Yoldan Çıkmış Simalar’ın hikayesi…

Paylaş:
Murat Beşer - Yoldan Çıkmış Simalar'ın hikayesi... Paslanmaz Kalem
Murat Beşer’in İletişim Yayınları’ndan çıkan “Yoldan Çıkmış Simalar” isimli kitabını alalı epey oldu,  fakat – her kitap kurdu gibi – okunacak kitaplar sırasını bozamadığımdan beklemek zorunda kaldı kendisi. Keşke, Ursula K LeGuin ve China Mieville romanlarına yaptığım “araya alma” kıyağını ona da yapsaymışım da bu kadar geç kalmasaymışım bu harika işi yazmak için.
 
Birkaç yıldır soL’da yazılarını okuyoruz Beşer’in. Kendisini bilenler Stüdyo İmge, Lull, Basatap gibi projelerdeki rolünden biliyor zaten ama burada daha farklı bir konsepte evrilmiş yazıları. Türkiye’deki sıradışı müzik ve sanat insanlarının portrelerini çiziyor kelimelerle. Zihni Müzik’in Zihni abisinden Parkinson Şeref’e kadar bir sürü ismi anlatmış bir nefeste. Yazılma sırası “benim cenerasyonum”un daha yakından tanıdığı Çağlan Tekil, Ayı Murat gibi isimlere gelince dikkatimi çekmişti, aslında oldukça uzun süre olmuş o bu seriye başlayalı. Başlarda her konuya el atarken, belli ki konsept yavaş yavaş oluşmuş yazılar ilerledikçe. Kitap da çoğunlukla soL’daki köşesindeki seçmelerden oluşuyor aslında ama, ele alınan müzik insanlarının ortak bir yanı var. Hepsi “Eski Türkiye”ye ait insanlar. 70’lerin başlarından 2000’lerin ortalarına kadar dağılıyor maceraları ve hayat hikayeleri. Hayretler içerisinde, kitaptaki hayat hikayelerini okudukça “meğer içlerinde hayatıma dokunan ne kadar çok insan varmış” dedim defalarca. Size şu yazının sonunda yazacağım şeyin ucunu buradan açıvereyim; Türkiyede caz, rock, punk, heavy metal gibi müzikleri 1980’lerin ikinci yarısında dinlemeye başlamış ve mahalle mahalle gezip dergi, kaset, cd, plak alınacak yerleri aramış müzikofillerdenseniz, bu kitabı şimdi gidip alın. Kitapta anlatılan insanların geldikleri yerler, vardıkları yerler, alışkanlıkları, müziğe olan aşkları, sizin hayatınızla kesişen yerleri derken dalıp gidiyor; bir solukta bitiriveriyorsunuz sayfaları. İster istemez kendi hikayesini düşünüyor insan. 
 
Daha liseye ilk başladığım sene, daha İstanbul’u doğru düzgün tanımazken, Galleria’nın içinde görünce mutluluktan havaya uçtuğum bir kasetçi vardı, Piccatura. Öyle çok müzikten anladığımı söyleyemezdim o yaşlarda ama okuduğum neşriyatlarda bahsi geçen şarkıcıları, grupları bulamıyordum Bakırköy tarafında. Çok sosyal bir adam da değildim, pek müziksever arkadaşım yoktu mahalledeki futbol takımlarımız dışında. Aradığım albümlerin tamamını bir arada görünce hepsini bir anda almıştım ve para ucu ucuna çıkmıştı tam olarak. Kasadaki amca “e eve nasıl gidicen?”, “hiç mi dışarı çıkmıycan bütün ay?” demişti bana şaşkın gözlerle. İri yarıyım biraz ya, herhalde büyük sandı beni, halbuki çıkmak dediğin maç yapmaktı benim gözümde, o da bedavaydı. Eve de bisikletle gidicem zaten. O zamanlar Florya, Yeşilköy, Ataköy, Bakırköy – patencisi, kaykaycısı, bisikletçisi, grafiticisi – bir avuç çocuk için standart hattı. Trafik canavarları yine vardı ama daha azdı, yollar herkese yetiyordu ne yalan söyleyeyim.
 
