“Müziğimizi Savunacağız:” Şostakoviç’in ‘Yedinci Senfoni’si Üzerinden Şehit Cenazeleri ve Konserler

3941
1
Paylaş:
sostakovic - paslanmaz kalem

Türkiye’nin basmakalıp geleneklerinden biri olan, felaket ve savaş dönemlerinde konser iptal etmek, kafamı çok kurcalıyor.

Bu oto-sansür mekanizmasının ne zaman harekete geçirileceği kesin kurallarla çizilmiş olmasa da ancak belirli bir sayıda ölümün gerçekleştiği felaketlerde, müzik etkinlikleri (bazen dışarıdan baskılarla) ivedilikle iptal olur. 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından süregelen terör olayları ve takip eden şehit haberleri üzerine bu yaz boyunca birçok konser iptal edildi. Hatta bu duruma istinaden Ogün Sanlısoy, Funda Arar ve Fazıl Say gibi sanatçıların tepkilerini duyduk.

Konu hakkında yıllardır sunulan savlar bellidir ve aslında hâlihazırda da durumun mantıksızlığını ve ikiyüzlülüğünü basitçe ifşa etmektedirler. Kısaca bahsetmiş olalım: Müzik (ve diğer sanat türleri) sadece “eğlendirme” kaygısı gütmez, hatta yeri geldiğinde yas duygusu için kilit bir önem arz eder. (Bunun hakkında bir makalem, “Savaş Esnasında Müzik ve Sanata Dair Bir Metafor: Mostar Köprüsü” ismiyle Bant dergisinin Kasım 2012 sayısının “Müzik: Kısalar” kısmında yayımlanmıştı. O sene de PKK’nın Dağlıca’daki Yeşiltaş Karakolu saldırısında sekiz askerimiz şehit olmuştu ve yine konserlerin iptal edilmesi gündemdeydi.) Oysaki doğrudan eğlendirme amacı güden televizyon dizileri ve diğer programlar yayımlanmaya, sergiler, sinema gösterimleri, tiyatro oyunları ve sanatın diğer tüm türleri icra edilmeye ve spor müsabakaları da oynanmaya devam etmektedir… (Ki bu etkinliklerin çoğuna müzik dahildir!) Ama nedense konserler akla ilk (ve tek) gelen faaliyetlerdir ve adeta şehit verilmesinin başat nedenilermiş gibi hemen susturulmaktadırlar. Bir iki yüzlülük de yasın başlangıcı ve süresiyle alakalıdır: Kaç şehitten itibaren konserlerin iptal edilmesi doğrudur? Şehit sayısı çift basamaklara çıktığı zaman mı sadece? Peki ya kaç gün boyunca susturulacaktır konserler? Felaketin üzerinden kaç gün geçmesi gerekmektedir bu müphem yasın tutulması için ki ardından müzik etkinlikleri yeniden başlasın? Ve tabii ki Ogün Sanlısoy’un sanatçı perspektifinden sorduğu diğer haklı soru: “Sen dükkânının kepengini kapattın mı ki, benim ekmek kapımı kapatmamı istiyorsun?”

Ogün Sanlısoy’un Facebook sayfasında yayımladığı yazının altındaki yorumlarda, konu hakkındaki fikirlerin genel bir dağılımını görüyorum yine. Yukarıdaki mantıksızlıklara herhangi bir cevap vermeye yanaşmasalar da konserlerin iptal edilmesini haklı, geleneklere ve dini inanışlara uygun bulanlar ile Sanlısoy’un savlarını tasdik edenler birbirlerine düşmüş. İptalleri onaylayanların söylemleri belli: Böyle acılı bir günde müzik dinlenir mi? Eskiden cenaze evlerinde radyo ve televizyon bile açılmazdı; müzik dinlemek için birkaç gün bekleyemez misiniz?

Sovyet bir asker Leningrad’daki “Yedinci Senfoni” konserine bilet alırken – Ağustos 1942

Sorulan bu sorulara hem bu makalede hem de Sanlısoy’un yazısında, hatta aslında yıllar boyunca sayısız mecrada yanıt verildi. Ama kendileri de müzik dinleyicileri olsa dahi kimi insanların dönüp dolaşıp yine müziğin susturulmasını, müziğe oto-sansür uygulanmasını uygun görmesi beni müzik hakkında düşündürüyor. Bu kişiler felaket veya savaş anlarında televizyondaki evlilik programlarından bile rahatsız olmazken, neden akıllarına hemen müzik etkinlikleri geliyor? Yoksa bu durum –hem birey hem de iktidar düzeyinde– müziğe dair bir tahammülsüzlüğün dışavurumu mu? Müziği diğer sanat etkinliklerinden ve spor müsabakalarından daha dikkat çekici kılan şey ne? Aslında müzik tarihi bu sorunun yanıtını farklı dönem ve durumlarda sıkça veriyor. Bunlardan birisi de 20. yüzyılın en büyük bestecilerinden Sovyet Dmitri Şostakoviç’in “Leningrad” ismiyle anılan “Yedinci Senfoni”sinin hikâyesidir. Bu kompozisyonun yazılış, yurt dışına kaçırılış ve icrasına dair çarpıcı hikâyesi günümüzün konser iptal etme alışkanlığıyla öyle büyük bir tezat oluşturmaktadır ki, her iptal haberinde zihnim Şostakoviç’i, bu senfonisini ve savaş esnasındaki Sovyetleri anar.

