Tool, Grey, Crowley: Tabiatı Gizli Cevherler

Paylaş:
alex grey tool crowley - paslanmaz kalem

There are more things in heaven and earth, Horatio, 

Than are dreamt of in your philosophy.

 

Gökyüzünde de yeryüzünde de

Felsefenin tasarladığından daha çok şey var, Horatio.

(William Shakespeare – “Hamlet” – I.perde, V.sahne)

Umberto Eco’nun “Foucault Sarkacı” başta olmak üzere birçok eserde sıkça alıntılanan bu Shakespeare dizesinin, her farklı kişide bambaşka çağrışımları olacağını kimse reddedemez. Ancak tıpkı bu romanda betimlendiği gibi, benim de aklıma ilk getirdiği tema, fiziksel, gözlemleyebildiğimiz olayların ötesinde gizli, metafiziksel ve metapsişik olguların varlığı.

İnsan aklının kavrayamadığı, kavramaya uygun yaratılmadığı sonsuzluğu ele alalım. Bir insan hayatı onlu yıllarla ifade edilirken, beynimizin sonsuzluk gibi bir olguyu anlaması temelinde mümkün değil gibi gözüküyor zaten -ki insanlık da bu görkemli kavramı da sadece bir tane varlığa yakıştırmıştır: Tanrı’ya. İçinde var olduğumuz evreni bile Büyük Patlama denen o anla doğurup, onun bir gün tekrardan ufalmaya başlayıp yok olacağını ifade ederken evreni bile ölümlü kılmaktayız. İnsanın dimağındaki, her şeyi yaratan Tanrı düşüncesi, bu özelliği hak etmiş tek varlıktır. (Hatta bir adım öteye gidip “ezelden beridir de var olan” bile demişizdir O’nun için.)

Calvin: “Eğer insanlar her gece dışarıda oturup yıldızlara baksaydı, bahse girerim ki hayatlarını çok farklı yaşarlardı.” Hobbes: “Nasıl?” Calvin: “Şöyle ki, sonsuzluğa baktığın zaman, insanların bütün gün yaptıklarından daha önemli şeyler olduğunu fark ediyorsun.”

Ama asıl üzücü olan ve beni şaşırtan şey, her yanımız ebediyetle sarılıyken bunu nasıl fark etmediğimiz ve görkemi karşısında ağzımızın hayretle açık kalmadığıdır -ki bu bahsettiğim şeyi görüp özümseyebilen kişiler için bu Tanrı’nın varlığı için kesin bir kanıttır çoğu zaman. Nesnelerin ve sayıların tabiatında gizli olan sonsuzluklardan söz ediyorum… Ve hatta kendi bedenimizde saklı olan sonsuzluklardan…

En basitiyle başlamak gerekirse doğal sayılardan söz etmemiz gerekir. İlkokuldan beri bir tam sayı ile diğeri arasındaki aralığı, sayı doğrusu üzerinde, iki nokta arasındaki bir doğru parçası olarak gösteririz. Ve doğası gereği doğru parçası sonludur. Ama eminim bazılarınız mutlaka bunu düşünmüştür: Aslında o çizgi bir sonsuzluğu ifade eder, çünkü o iki tam sayı arasında sonsuz tane ondalık sayı vardır. Ve matematikçilerin açıklayamadığı ama sadece olduğu gibi kabul edebildiği bir kavram ortaya çıkar: sonlu bir aralık içindeki sonsuzluk paradoksu.

