80’ler Hollywood Sineması

810
0
Paylaş:

Hollywood için “10 ayın sultanları” diyebileceğimiz Şubat ve Mart aylarına gelmiş bulunmaktayız. Öncelikle Altın Küre ve sonrasında Oscar ödülleri ile birlikte, Amerikan Sinema Yazarları Birliği ödülleri gibi birçok farklı konsept ve kategoride ödül önümüzdeki günlerde sahiplerini bulacak. 2021 ödül sezonu arefesinde Hollywood sinemasına 1980’li yılların Amerika perspektifinden, akademik ve bir o kadar da retro bir bakış atmak isterseniz yazının devamı ilginizi çekecektir diye düşünüyorum.


HOLLYWOOD SİNEMASI NEDİR?

“Hollywood sineması; popüler beğeniye göre film üreten, manipülatif işlevi ve önemi olan, konjonktürel yönelimleri yansıtan (yani dönemin sosyal ve siyasi yapısının bağlı olduğu unsurlar), eğlenceye ve haz duygusuna nitelikten önce önem veren, gişe hasılatları amaçlayan ticaret sineması üreten, film veya sanat üretim sürecini metalaşmaya dönük olanaklarıyla değerlendiren devasa bir sinema endüstrisidir.”

BEYAZ SARAY SİNEMASI NEDİR?

“Beyaz Saray Sineması: ABD’nin ulusal çıkarlarına, devlet otoritesine, ordunun güvenirliliğine, ABD’nin uluslararası politikalarına karşı olmayan, aksine bu ölçüleri koruyan, söz konusu politikaları korporatist anlayışla geliştiren sinema anlayışıdır.”

Örnek: Reagan döneminde muhafazakar anlayışta çekilen filmler ya da 11 Eylül sonrasında çekilen Sum Of All Fears (En Büyük Korku) 2002, Black Hawk Down (Kara Şahin Düştü) 2001, ya da Oscar şampiyonu The Hurt Locker (Ölümcül Tuzak) 2008, gibi filmler.

PRE-REAGAN DÖNEM YA DA AMERİKAN’IN “SÜPER GÜÇ” KONUMUNA YÜKSELMESİ

Amerika, 1930’lu yıllardan özellikle de II. Dünya Savaşı’ndan itibaren sinemayı kendi amaçları için, günümüze dek kullanagelmiştir. “ABD sineması (yani Hollywood), II. Dünya Savaşı’na yaklaşan günlerde sol’a; savaş ile birlikte faşizm, Almanya ve Japonya’ya, savaş bittikten sonra da bu kez komünizm’e karşı açıkça kullanılmıştır.”

“ABD her iki dünya savaşından da en az zarar ve en çok karla çıkan ülke olmuştur. ABD’ye “Süper Güç” denilmeye başlandığı bu dönemde, kapitalist rekabet içindeki Almanya ve Japonya’nın etkinliği dümdüz edilmiştir. Bu bölgelerde ABD’nin ekonomik-siyasi ve askeri gücü tahkim edilmiştir. Sosyalist blok ile emperyalist-kapitalist blok arasında savaş sonrası dönemde ideolojik kutuplaşma belirginleşmiş, artık silahlarla güdülmeyen siyaset “Soğuk Savaş” denilen ideolojik bir harbe dönüşmüştür.”

Bu bağlamda ABD dış politikasındaki dönüm noktasını 1947 yılında ABD dışişlerindeki önemli sovyet uzmanlarından George Kennan’ın kavramsallaştırdığı “çevreleme politikası” Sovyet blokuna karşı uygulamaya konması olmuştur. Bunu aynı yıl “özgür uluslara yönelik silahlı saldırı veya dış tehditlere karşı destek verilmesini” içeren Truman doktrini, savaşın çökerttiği Avrupa’nın kalkınması için Marshall Planı, batı blokunun güvenliğini sağlamak amacıyla 1949 yılında Kuzey Atlantik Paktı’nın oluşturulması takip etmiştir. Kore savaşı, Küba krizi ve Vietnam gibi bloklararası doğrudan veya dolaylı çatışmalara sahne olan Soğuk Savaş döneminde küresel bir güç konumuna gelen ABD, dış politikasını dayandırdığı özgürlük ve demokrasi gibi temel değerleri salt komünizmle mücadele kavramı ile özdeşleştirmiş ve bu uğurda anti-demokratik rejimlere destek vererek hem kendi savunduğu ideallerle çelişkiye düşmüş, hem de özellikle kalkınmakta olan ülkelerde Amerikan aleyhtarlığının tohumlarını –Sovyet propagandasının yanı sıra- bizzat kendisi ekmiştir.