Şostakoviç II.Dünya Savaşı’nın başından itibaren vatanperverlik heveslerini ortaya koyuyordu. Haziran 1941’deki Nazi istilasından sonra orduya yazılmak için sivil savunma birliğine başvursa da göz bozukluğu yüzünden reddedilmişti. Vazgeçmeyen Şostakoviç Leningrad Konservatuarı itfaiyesine yazıldı. Konservatuarın çatısında çekilen, besteciyi itfaiyeci miğferi ve kıyafetiyle gösteren meşhur fotoğraf propaganda amacıyla bütün Sovyetlerde yayımlandı.

Bir ay sonra Şostakoviç, savaş esnasında hissedilen duyguları Natüralist bir edayla işlemeyi hedeflediği “Yedinci Senfoni”si üzerinde çalışmaya başlamıştı. Eylül ortası gibi Leningrad radyosunda verdiği bir mülakatta, o tarihi sözlerini telaffuz etti: “Sanatımız büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Müziğimizi savunacağız.” Bu dönemde, Leningrad’a (bugünkü Sankt Petersburg) düşmeye başlayan Alman top mermileri, 872 gün sürecek ve şehrin savaş öncesi nüfusunun üçte birini silecek olan işgalin başlangıcının haberini veriyordu. Şostakoviç’in arkadaşlarının anlattıklarına göre, bir keresinde besteci, yazdığı kadarlık kısmı piyanoda arkadaşlarına çalarken hava saldırısı sirenleri duyulmaya başlamış, Şostakoviç ise hiç bozuntuya vermeden çalmaya devam etmiş -ta ki piyanodaki sesler uçaksavar mermilerinin gürültüsü altında duyulamaz hale gelene kadar.

Şostakoviç etrafındakilerin ısrarları sonucu 1 Ekim’de şehri terk edip Kuybişev’e yerleştikten sonra, 1942’nin Mart ayında senfoninin dünya prömiyeri Bolşoy Tiyatrosu Orkestrası’nın icrasıyla yapıldı. The New Yorker dergisinin aktarmasına göre, bestenin dünya çapında duyulması ise başlı başına bir macera. Eserin partisyonu ilk önce mikrofilme aktarıldı, teneke bir kutu içinde saklanarak uçakla Tahran’a, ardından arabayla Kahire’ye, yeniden uçakla Güney Amerika’ya ve son olarak da New York’a getirtildi. Şostakoviç’in birinci, üçüncü ve altıncı senfonilerini yöneten ünlü şef Leopold Stokowski ile Arturo Toscanini arasındaki uzun mektuplaşmaların ertesinde, Stokowski bestenin ilk performansını yönetme onurunu Toscanini’ye bıraktı. “Yedinci Senfoni”nin Amerika’daki prömiyeri 19 Temmuz 1942’de yapılırken, bir gün sonra Time dergisinin kapağında Şostakoviç’in itfaiyeci kıyafetiyle gösterildiği bir illüstrasyon vardı. Sovyet besteci Müttefik Devletler’in cesaret ve zafer sembolü olmuştu.

Şostakoviç eserin yazıldığı şehirdeki performansını aslında Leningrad Filarmonik Orkestrası’nın üstlenmesini diliyordu ama kadro devlet tarafından Novosibirsk şehrine sevk edilmişti. Leningrad Şehir Sanatları Departmanı’ndan iki yöneticinin önayak olması ile senfonin işgal altındaki şehirde Leningrad Radyo Orkestrası tarafından icra edileceği ve hazırlıkların başladığı 2 Nisan 1942’de halka duyuruldu. Leningrad’ın savunmasıyla ilgilenen (ve Stalin’in halefi olması beklenirken liderden önce ölen) bir Sovyet politikacı, Andrey Jdanov da duyurunun ardından, önceden sekteye uğramış olan radyodaki müzik yayınlarını yeniden başlattı. Bu noktadan sonra senfonin icrası Sovyet halkı için bir gurur meselesi haline geldi. Leningrad otoriteleri bu performansın propaganda etkisinin yanında, halkın morali üzerinde de olumlu etkisinin olacağının bilincindeydi.

Ama bu performans nasıl gerçekleştirilecekti? 40 kişilik orkestranın bir kısmı açlıktan ölmüş, bir kısmı cephede savaşıyor, geriye kalan 14-15 kişilik ekip ise şehirde açlıktan kıvranıyordu. Orkestra şefi Karl Eliasberg şehirde kalan orkestra üyelerinin evlerini teker teker gezerek bir araya topladı. Bir deri bir kemik kalmış olan müzisyenler konser kıyafetlerini ve çalgılarını yanlarına alarak soğuk stüdyoda provalara başladı. Senfoninin 252 sayfalık partisyonu Kuybişev’den Leningrad’a askeri uçakla getirtildi.