Benoît Mandelbrot’nun fraktalları

Aynı olgu nesnelere de yansır. Benoît Mandelbrot’nun fraktallarını duymuşsunuzdur. Evrendeki bütün nesnelerin uzantılarında oldukları söylenen fraktallarda da sonluluk içinde sonsuzluk ifade edilir. Bunun nasıl gerçek olabildiğine istediğimiz kadar kafa yoralım ve hatta anlayamadığımız için istersek reddedelim… Ama biz bu reddetme kararını beynimizde meşrulaştırırken, bu düşünce işiyle meşgul olan beynimize kandan oksijen emen akciğerlerin alveollerinin sonsuz kıvrımlarını nasıl reddedeceğiz? Alveoller de aynen fraktallar gibi sonsuzluğa uzanan kıvrımlarıyla vücudumuza oksijen gönderirler. Göğsümüzün içinde, hatta vücudumuzun her bir yerinde sonsuzluğu taşıyor olmamız, hatta hatta aslında çevremize baktığımızda gördüğümüz her yerde sonsuzluğu izliyor olmamız ne inanılmaz bir şey aslında değil mi? Kimilerimiz için işte bu Tanrı’nın resmidir. İster mikrokozmosa inin, ister atmosferin ve uzayın ötesine çıkıp makrokozmosa açılın, ne kadar tabiatında gizli de gözükse aslında her tarafımız ebediyetle çevrilidir. Gözlerimiz, biz farkında olmasak da sonsuzluklara dalıp gitmektedir her saniye.

Ve birçok sanatçı bu olgu karşısında bazen korkuyla, bazen sevgiyle, hatta bazen de başkaldırmayla, ama her zaman da merakla karışık bir hayranlık duymuş, bunu eserlerinde dile getirmiş, kimileri de eserlerinin omurgası yapmıştır. Bunlar arasında Amerika, Ohio’lu psychedelic ressam Alex Grey (ki Grey’in resim dalına “visionary art” da denmektedir), İngiliz okültist ve yazar Aleister Crowley ve Kaliforniyalı rock grubu Tool’un çalışmalarının nasıl birbirlerini etkiledikleri ve anlamlandırdıkları, hatta el ele bir yapbozun parçalarını tamamlamaya giriştiklerini görmek ilgimi çekmiştir. (“Visionary art”: İngilizcede “visionary,” “aklında geleceğe veya başka konulara dair görüntüler gören ulu, ermiş veya bazen de lanetli kişi” anlamına gelir. “Visionary art” ise spiritüel ve mistik temaları işleyen, sürreal ve simgeci bir resim akımıdır. Öncüleri arasında Hieronymous Bosch, Salvador Dali, yazar William Blake ve Gustave Moreau gibi isimler sayılabilir.) Tool dinleyicilerinin hepsinin bildiği gibi, Tool’un Alex Grey’in resimlerini albüm kapaklarında ve kartonetlerinde kullanmaları (Grey’i, Nirvana’nın “In Utero,” String Cheese Incident’ın “Untying the Not” ve Beastie Boys’un “Ill Communication” albüm kapak ve kartonetlerinden de hatırlayabilirsiniz), kliplerinde onun fikirlerinden faydalanmaları, hatta ona sahne dekorlarını hazırlatmaları bunun açık bir göstergesidir. Tool ve Grey’in okült konulara olan merakı da bu alanın en ünlü ve renkli adamı Crowley’den haberdar olmalarını kesin kılar… Ki Tool’un “Ænima”dan beri okülte olan ilgisi (“Third Eye” ve “Jambi” şarkılarını ve “10,000 Days” albüm kartonetindeki grubun fotoğraflarını hatırlayın) ve internet sitelerinde tavsiye ettikleri kitaplarda Crowley’nin “The Book of The Law” ile “The Book of Lies”ının yer alması da bunun göstergesidir.

Allyson Grey – “Jewel Net of Indra”

Alex Grey, çocukluğundan beri hayat, ölüm ve ruh gibi konulara aklı takılı bir birey olarak yetişmiş bir sanatçı. Çocukken ölü hayvanları ve böcekleri getirip ailesinin evinin arka bahçesine gömen Grey, ilk resim çalışmalarında bile bu konuları işlemişti. 20’li yaşlarında halüsinojenlerin hayatına girmesiyle yaşayacağı bir olay bütün inançlarını yerle bir edecekti. Sonradan karısı olacak Allyson’la (o da bir ressamdır) Mayıs 1975’te Allyson’ın Boston’daki evinde verdiği bir partide tanışan genç Grey, daha sonra birlikte yaşadıkları bir LSD deneyiminde gördükleri, “bütün insanları ve evrendeki varlıkları birbirine bağlayan enerji alanı” sayesinde agnostik varoluşçuluktan şu anki inancına döndü. Kendisi bu deneyimi “Universal Mind Lattice” (“Evrensel Akıl Kafesi”) isimli resminde tasvir ederken, karısı da “Jewel Net of Indra” (“Indra’nın Mücevher Ağı”) isimli çalışmasında resmetti.