Çevreleme Politikası

“Soğuk savaş psikolojisinin dünyaya hakim olmasıyla birlikte ülkeler kendilerine bir taraf seçmek zorunda kalmışlardır. Özellikle üçüncü dünyanın 1945’lerden itibaren yaşamaya başladığı bağımsızlaşma süreci (dekolonizasyon) Doğu ve Batı bloklarının yakından takip ettiği bir olgu haline gelmiştir. Bu yeni bağımsızlaşmış ülkeleri, her iki blokta kendi tarafına çekmek istemiştir. Bunu sağlamanın en kolay yolu olarak da bu ülkelere hatırı sayılır miktarlarda maddi destek sağlaması yolu seçilmiştir.”

“Bu pozisyonda Batı Bloğu’nun güttüğü çevreleme politikasındaki amaçları: Sovyetleri pazarlıkta köşeye sıkıştıracak direnç noktaları aratmaktı. Sovyet liderlerinin, alternatif politikaların yararsızlığı görüldüğünde barışçı politikalar izleme kapasitesine sahip olduklarına önemli ve destekleyici delillerle inandılar bu çevreleme politikasının tamamen saldırgan olmayan, vurgulanan umuduydu ve bu umut sözü edilen politikanın yerleşme olasılığındaki inanca dayanıyordu.”

G. Kennan için: “Endüstri, güç için anahtar bileşendi. Endüstri gücün hammaddesiydi”. Ve ABD endüstri merkezlerinin çoğunu kontrol ediyordu. Dünyada beş tane merkez vardı, bunlar; Birleşik Devletler, İngiltere, Batı Almanya, Japonya ve Sovyetler Birliği’ydi. Birleşik Devletler ve gelecekteki müttefikleri bunlardan dördüne sahipti ve Sovyetler tek başınaydı. Çevreleme politikası, Sovyetleri kendi bölgesine hapsetmekti.”

gorbachev-reagan

Truman Doktrini

“Truman Doktrini, politikasının bir parçası olarak düşünülmelidir. Türkiye üzerinden örnek verirsek, SSCB ve Türkiye arasında kaynağını Boğazlar sorunun oluşturduğu bir anlaşmazlık süregelmiştir. Savaş bittikten sonra bu gerilim daha da artmıştır. “19 mart 1945’te, dönemin Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov Türkiye ve Sovyetler arasında 1925’te imzalanan saldırmazlık paktının geçersiz olduğunu açıklamıştır.”

1947’ye geldiğimizde içinde bulunduğu ekonomik zorluklardan ötürü Balkanlarda savaş sonrasında önemli bir güç olması planlanan İngiltere bölgeden çekilme karar almıştır. (1946 yılında İngiltere’nin ödemeler dengesi açığı 380 milyon sterline ulaşmıştır.)

Sovyetlerin Balkanlar üzerindeki baskıları ve İngiltere’nin çekilme kararı üzerine ABD Başkanı Harry Truman kongrede kendi adıyla anılacak doktrini açıklamıştır:

”İnanıyorum ki; Birleşik Devletlerin politikası, silahlanmış azınlıkların baskısına veya dış baskılara direnen özgür insanlara destek vermek olmalı. İnanıyorum ki; kendi kaderlerini, kendi yollarıyla belirlemek isteyen insanlara yardım etmeliyiz. İnanıyorum ki; yardımlarımız öncelikle ekonomik ve politik istikrarı sağlamak için gerekli olan finansal yardım şeklinde olmalı.”

Bu bağlamda “bunun bir başlangıç olduğunun anlaşılması şartıyla Türkiye’ye 150 milyon dolarlık bir yardım için kongreden istekte bulunulmuştur.” Bu noktadan sonra rahatlıkla Türkiye, Soğuk Savaş’ta tarafını belli etmiştir denebilir.

Bahsettiğimiz bu iki olgu; daha sonra bahsedeceğim aşırı milliyetçi, militarist ve muhafazakar Cumhuriyetçi ideolojinin oluşmasında başrol oynayan daha doğrusu Reagan dönemi “Yeni Sağ” siyasetinin üstünde yükseldiği temeller olarak düşünülebilirler.

REAGAN DÖNEMİ

Özgürlükçü 60’lı yıllar, 70’li yıllar süresince yaşanan ekonomik, sosyal toplumsal olaylar sonrasında (örn: Watergate Skandalı, Vietnam Savaşı, Rusya’nın Afganistan’ın işgali…) Amerika 80’li yıllarla birlikte yeni bir yapılanma sürecine girmiştir.