Ondan sonra lisedeki sıra arkadaşımla metalciliği keşfedişimiz, ilk fanzinimizi büyük heyecanla yeni tanıştığımız ve hemen aşık olduğumuz Laneth’in satıldığı Bakırköy’deki Burak Stüdyo’ya bırakışımız; ufak tefek Taksim konserlerinde Bakırköy tayfasına sessizce karışıp, Meydan Hakan’dan (kitapta Eloy Hakan olarak hikayesi anlatılıyor) aldığımız özene bezene şarkı isimleri yazılmış (ve her zaman sonuna sürpriz bir albümden bir kaç şarkı ekstra olarak kaydedilmiş) kasetlerle ilk arşivlerimizi oluşturmaya başlamamız; benim için Yeraltı’zine Güray, sizin için Bar Rasputin’in Turbonegro fanı Güray olan adam sayesinde Kadıköy’ü keşfedişimiz; Bilsak, Gitanes ve tüm Taksim konserlerinde Deathroom, Asafated, Mankind Terror eşliğinde kendimizden geçişimiz; aynı lise arkadaşı Burak ile ikinci fanzinimiz Goblin için hastası olduğumuz Asafated’in ilk röportajını gerçekleştirip sonra İncirlik’te bir kafede langırtta adamlara 20 sayı farkla yenilmemiz; Beşiktaş Monkey’s Shop’un tişörtlerine bakarken Mega Metal ve Gorgor gibi fanzinleri keşfedip kendimden geçmem; Zihni’den, Hammer’dan alınan kasetlerle heavy, thrash, death metalin ötesine geçip grindcore, black metal ve en sonunda (Kadıköy’ün uslanmaz Pedro Loco’sunun kişiye özel doldurduğu kasetlerle) hardcore/punk’ı keşfedişimiz aklıma geliyor sırasıyla.
 
Murat Beşer - Yoldan Çıkmış SemalarDaha da gider bu yolculuk. Kitabın tüm görsellerini de çizmiş olan usta Aptülika’nın Hıbır’daki köşesinde çizdiği harika The Cult görseliyle “Ceremony” albümüne tutulduğum grubun İstanbul’daki ilk Metallica konserinde ön grup olması, Bakırköy’de yeraltı çarşısında açık olan Pena’da mesken tutmuş Cenk Ünnü’den Obituary’nin The End Complete’ini alırken bana kaşla göz arasında WASP satışı ve “The Crimson Idol”ın bir daha hayatımdan hiç çıkmamış olması; Hammer’da Naci ve Enis ile Overkill/Testament tartışmaları; Pentagram Shop’ta Uğur ve Erhan ile saatler süren muhabbetler, nihayet KOD Müzik’in hayatımıza girmesiyle Taksim Atlas Pasajı’nda burayı mesken edinmemiz; Kadıköy Belediye Sahnesi ve sahildeki Hasır’da black, death, grindcore, hardcore/punk fanatiklerinin tür ayırmadan her hafta sonu sözleşmiş gibi bir araya gelerek fanzinler, demolar, cd’ler değiş tokuş etmeye başlaması ve daha neler neler. Eminim yukarıdaki gibi cümleleri art arda sıralayacak yüzlerce kişiyiz şu topraklardaki yolculuğumuzu anlatırken. Arkadaş grubunuzla takıldığınız mekanlarda yaşadığınız bütün tecrübeleri, anıları, konserleri, öğrendiklerinizi bir hatırlayın. İşte Beşer, kitabıyla bunun büyüsünü sunuyor bize; bu yolculuğa bizden önce çıkan hacıların, evlenip çocuk çoluğa karışınca her şeyi bırakanların değil, yola sonuna kadar devam edenlerin hikayelerini tarihe not düşüyor. Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz, güzel insan Apaçi Ayhan’dan Narmanlı Han’ın kült karakteri Deniz Pınar’a; Shades Süleyman’dan Eloy Hakan’a kadar tam otuz beş portre bekliyor sizi bu sayfalarda. 
 
Kitapta ve Murat Beşer’in soL’daki köşesinde adı geçen insanların yarattığı, bu topraklarda yeri olmayan ama kendince, müziğe duyulan sevgiyle beslenen kültürün -karakterlerin tamamı benim sularımda yüzmemiş olsa da- beni ne kadar çok etkilemiş olduğunu kitabı okuyunca bir kez daha anladım. Buna benzer bir duyguyu daha önce sadece iki neşriyatı okurken yaşamıştım yakın zamanda; birincisi Tolga Güldallı’nın öncülüğünde hazırlanan  “Türkiye’de Punk ve Yeraltı Kaynaklarının Kesintili Tarihi 1978-1999” isimli kitap ve tabii ki hayatımın bir dönemine damgasını vurmuş olan Laneth’in özetini geçen “Laneth Antolojisi”. “Yoldan Çıkmış Simalar”ı yazıyı bitirirken alıyor ve kütüphanemdeki yerine koyarken şunu düşünüyorum şımarıkça; acaba Beşer bunun ikincisini mi yazsa daha iyi olur yoksa aynı kitabı benim sevdiğim karakterlerle kalın kapakla yeniden basılmışı mı? Eee, okurum ben, beni tatmin etmek zor.  
Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.