Grey’in Budizm’le ilgisi sadece yoga uygulamasıyla kalmamış, Budist tantra geleneğine dair imgeleri, sembolleri de resimlerinde kullanmıştır. Çakralar, auralar ve diğer geometrik figürler bu kültüre ait imgeler olup, Grey’in resimlerinde faydalandığı yegâne semboller değildir tabii ki. Çocukluğunda ölü canlıların bedenlerine duyduğu ilgiyle birlikte gençlik yıllarında Harvard Tıp Okulu’nda geçirdiği beş sene boyunca ameliyat gösterileri için hazırladığı kadavraların da çalışmalarında nasıl yer edindiğini gözlemlemek çok ilginçtir. (Ayrıca aynı okulun Akıl/Beden Tıbbı kısmında iyileştirici enerjiler üzerinde de çalışmalar yapmıştır.) Grey’in resimleri, Budizm ve okült sembolleri ve enerji alanları yanında, bedenlerinin katmanları X-ışınından geçirilmiş gibi gözüken insanlarıyla sonsuzluğu gözler önüne koyar. Derimizin altında gizli olan iskelet, sinir, kardiovasküler ve lenfatik sistemlerini ve birçok inanışta varlığımızın ve ruhumuzun katmanları olduğu söylenen ruhani ışıklarla aydınlanmış, renkli kafesleri resmetmesiyle, Grey, günlük fiziksel faaliyetlerimizde kullandığımız bilincin, bize ebediyeti hatırlatacak diğer asıl kolektif bilinçten bizi ne kadar uzaklaştırdığını hatırlatır. Grey, resimlerinin yarattığı etkiyi “saydamlaşmak” diye ifade etmektedir. Ona göre, fiziksel katmanlarımızın altında bir anatomik sonsuzluk ve gözle görebildiğimiz tabiatın ötesinde de evrendeki bütün varlıkları birbirine bağlayan metafiziksel bir sonsuzluk yatmaktadır.

Alex Grey – “Universal Mind Lattice”

Grey, bütün o mistisizm fanatiklerinin görmek için ömürlerini harcadığı görüntüleri tuvaline aktaran bir sanatçı. Vermek istediği mesaj için de bu resim dalını seçen Grey’in bir ayağını Batı’ya, bir ayağını da Doğu’ya mesnetleyen sembolizmi herkesin üzerinde farklı etkiler bıraksa da bahsettiğim evrensel ebediyet duygusunu ortaya çıkardığı konusunda sanat dünyası hemfikirdir. Eserlerinde “nihai ve ebedi güzelliği, aklı, gücü ve mutluluğu” anlatmaya çalıştığını söyleyen ressamın bu sözlerinin bir modern prog rock grubunun müziğinde de anlam bulacağını kimse tahmin edemezdi herhalde.

Tool’un Grey’e olan ilgisi sadece resimlerine olan hayranlıklarından gelmiyor tabii ki. “Lateralus” albümünün sözleri ve hatta kimi şarkılardaki müzikal/ritmik yapı Grey’inkilerle benzer temaları işliyor, adeta aynı özlü sözleri telaffuz ediyor. “Parabol” ve “Parabola” parçalarının temel oryantal ezgisinin ve davulcu Danny Carey’nin poliritmik, tribal, tabla tarzı çalma stilinin, Batı’nın rock sounduyla birleşmesi aynen Grey’inki gibi bir holistik, yani bütünleyici düşüncenin örneğidir. Şarkıların sözlerini incelediğimizde de Grey’in işlediği temalar belirgindir:

We barely remember who or what came before this precious moment
We are choosing to be here right now

Hold on, stay inside
This holy reality, this holy experience
Choosing to be here in

This body…This body holding me…Be my reminder here that I am not alone in
This body, this body holding me, feeling eternal…
All this pain is an illusion.

