“Dizi kültürü” derken panpişim?

838
0
Paylaş:

Üç yanı denizlerle çevrili, her türden insanın bir arada, kafa göz birbirine dalarak mutlu mesut bir cinnet halinde yaşadığı, zaman zaman bir sosyolojik araştırma laboratuvarı olup olmadığı merakıyla kendimizi çimdiklediğimiz memleketimizin “online” ( tıransleyşın: vizontele ulaşmış yer, köy, kasaba, şehir ) kıyılarındaki insan kitlelerinin hepsi en az bir diziyi takip ediyordur diye düşünüyorum.

“Yerlili” sevenler için “Süper Baba sonrası”; “Yabancılı” sevenler için “post-Lost” diye tabir edebileceğimiz bu dönemde, bir ailenin içindeki her karaktere, sosyal sınıfların içindeki her katmana, her fikre her ideolojiye göre nabza uygun drajeli şerbeti veren bir dizi mevcut artık.

Öyle mi gerçekten acaba? Doğru mu bu tespit? Hem doğru hem değil. Dahası, izlencelerimiz bittiğinde aptal kutusunun ne tarafında kaldığımızla doğru orantılı olarak değişen bir cevaba sahip bu soru. Bilgi çağının insan evlatlarının “kültürel evrim”ini, “biyolojik evrim”inin fersah fersah ötesine iteleyerek bozduğu bu kaos yıllarında, cevaplar da artık böyle, ister beğenin ister beğenmeyin.

Geçen günlerde bir toplu taşıma aracıyla, İstanbul’un “aslında on dakkada gidilen” semtlerinden birine yaptığım bir buçuk saatlik yolculuğumun ortasında araca binen iki bayandan “evlenmek üzere” olduğunu tahmin ettiğim şu cümleyi kurunca düştü aklıma bunlar; “Yavrum, işi var, ailesi iyi, kendi evi, belli bi klası var yeanı mesela aynı dizi kültürüne sahibiz, zevklerimiz paralal”

Böyle “bizi alakadar etmayan” muhabbetlere istemsiz kulak kabarttığımızda duyduğumuz o garip ürpertiyi süpürgeyle kovalayan sinir sistemimin ses tellerime ilettiği kahkaha talebi, ön dişlerimin hemen ucunda blokeye alınarak talebi yapan taraflarım hakkında inceleme başlattı haliyle. Standart, normalli, alengirsiz insanların böyle şeylere gülmeleri toplum içinde “sonrası tracedi ile biten” üçüncü sayfa haberlerine sebep olabileceğinden, hemen önleyici müdahalede bulundum kendime. Zira bayanın alengiri, pozitif bir cümle kurarken bile dudaklarına verdiği o “maaleseaf canıııım” büzüşü, ellerin her cümle sonunda yukarı açılıp hızla aşağıya doğru inişi, oldukça sıradışı bir “mantık evliliği + iki çocuk ardından erken menapozla manyayan dünyalı” sinyali veriyordu.

Neyse, nerede kalmıştık, araçta.. Vücuduma yaptığım ani müdahalenin etkisiyle suratımda oluşan o Kenan Kalav’vari gülümsemeyi hemen “baba bunaldım yaa”lı bir hareket ile pencereyi hafif aralayıp dışarıya attıktan sonra, yolun kalanı daha hızlı geçer ümidiyle düşünmeye başladım; “Aynı dizi kültürüne sahip olmak” ne arkadaşım? İkimizde gönlümüzü vampire, kurtadama vermişsek mesudiyet barometresine civa mı yetiştiremeyeceğiz hayatımın büzüşük dudaklısı? Törelerden kaçıp ötelere giden manken eskisi sayısı, diziden ekmeğini çıkaran emektar tiyatrocu sayısına yaklaştıkça bizim de yanaklarımız üçlü kanepenin ortasında mı buluşacak yoğurtlu “low fat” cipse uzanan ellerimizi kıskanırcasına? Yoksa, yoksa dizisiz geçen ilişki teneffüslerinde “Fakat Kıvanç ders alınca bildiğin aktörolmuşaeaabii”, “Yalnız o Megan’ın saçlarını yolarım yani kusura bakma da bildiğin bitch ya”, “Eskiden İkinci Bahar vardı, ben ondan beri yerli dizi seyredemiyorum ya, ne dersin bi bölüm daha One Tree Hill izleyelim mi aşkım?” gibi cümleler kurarak doğmamış çocuğumuza bırakacağımız kültür mirasının derinliğini mi ölçeceğiz?