Yeniden yapılanmanın, yeni dünya düzeninin şampiyonları ABD Başkanı Ronald Reagan, İngiltere Başbakanı Margareth Thatcher’dır. Reagan iki defa (1981- 1989 yılları arasında denk düşüyor.), İngiltere başkanı Margareth Thatcher üç defa seçimi kazanmışlardır. Bu başarıda teknolojik devrimin de çok önemli bir rolü vardır. Artık medya tamamen merkezidir. 1960’lı yılların çoğulcu, -dönemin özgürlükçü anlayışını yansıtan- durumdan söz etmek mümkün değildir.

“Dönemin ekonomik süreçleri, siyasal yapıları ve toplumsal ilişkileri piyasa dinamiklerince belirlenir duruma gelmiştir. Toplumsal ya da ulusal yarar adına düzenlenmiş olan ilişkiler piyasa ekonomisinin serbestleşmesine bağlı olarak tasfiye edilmeye başlanır. Devletin konumunda siyasal ve toplumsal yapılarda liberal ekonominin yönelimine bağlı olarak dönüşümler uygulanır.” Yeni Sağ ideoloji, refah/sosyal devletin bugüne değin taşıdığı belirli işlevleri daraltıp, piyasacı devletin koşullarını hazırlamaya, bu yönde bir egemenlik oluşturmaya çalışır. “Devletin ekonomik süreçlerdeki merkezi konumu küçültülürken, sermaye birikim sürecinin büyük ya da küçük ölçekli unsurları sermayenin asıl aktörleri haline haline getirilmiştir. Rekabetçi piyasa, söz konusu aktörlerin de dinamik bir şekilde yer değiştirebileceği olanakları yaratır. Aynı zamanda sermayenin önündeki engellerin kaldırılmış olması kapitalizmin küresel entegrasyonunu da beraberinde getirir.”

Bu entegrasyon işgal anlamına gelmektedir. Kültürel yani kültür emperyalizmi dediğimiz şey ya da gerçek anlamda, fiziksel işgal yani; Körfez Savaşı ya da Irak’ın işgali gibi.
80’li yıllar süresince Reagan’ın danışmanlığını ve 2000’li yıllarda George W. Bush’a danışmanlık yapmış olan Robert Zoellick, Cumhuriyetçi Parti’nin, yani “Yeni Sağ” ideolojinin, beş dış politika ilkesini şöyle sıralamıştır:

1. ABD, ulusal çıkarını takip etmekten ve tehlike karşısında gücünü kullanmaktan çekinmemelidir. (Reagan döneminde Nikaragua’ya yapılan operasyon ve günümüzde George W. Bush döneminde Irak’ın işgali.)

2. Çağdaş Cumhuriyetçi dış politika, ABD’nin ittifak ve koalisyon içerisinde olduğu partnerlerinin sorumlulukları onunla paylaşmalarını gerektirmektedir. (Örn: İngiltere’yle kurulan ittifak. Reagan’ın, Arjantin’le yapılan Falkland Adaları savaşında Thatcher’a, İngiltere’ye verdiği destek.)

3. Uluslararası örgüt ve anlaşmalar etkin dış politika araçları olarak müzakereleri kolaylaştırmalı, ortak çıkarlara hizmet etmeli ve anlaşmazlıkların işbirliği yoluyla çözümlenmesini sağlamalıdırlar. Buna karşın, her türlü sorunun sadece çok-taraflılık ilkesine dayanılarak çözümlenmeyeceği kesindir; (Örn: Irak’ın işgali sırasında Birleşmiş Milletler’in tanınmaması.)

4. Bilişim ve iletişim alanında gerçekleştirilen devrimler, ticaret ve finansın siyaset ve güvenlik alanında da daha büyük bir rol oynamasına yol açmıştır. ABD dış politikaları bu yöndeki gelişmelere, piyasaları ve zihniyetleri açarak katkıda bulunmalıdır;
(Örn: Reagan döneminde yaşanan ve medyayı mekezileştiren teknolojik devrimler.)

5. ABD kendisine karşı nefret besleyen ve her türlü nükleer, biyolojik ve kimyasal silahı kullanmaya hazır olan düşmanlarına karşı son derece uyanık olmalıdır. (Örn: I. Körfez Savaşı, Irak’ın işgali ve günümüzde İran’ın konumu ve ABD’nin tutumu.)