Twirling round with this familiar parable
Spinning, weaving round each new experience
Recognize this as a holy gift and

Celebrate this chance to be alive and breathing.

 

Bu değerli andan önce kim veya ne geldiğini hatırlamıyoruz bile

Şu anda burada olmayı tercih ediyoruz

Dayan, bu kutsal gerçekliğin,

Bu kutsal deneyimin içinde kal

Bu vücudun içinde olmayı seçerek…

Beni tutan vücut…Beni tutan bu vücudun içinde

Yalnız olmadığımı hatırlat bana

Ölümsüz hissederek…

Bütün bu acı bir yanılsama

Bu tanıdık hikayeyle dört dönerek

Her yeni deneyimin etrafında döne döne doku dokuyarak

Bunun kutsal bir hediye olduğunu gör

Ve bu hayatta olup nefes alma şansını kutla

Tool

Albüme ismini veren “Lateralus”taysa aynı konudan bahseden sözlerin dışında ritm ve vokal ezgisindeki matematiksel bir oyun da dokuz dakika yirmi dört saniyelik sonlu bir şarkıda sonsuzluğu tasvir ederek kendine hayran bırakmaktadır. Dışarıdan bakan birisi için hoş bir progressive rock müziği oyunu gibi gözüken bu olay şarkının ebediyet temasıyla görkemli bir uyum oluşturmaktadır. İnternette Tool dinleyicileri arasında senelerdir yinelense de duymayan, bilmeyen kalmasın diye bu oyunu bir kez daha gösterelim: Şarkının girişindeki sözlerin hecelenme şekli, matematikteki Fibonacci dizisi ile uyumludur, daha doğrusu kendi üzerine yeniden kıvrılan bir seri vardır. (Fibonacci serisi: 0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987, 1597, … şeklinde devam eden seri. Her sayı kendisinden önce gelen iki sayının toplamıdır.) Bu, şarkının genel hissiyatında var olan ve ayrıca, son kıtada bahsedilen “sarmal”la da uyumludur. (Geometride de Fibonacci sayılarından Fibonacci sarmalı elde edildiğini de hatırlatalım.) Şöyle:

Black [1]

Then [1] 

White are [2]

All I see [3]

In my infancy [5]

Red and yellow then came to be [8]

Reaching out to me [5]

Lets me see [3]

There is [2]

 So [1]

Much [1]

More and [2]

Beckons me [3]

To look through to these [5]

Infinite possibilities [8]

As below so above and beyond I imagine [13]

Drawn outside the lines of reason [8]

Push the envelope [5]

Watch it bend [3]

“Spiral out… Keep going…”

Şarkının içindeki üç-dört değişik kısmın hipnotik tekrarları, Carey’nin davulları ve tekrar eden rifflerle arpejler, dinleyene bir sarmalda, helezondaymış hissi vermektedir. 7 Eylül 2007 tarihli İstanbul konserlerinde de tam “Spiral out… Keep going…” sözleri esnasında sahnedeki dev ekrana yansıtılan, ellerinde çekiçli, birbirlerine biçim vermeye çalışan, helezon şeklinde birbirine kenetlenmiş çıplak insanlar imgesiyle de insanlık deneyimi sonsuzluğa uzanan, her saniye kendi yolunu şekillendiren bir sarmala benzetilmiştir. Şarkının sözlerinde de bu imge tasvir edilmektedir:

Overthinking, overanalyzing separate the body from the mind
Withering my intuition, missing opportunities

And I must feed my will to feel my moment

Drawing way outside the lines

I embrace my desire to
Feel the rhythm, to feel connected
Enough to step aside and weep like a widow
To feel inspired, to fathom the power,
To witness the beauty, to bathe in the fountain,
To swing on the spiral of our divinity and still be a human

