyadaki son keyfi olarak müziği tercih ettiği ve onun şarkı sözlerinde kaybolup gittiği anlarda betimliyor.

Pişkin ve ben, Fransız filozof Roland Barthes’in “jouissance” diye adlandırdığı şeyi deneyimliyoruz: Edebi sözlerin getirdiği hazzın doruğunda, mistik bir boyuta, hatta Fransız yazar Romain Rolland’ın ruhani deneyimleri tasvir ederken dile getirdiği “okyanus duygusu”na (“oceanic feeling”) uzanıyoruz. Gündelik hayatın ve zihnimizin genel eğilimi olan ayrıştırıcılığın aksine, bu anda birleştiricilik ve aşkınlık var. Dinlediğimiz parçaların sözlerinde anlatılan duygular Pişkin ve benim için yazılmış gibi. O duygular bizi arıyorlardı, bizi bulup tavladılar. O duyguları barındıran şarkıların sözleri bizi buna inandırıyor. Pişkin ve benim için bu yeterli bir kanıt. O hepimize “Ella şarkılarındaki gibi bir hayat” yaşamayı dilerken, bense Kate Bush’un mısralarındaki gibi bir aşk yaşamayı diliyorum.

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.