E ya o çocuk yarın öbür gün büyüdüğünde, üniversiteler okuyup geldiğinde; bir gün bizim zorumuzla katıldığı bir aile akşam yemeğinde, yaşanan güncel politik tartışma üzerine çıkıp da bize; “Herşeyden şikayet ediyorsunuz, söylediğimiz hiçbir şeyi beğenmiyorsunuz ama bugünlere gelirken bu ülke oturup her gece otuz tane dizi izlemekten başka da bir halt yememişsiniz ya, ne ayaksınız babacım siz” derse, babamların nesil de değiliz ki aynı anda ayağa kalkıp “Gün doğduuuu hep uyandık…” marşını söyleyelim kısmet-seeker’ım, dudağı kavislim.. Zira sen, o marşı da “70’lili yılları anlatan bir yerli dizi”den biliyorsun, yaşamadın, okumadın? Gerçi senin damarlarında kocan sağcıysa Kurtlar Vadisi’ne, solcuysa Behzat Ç’ye meyledecek kadar “doğru eşi seçme” kromozomu mevcuttur! Küresel ısınmanın, kadına şiddetin, cinsiyet hakkı ihlallerinin, açlığın ve diğer türlerin yaşamına olan saygısızlığın doruklarında; sınıflara ve sınırlara bölünmüş sapıkça bir hayatı “next episode”lara süzerek yaşamayı seçen bir organizmanın naçizane üyeleri olarak oğlumuza sence katabileceğimiz tek şey “organik hıyar”lığı düşüren bir tatlı gülümseme değil mi rintintinim? O yüzden telaşa gerek yok soya fasulyesinden hallice dudaklım, panik yapma! Ben de senin kadar bitiğim pembe röbdeşambırlım!

Bak kaptırıp gitmişim, durduran da yok… Derken ineceğimiz durağa geldim ve indim haliyle sayın okur, daha ne olsun. İnmişken beni yine bir düşünceler aldı; diziler, hayatlarımızda o kadar ciddi bir yer kaplıyordu ki artık, belki de ben o dudaklara haksızlık ediyordum! Kendime hemen bir el attım ( hayır öyle değil, çek elini orandan ), zira gayet düzenli bir şekilde Community, Fringe, Supernatural, How I Met Your Mother seyreden; keşke yeni bir Star Trek ve/veya Stargate serisi başlasa hayalleri kuran; boş zamanlarında kendini sanata, bilime, dünya barışına adamak yerine vaktini Friends ve Firefly’ın eski bölümlerini seyretmekle geçiren bir dizikoliktim ben! Basitçe bakıldığında sitcom komedilerine ve bilim kurgu dizilerine ilgi duyduğum bariz; e o zaman dudaklının suçu ne!

Dünden bugüne, özellikle 1980’lerden günümüze kadar şöyle bir kişisel tarihime bakıyorum da, “dizi”lerin hayatımda hep belli bir yer kaplamış aslında. Ufak bir çocukken Galactica, Asfalt Şövalyesi, Atlantisten Gelen Adam, Taksi, Cheers, Kaçak; ortaokul ve lisede Perihan Abla, Bizimkiler, Hava Kurdu, Stingray, A Takımı, Altın Kızlar; üniversitede X Files, İkinci Bahar, Buffy The Vampire Slayer, Star Trek Nekst Cenereyşın, Friends..