With my feet upon the ground I lose myself
Between the sounds and open wide to suck it in
I feel it move across my skin
I’m reaching up and reaching out
I’m reaching for the random or what ever will bewilder me
And following our will and wind we may just go where no one’s been
We’ll ride the spiral to the end and may just go where no one’s been

Spiral out…

Keep going, going…

 

Aşırı düşünmek, aşırı analiz yapmak bedeni akıldan ayırır

Önsezilerimi köreltir, imkanları kaçırtır

Beni çizgilerin dışına çıkaran anımı hissettiren

İrademi beslemeliyim

Ritmi hissetme, içeri adım atacak kadar alakalı olup

Bir dul gibi ağlama,

İlham alma ve güce tanık olma,

Güzelliğe tanıklık edip, çeşmede yıkanma,

Kutsallığımızın sarmalında sallanıp hâlâ insan olma

Arzumu kucaklıyorum

Ayaklarım yere basarken, sesler arasında kendimi kaybediyorum

Ve hepsini içime çekmek için kendimi genişçe açıyorum

Tenimin üzerinde yürümesini hissediyorum

Yukarı uzanıyorum ve dışarı uzanıyorum

Tesadüfi olana veya ne gelecekse ona uzanıyorum

Ve irademizle rüzgarımızı takip edip kimselerin gitmediği yerlere gidebiliriz

Sarmalı sonuna kadar sürdüreceğiz ve kimselerin gitmediği yerlere gidebiliriz

Sarmal çizerek devam et…

Devam et…

Matematikçi Helge von Koch’un fraktal sistemiyle oluşturulan akciğer hava yolları modeli ve insan akciğeri hava yolları

Mikrokozmik sonsuzluğu kolektif bir sonsuz bilince taşıyan bu şarkıda Tool, dinleyenlerine “lateral” düşünmeyi tavsiye etmektedir. (“Lateral thinking”: İngilizcede “hayalgücünü kullanıp, normalde birlikte düşünülmeyen şeyler arasında bağlantı kurma” anlamına gelen ifade.) Aşırı analiz ve düşünceyle bütün olgulara materyalist ve bilimsel bir açıklama bulabilirsiniz. Örneğin, evet, aşk belki de sadece hormonal bir olaydır. Ya da evet, alveollerin kıvrımlarının oluşması sadece belki de milyonlarca yıl süren bir seçilimin doğrudan sonucudur. Nedenselliğe yönelik bu düşünceleri tercih edip bu gizli cevherlerin tüm heyecanını göz ardı etmek de sizin elinizde, ya da Tool ve Grey’in salık verdiği gibi bu düşüncelerin ötesine geçip bulunduğunuz anın, insanlığın ve bedeninizle çevrenizdeki ebediyetin güzelliğinin ve yüceliğinin farkına varmak da aynı şekilde sizin elinizdedir.

Bunun yolunu da, grup, aynı albümde, 11.şarkıda, “Reflection”da tasvir etmektedir.

I have come curiously close to the end,

Down beneath my self-indulgent pitiful hole
Defeated, I concede and
Move closer
I may find comfort here
I may find peace within the emptiness
How pitiful…

It’s calling me…

And in my darkest moment, fetal and weeping
The moon tells me a secret – my confidant
As full and bright as I am
This light is not my own and
A million light reflections pass over me

Its source is bright and endless
She resuscitates the hopeless
Without her, we are lifeless satellites drifting

And as I pull my head out, I am without one doubt
Don’t wanna be down here feeding my narcissism
I must crucify the ego before it’s far too late
I pray the light lifts me out
Before I pine away…

So crucify the ego, before it’s far too late
To leave behind this place so negative and blind and cynical
And you will come to find that we are all one mind
Capable of all that’s imagined and all conceivable.
Just let the light touch you
And let the words spill through
And let them pass right through
Bringing out our hope and reason
Before we pine away…

 