REAGAN DÖNEMİNDE HOLLYWOOD

Hamdi Karaşin’e göre 80’ler Hollywood’un da dönemin konjonktürel ruhuna da denk düşen parlatılan temalar ;

– Girişimcilik-Bireycilik
– Piyasacılık
– Özelleştirmecilik
– İzolasyon-Yabancılaşma
– Eğlence-haz-dans ve tüketim
– Çocukluk-Gençlik

Douglas Kellner’a göre: 1978-1980 yılları arasında çekilen John Carpenter’ın “Halloween” ve Brian De Palma’nın “Dressed To Kill” (Öldürmeye Hazır) filmleriyle, aynı dönem çekilen iki muhafazakar Vietnam filminin Michael Cimino’nun “Deer Hunter” (Avcı), Francis Ford Coppola’nın “Apocalypse Now” (Kıyamet) ortaya çıkışı tesadüf değildir. Bu filmlerin dördü de, eril iktidar ve sağ kanat şiddetin kadınlara ilişkin gerilemeci betimlemeler eşliğinde savlanmasıyla ayırt edilir ve söz konusu dönem içinde Amerikan kültürünün girdiği bir dönemeci haber verir ki, bu dönüşün çizdiği yörünge, Reagan’lı seksenlerde Yeni Sağ’ın Amerikan siyasetinde itici bir güç olarak yükselmesi ve militarizmin taze bir güç kazanması ile kesişecektir.”

“Amerikan kültüründe militer kahramanlığa ilişkin sinemasal temsillerle ulusal özgüven duygusu iç içe geçmiş gibidir. Özellikle muhafazakar bakış açısına göre, ulusal azamet, askeri güç kullanımından geçer. “Savaş sırasında, ulusal eril itibarı temsil eden askerlerin dayanıklık ve cesareti sınanır ve kanıtlanır.”

II. Dünya Savaşı sonrasının bu ritüele ilişkin sinemasal temsillerinde, erkekliğin kanıtlanmasına Amerikan askerini ezilmiş halkların yiğit kurtarıcısı ve özgürlük savunucusu olarak resmeden bir milliyetçi idealizm eşlik etmiştir.

“Ne var ki savaşın sona ermesinin ardından, faşist hareketin sağ kanat korporatizmine karşı politik özgürlüğün savunulması, yerini hem Sovyet komünizmine, hem de Latin Amerika’dan Güneydoğu Asya’ya kadar dünya üzerindeki bütün ulusal bağımsızlık mücadelelerine karşı savunucusu Amerikan askeri efsanesine, kapitalizm savunusunun gerektirdiği üzere politik özgürlük ve demokratik hakların sık sık gözardı edilmesiyle kısa zamanda gölge düşmeye başlamıştır. Reagan dönemiyle birlikte, Kellner’ın deyişiyle “Yeni Militarizm” doğmuş ve 80’li yıllar boyunca Hollywood da bu anlayışta birçok savaş filmi çekilmiştir. Geçmişe ait “haklı savaş” kavramının çağdaş bağlamda yeniden ortaya sürülmesi, Amerikan sağının, muhafazakar ve sağcı bir hareket olmanın ötesinde kendisini komunizmi yeryüzünden silmeye adamış Alman Nazizmini ısrarla komünizmine eşitlemesini hatırlatır.”

“Nitekim kimi militarist filmlerde, Vietnamlılar, Ruslar ya da “düşmanlar Japon ve Alman askerlerinin II. Dünya Savaşı’nda giydiklerine dikkat çekici ölçüde benzeyen üniformalar içinde sunulur.”

“Bu dönem çekilen filmlerin metinlerindeki anahtar unsur; Vietnam yenilgisi ve 70’ler feminist ve sivil hak hareketleriyle birlikte büyük kayıplara, erozyona uğrayan “beyaz erkek” gücünün, onurunun “re-maskülinizasyon”u ve yeniden inşasıdır. Bu filmler; erkek gücünün imgeleri üzerinden, Amerikan masumiyetini, dayanıklılığını, savaşçı kahraman ruhunu ve de Reagan dönemi ideolojilerine uygun şekilde militarist Amerikan vatanseverliğini yansıtırlar.”