Bir şekilde bir araya getirilen 30 müzisyen üç saat sürmesi planlanan ilk provada ancak 15 dakika dayanabildi. Bundan sonraki provalarda, başta bakır nefesliler grubu olmak üzere birçok müzisyen açlık ve soğuğa dayanamayıp bayıldı. Halktan müzik severlerin gıda desteği ve prova stüdyosuna yerleştirilen sıcak tuğlalara rağmen üç müzisyen provalar esnasında vefat etti. Orkestranın eksikleri, şehrin etrafına asılan müzisyen ilanları ile komuta sahibi korgeneral Leonid Govorov’un insiyatifinde, cephede görev yapan müzisyenlerin çağrılması ve Sovyet ordusu bandolarından müzisyen desteğiyle tamamlandı. Haftanın altı günü Puşkin Tiyatrosu’nda gerçekleştirilen provalar sayısız defa hava saldırısı sirenleriyle bölündü. Bu esnalarda müzisyenlerin bazılarının uçaksavar ve itfaiye görevleri olduğu için provaların da oldukça verimsiz geçtiği iddia edilir. Orkestra performans gününden önce senfoniyi baştan sona sadece bir kez, son kıyafetli provalarında çalabilmişti.

Konser, Hitler’in Leningrad’ı ele geçirişini kutlamayı planladığı 9 Ağustos 1942 tarihinde, şef Eliasberg’in önceden kaydedilmiş bir anonsuyla başladı:

Yoldaşlar – şehrimizin kültürel tarihinde yer alacak büyük bir olay gerçekleşmek üzeredir. Birkaç dakika içinde, harikulade vatandaşımız Dmitri Şostakoviç’in ‘Yedinci Senfoni’sini duyacaksınız. Kendisi bu müthiş besteyi düşman Leningrad’a delicesine saldırdığı esnada yapmıştır… Faşist domuzların bütün Avrupa’yı bombaladığı ve Avrupa’nın da Leningrad’ın sonunun geldiğini düşündüğü esnada. Ama bu performans ruhumuzun, cesaretimizin ve savaşa hazır olduğumuzun şahididir. Dinleyiniz, yoldaşlar!

Kuşatma esnasında Leningrad

Performansın güvenliği için konserden kısa bir süre önce de Korgeneral Govorov “Fırtına” kod isimli bir operasyonla, Sovyet istihbaratının birkaç hafta önce tespit ettiği Alman top mevzilerine saldırı başlatmıştı. Amaç, Almanların önceden haberini aldığı konseri engellemelerinin önüne geçmek ve konser için yerleştirilen hoparlörlerden ses duyulacak kadar sessizlik sağlamaktı. Govorov ayrıca cephedeki askerleri radyodan konseri dinleme konusunda teşvik bile etmişti. Bunlarla birlikte Leningrad’ın farklı yerlerine yerleştirilen hoparlörlerle konser tüm şehre ve hatta Alman cephesine kadar duyuruluyordu. Müziğin bu şekilde psikolojik bir silah haline gelebileceği ve düşmanın moralini çökertebileceği sonradan şef Eliasberg’in konuştuğu kuşatmadaki Alman askerleri tarafından bile teyit edilmişti. Bir asker, “Kahramanların senfonisini dinler gibiydik,” derken, bir başkası, “Biz kimleri bombalıyoruz ki? Biz asla Leningrad’ı alamayacağız çünkü buradaki insanlar kendi varlıklarını önemsemiyorlar.” Performans esnasında yorgunluk ve açlıktan bayılan müzisyenlere bağırarak destek çıkan seyircilerin gözyaşları ve bir saatlik ayakta alkışlarıyla konser bitti. Parti liderlerinin, askeri personelin ve halkın doluştuğu konser salonunda tek bir kanı vardı: Şostakoviç yarattığı bu müzikle Leningrad’ın acısının biyografisini kaleme almıştı ve tüm Sovyet halkına dayanma gücü vermişti.

Baskıcı iktidarların müzik etkinliklerine karşı savaşta ya da barıştaki tahammülsüzlükleri anlaşılabilir: Sonuçta, bir kalabalığın önünde yapılan bir müzikal icrada değişik, alışılmadık psikolojik faktörler faal hale gelir. Bir resim sergisindeki tabloya bakmakla bir konser salonundaki kalabalık içinde müzik dinlemek birbirlerinden oldukça farklı edimlerdir. Bir konser esnasında dinleyiciler bir eseri kolektif biçimde özümser ve hatta icracılarla da birlikte tek bir zihin haline gelir. Paranoyak iktidarların zamandan bağımsız olarak böyle performanslardan çekiniyor olmalarının nedeni bu olabilir.

Ama ya biz sıradan vatandaşlar? Müzik dinleyicileri olarak “Yedinci Senfoni”nin hikâyesinden öğrenebileceğimiz hiç mi bir şey yok?

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.