Sona iyice yaklaştım

Acınılası, bencil deliğimin içinde

Yenilmiş bir halde, kabul ediyorum

Ve yaklaşıyorum

Burada refah bulabilirim

Boşlukta huzur bulabilirim

Yürekler acısı…

Beni çağırıyor…

Ve en karanlık anımda, fetüsteymişim gibi ve ağlayarak

Ay, sırdaşım, bana bir sır verir

Ve ne kadar aydınlık dolu olsam da

Bu ışık sırf benim değil

Ve milyon tane ışık yansıması üstümden geçer

Kaynaksa parlak ve sonsuz

Umutsuzları yeniden canlandırıyor

O olmadan, süzülen ölü uydularız

Ve başımı dışarı çıkardığımda hiç şüphem kalmıyor

Aşağıda bu yerde kalıp kendi narsizmimi beslemek istemiyorum

Çok geç olmadan egoyu çarmıha germeliyim

Ve yok olmadan önce

Işığın beni çekip çıkarması için dua ediyorum…

İşte bu yüzden, bu olumsuz, kör ve kinik yerden çıkmak için

Çok geç olmadan egoyu çarmıha ger

Ve göreceksin ki hepimiz

Düşünülen, hayal edilen herşeyi yapmaya muktedir

Tek bir akılız aslında

Ve bırak ışık sana dokunsun

Ve bırak kelimeler dökülsün

Ve bırak içinden geçsinler

Umudumuzu ve sağduyuyu ortaya çıkararak

Biz yok olmadan önce…

Evrenin genişliği ve sonsuzluğu karşısında bir atom tanesi kadar ufak ve anlamsız kalan insanlığı evrenin merkezi ve onun en önemli şeyiymiş gibi gösteren Orta Çağ Engizisyonu’nun ve günümüzdeki uzantıları inanışların karşısında Tool’un bu sözleri ne kadar anlamlı duruyor. Egosunun kurbanı olup dünya hayatını kendisiyle birlikte yok etme yolunda ilerlerken, insan türünün artık bir noktada durup düşünmesi ve bu evrenin sadece bir parçası olduğunu fark etmesinin gerektiğini anlatmaktadır şarkı.

Maynard James Keenan’ın bu sözleri yazmasından tam 90 yıl önce İngiltere’de Aleister Crowley (ya da Ozzy’nin hitabıyla, sayın Mr.Crowley) buna benzer mısraları, yalanlar dolu (!) kitabı “The Book of Lies” için kaleme almaktaydı. 42. bölüm, “Dust-Devils” şu tümcelerle başlar:

In the Wind of the mind arises the turbulence called I.

It breaks; down shower the barren thoughts.

All life is choked.

 

Aklın Rüzgarında ben denen türbülans oluşur.

Parçalanır; meyvesiz düşünceler aşağı dökülür.

Tüm hayat nefessiz kalır

Aleister Crowley gibi zamanının oldukça ötesinde yaşayan zıpır (Crowley hayranları lütfen bu sıfatı kullanmama kızmasınlar… Oğullarından birinin ismini, hayranı olduğu için Atta-turk koyan bir İngiliz okültist için az bile!) bir okültist tabii ki sadece bunla kalmayacak, aynı kitapta, ego hakkında daha çarpıcı bir bölüm (50.bölüm: “The Vigil of St. Hubert”) daha yazacaktı (alıntıda yer alan kimi cümle sonlarındaki dört noktalar hata değil, metnin orijinalindeki gibidir):

Aleister Crowley

In the forest God met the Stag-beetle. ‘Hold! Worship me!’ quoth God. ‘For I am All-Great, All-Good, All Wise….The stars are but sparks from the forges of My smiths….’

‘Yea, verily and Amen,’ said the Stag-beetle, ‘all this do I believe, and that devoutly.’

‘Then why do you not worship Me?’

‘Because I am real and you are only imaginary.’

But the leaves of the forest rustled with the laughter of the wind.

Said Wind and Wood: ‘They neither of them know anything!’