Son aşama ise sanırım Lost ile başladı, Battlestar Galactica ile coştu, benim için Fringe, Suits ve Community ile devam ediyor. Hayır o değil, bizim ufaklık, iş güç, grup provaları gibi hayatın “yaşanan” kısmından arta kalan vakitlerimi dizilere çok ayırmayı sevmediğimden, kaçırdığım ama arkadaşlarımın övdüğü dizileri de saklıyorum ki ileride seyredeyim. Arada onlara gecenin uykusu kaçmış bir saatinde girişmek istiyorum ama pek verim alamıyorum. Yaklaşık altı aydır Terminator Chronicles’da da Dark Angel’da da ilk bölümün yarısındayım. Kaçmış olan uykum geligeliveriyor dvdyi koyar koymaz. Hele bizim grubun tamamının öve öve geldiği bir Dexter var ki, adam beşinci sezona geldi hala seri cinayet işliyor, e bana mantıklı gelmiyor arkadaş, başlayasım gelmiyor diziye. Seri katil dediğin teknik olarak yakalanmak isteyen “Kanlı Nigar”dır bi kere, iyi kalpli seri katil mi olur? Destir oradan desem de içten içe, merak da etmiyor değilim işte nasıl oluyormuş.

E peki yazının başından beri sorduğumuz soruya bir cevap bulabildik mi? Diziler sosyal konumunuza ve yaşam tercihinize göre size hitap eden farklı “kafalara” göre mi çekiliyor? Bu kadar paragraftan sonra provadan çıkışta sırtımızda gitarlarla Dexter tartışıyorsak, Battlestar Galactica’nın beraber seyrettiğimiz bölümlerini hatırlayıp “ne güzel günlerdi” diye duygulanıyorsak.. Ve sonra daha ortaya karışık sosyalleşme hadiselerinde kimimiz “abi Türk dizisi beni bozar” şeklinde post-moderen takılıp; kimimiz politik doğruculuk adına “aaa ama prodüksüyon anlamında eksik de olsa hassasiyetleri olan bi dizi hacı şimdi” ayaklarında Behzat Ç izliyorsak sorarım size, ey sayın sabırlı okur, “Tarzım deaaağııl” diye bir diziyi izlemeyen ablayla benim aramda ne fark var ki.. O da sokaklara çıkıp “bu bana yedirdiğiniz GDO’lu şey de ne” ya da “sen kim oluyorsun da elalemin ülkesini benim adıma tehdit ediyorsun” diye ayaklanıp ortalığı yıkmıyor, ben de. Ben twitter’dan yazıp rahatlıyorum, çok tehdit edilmişsem “sakin sakin” internetime dokunma diyip eve dönüyorum ( ve adam yine de dokunuyor ), abla bunlardan hiiç haberi olmadan yaşıyor ama ikimiz de dizi izliyoruz, durmadan, sıkılmadan.. Artık bunlarla mı özgürüz yoksa bunlar elimizden alınınca mı özgürlüğümüz tehdit edilmiş hissediyoruz kendimizi, emin değiliz. Biri sorsa bunu ayak üstü, çat diye, ikimiz de aynı süre tereddüt ederiz gibi geliyor bana. Belki benim ağzım daha çok laf yapar, görüldüğü üzere, onun yerine de kendi adıma da..

Demek ki o “hitap kafaları” o kadar önemsiz ki, aslında imdb.com da filmleri “istiflemek” için kullanılan ayraçlardan başka birşey değil. Hani seyrettiği dizilerle, – hadi baklayı ağzımdan çıkarayım – “salt alıcı olarak tüketilen genel geçer gündelik tercihleriyle”, toplumun geri kalanından bir şekilde daha “önde” olduğunu düşünen varsa, gelsin bir ara beraber düşünelim. Bana öyle geliyor ki, toptan büyük yazıştayız.

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.