 

Ormanda Tanrı, Bokböceğiyle karşılaştı. ‘Dur! Bana tapın!’ dedi Tanrı. ‘Çünkü ben En Büyük, En İyi ve En Bilge’yim….Yıldızlar benim demircilerimin dövdükleri demirlerin kıvılcımlarıdır sadece….’

‘Evet, kesinlikle ve Amin,’ dedi Bokböceği, ‘buna can-ı gönülden inanıyorum.’

‘Peki o zaman neden bana tapmıyorsun?’

‘Çünkü ben gerçeğim ve sen bir hayalsin.’

Ama ormanın yaprakları rüzgarın kahkahasıyla hışırdadı.

Rüzgar ve Ağaçlar dedi ki: ‘Onların ikisi de bir şey bilmiyor!’

Crowley 1921’de kendi kitabı için yazdığı açıklamalarda bu bölüm için şu cümleleri sarf eder:

Bu bölüm, evrenin Tetragrammaton’a çözümlenmesidir; Tanrı makrokozmos, böcek de mikrokozmostur. İkisi de var olduklarını hayal etmekte, ‘sen’ ve ‘ben’ demekte ve göreceli gerçekliklerini tartışmaktadır.

Gerçekten var olan şeyler, yani Ego’su olmayan şeyler, sadece üçüncü kişide konuşurlar, onları cahil olarak görüp, gerçek Bilgi’ye sahip olduklarını gösterirler.

Fransız okültist Eliphas Levi’nin insanı sembolize eden Tetragrammaton pentagramı

İşte Crowley’nin (nam-ı diğer Frater Perdurabo) mizaha ve kinayeye yönelik zekası burada kendini belli etmektedir. Kitabının ismine “Yalanlar Kitabı” diyen bir adamın hangi cümlesine inanabilirsiniz ki? Bakınız, kitabın gerçek, uzun ismi şöyledir: “The Book of Lies: Which is also Falsely Called BREAKS – The Wanderings or Falsifications of the One Thought of Frater Perdurabo, which Thought is itself Untrue” (“Yalanlar Kitabı: Ayrıca İsmi Yanlış Bir Şekilde KIRIKLAR olan – Frater Perdurabo’nun Tek Düşüncesinin Gezintileri ve Yanlışlamaları, ki Bu Düşüncenin Kendisi de Gerçek Değildir”). İsmini çevirirken bile bu kadar zorlandığım bu kitabı anlamaya çalışırken neler yaşadığımı bir düşünün! Kabalistik temalara ve sayıların büyüsüne uygun şekilde yazdığını söylediği kitabı hakkında Crowley, “değişik düzlemlerde birçok önemli konuyu” ele aldığını dile getirir.

Ancak, bir saniye durun ve espriyi yakalayın lütfen: Eğer kitabın ismi “Yalanlar Kitabı”ysa bu kitaptaki her şey bir yalandır… Kitabın ismi dahil! Ama eğer kitabın ismi bir yalansa, o zaman kitap bir “Yalanlar Kitabı” değildir… İçindeki her şey doğrudur. Ama o zaman da kitabın bir parçası olan ismi yeniden doğru söylüyor demektir: Yani “Yalanlar Kitabı” ismi de doğrudur…

İşte bu sonsuz döngü, Giritli Epimenides’in kendine-gönderme paradoksunun (“Bütün Giritliler yalancıdır” savı) bir türevidir aslında ve her paradoks gibi kısıtlı bir alana sonsuzluğun sıkıştırılması anlamına gelmektedir. Bir edebiyatçının sonlu cümlelerine sonsuzluğu sıkıştırması için çok zekice bir yöntem! Ayrıca, kitabın ismine uygun şekilde birçok bölümde okuyucu, Crowley’nin doğruyu söyleyip söylemediğine karar verememekte, kimi yerlerde bu uçuk yazar açık açık “ Benim söylediğim hiçbir şeye inanılmaz,” demektedir. Bir söylediğinin diğerini tutmadığı anlardan birine örnek verelim: Yukarıda bahsi geçen bölümlerde ne kadar egoyu yok etmeyi övse de Crowley’nin ne kadar ukala bir adam olduğu çok iyi bilinmektedir. Hatta kitabın 88.bölümü “Gold Bricks”te “A SUCKER IS BORN EVERY MINUTE” (“HER DAKİKA BİR APTAL DOĞAR”) gibi bir cümle kurarak kendisini anlayamayanların sayısının çok olduğunu telaffuz etmektedir.

Crowley’nin ebediyet karşısındaki duruşuna Tool ve Grey’de de rastlanması bir rastlantı değildir çünkü Crowley, Shakespeare-vari söylemleriyle bu sanatsal yaklaşımı kendisinden sonraki kuşaklar için şekillendirmiştir. İşte 46. bölüm “Buttons and Rosettes”deki sözleri:

“Ey insan, sonsuz için aç ol: hatta sonsuz için doymak bilmez ol; böylece Son geldiğinde sonluyu yut ve sonsuz ol.” (Resim: Alex Grey – “Progress of the Soul/Dying)”

The desire of the moth for the star at least saves him satiety.

Hunger thou, O man, for the infinite: be insatiable even for the infinite; thus at The End shalt thou devour the finite, and become the infinite.

Güvenin yıldıza duyduğu arzu onu doymuşluktan kurtarır.

Ey insan, sonsuz için aç ol: hatta sonsuz için doymak bilmez ol; böylece Son geldiğinde sonluyu yut ve sonsuz ol.

The Book of Lies”ın bir başka bölümünde de bilimin ışıkla ilgili basit bir prensibini kullanarak, varlıkların tabiatlarında gizli olan cevherlerine dikkat çekmiştir. Yazının başında dile getirdiğim “Hamlet” alıntısını hatırlatan bu söz, çıplak gözümüzle gördüğümüz her şeyin ötesinde algılayamayacağımız özellikler olduğunu ifade eder. Bahsi geçen optik fenomen, lisede fizik dersi okumuş herkesin daha önceden duyduğu gibi, şudur: Bir nesnenin renginin o renk olmasının nedeni, güneşten gelen ışık hüzmesi içindeki bütün diğer renkleri emip, o rengi yansıtmasıdır. Crowley, 40. bölüm, “The HIMOG”da şöyle der:

red rose absorbs all colours but red; red is therefore the one colour that it is not.

All that we know of Man, Nature, God, is just that which they are not; it is that which they throw off as repugnant.

 

Kırmızı bir gül kırmızı hariç bütün renkleri emer, bu yüzden aslında sahip olmadığı tek renktir.

İnsan, Doğa, Tanrı hakkında bildiğimiz herşey onların aslında sahip olmadığı şeylerdir; tatsız diye dışarı attıkları şeyler.

Görüntünün arkasında yatan gerçekleri anlatmak için ne kadar edebi bir yol değil mi? Benim bu kadar satırla anlatmaya çalıştığım bir konuyu, Crowley iki cümleyle özetlemiştir.

Alex Grey, Tool ve Aleister Crowley: ebediyet kavramı karşısında dimağlarında oluşan fikirleri, resimle, müzikle ve yazıyla insanlığa sunan iki sanatçı ve bir sanatçı grubu… Grey’in İnternet sitesindeki “Paintings” kısmındaki “Sacred Mirrors” ve “Progress of the Soul” galerilerine bakmamazlık, Tool’un “Lateralus” albümünün tamamını dinlememezlik ve Aleister Crowley’nin burada dile getirdiğim sözleri üzerinde düşünmemezlik etmeyin. Varlıklarımızın ve yaşadığımız saniyelerin gizli sonsuzluğunun tasvirlerini yapmaya çalışan bu sanatçı müsellesi, insanlığın kolektif bilincinin oluşmasında bir tuğladır.  

Not: Bu yazı ilk olarak Yüxexes dergisinin Ekim 2008 sayısı, ardından da 2011 yılında İmleç Kitap tarafından basılan “Müzikte Yabancılaşma ve Noir”da yayımlanmıştır.

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.