“Bu filmlerde ırkların tematik gösterimi de, militarist içeriğin yansıtılmasına uygun şekilde planlanırlar. Ruslar ya da Vietnamlılar (Kübalı ve zaman zaman Meksikalılar) “kötü”lüğün vücut bulmuş halindeki yabancı ve düşman “Onlar” olarak temsil edilir ve ötekileştirilirler. Amerikalılar ise “erdem”in vücut bulmuş halini, iyiliği, masumiyeti ve kahramanlığı temsil ederler. Kellner’ın deyişiyle “Reagan militarizminin inanç sistemi güçlü bir ordu ve muhafazakar, ahlaki militarist değer ve duygular üzerine kuruludur. Erkek kahramanlar, toplumu düşmanlardan, ahlaksal çürümeden ve feminizmden koruyan, Reagan dönemi ideal “beyaz erkeğinin” temsilleridirler.”

Bununla birlikte bu kahramanlar dönemin “serbest piyasa ekonomisi” ve ferdi girişimciliğine paralel olarak, bireysel kahramanlığı ve başarıyı ön plana çıkartırlar.

Red Dawn (Kızıl Şafak) 1984

Dönemin en iddialı komünizm karşıtı filmlerinden biri John Milius’un Kızıl Şafak’ıdır. Film, Amerika Birleşik Devletler’nin Sovyet-Küba ittifakı sonucu uğradığı işgali – bununla birlikte III. Dünya Savaşının çıkmasını- ve dağlara kaçıp saklanan bir grup Amerikan gencinin bir gerilla! kuvveti oluşturarak, işgalci güçlere karşı savaşmasını anlatır.

“Film tam, Reagan’ın Nikaragua’da ve dünyanın diğer ülkelerindeki komünist rejimlere karşı anti-komünist, faşist kontralara askeri destek verdiği dönemde gösterime girmiştir. Kızıl Şafak böylece Reagan’ın Sovyetler Birliği ve komünizm ile ilgili yarattığı nefret ve korku politikalarını yeniden üretimini sağlamış ve halkın da bu korkuları paylaşmasına ön ayak olmuştur.

“Film alışılagelmiş sağcı temaların yanı sıra (Sovyet askerlerinin toplama kampı muhafızlarını aratmaya aşağılık yaratıklar, Latin Amerikalı devrimcilerin onların maşası, Birleşik Devletler’in ise özgürlük ve adaletin nihai kalesi olması gibi), yirmili ve otuzlu yılların faşist ve nasyonel sosyalist ideolojilerinden izler taşıyan bazı motiflerler ayırt edilir.”

8O’LER “BEYAZ” ORTA SINIF AMERİKAN AİLESİ VE KORKULARI

Kellner’ın deyişiyle: “Korku filmleri, yetmişli ve seksenli yılların en çok rağbet gören sinema türleri arasındaydı. Göründüğü kadarıyla ürküntü, güvensizlik ve özgüven yokluğundan kaynaklanan yaygın ruh haliyle ilintili bir fenomen olarak, gizli güçlerle, şeytan tarafından teslim alınmayla, kesip biçmeyle, psikozlu katiller, kurt adamlar ve vampirlerle ilgili film döngüleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu filmler, kültürel kaygının, özellikle de aileye, çocuklara, politik liderliğe ve cinselliğe ilişkin kaygıların artan seviyelerine işaret eder.”

“Toplumsal kriz dönemlerinde çeşitli türlerden kültürel temsiller ortaya çıkar. Kimi can sıkıcı gerçekliğe karşı birtakım çözüm ya da alternatifler ileri sürüp bunları idealize eder, kimi bu kritik durumun ortaya çıkardığı büyük korku ve kaygıları, çözünmelerine ya bir umuda ya da çözüme yer vermeyen nihilistik, bir dünya görüşü oluşturur. Korku filmleri türü, yaşanan toplumsal, siyasi, sosyal değişimlerin, özellikle de feminizm, ekonomik krizin ve politik liberalizmin neden olduğu birtakım hayati kaygı, gerilim ve korkuların kendilerine çıkış yolu bulduğu yerdir. Gizli güç (okült) motifleri sergileyen filmler, toplumsal normalliğe ve yürürlükteki kurumsal düzene yönelen tehditleri temsil etmek, ya da bastırmak için sıklıkla şeytani ya da doğaüstü figürlere başvururlar.”

Reagan dönemi ideolojisi: “Ben” normal olanım ve herkes “Ben”im gibi olmalı “Ben”den farklı olan, normal değildir, şeklindedir. Ve ideolojiye göre buradaki yani ideoloji adına konuşan “Ben”: Batılı, orta ya üst sınıfa mensup “Beyaz” erkeği ve onun “orta sınıf aile”sini temsil eder. Ve farklı ırka, sınıfa, gruba ait öğeleri ikincil, yan ürün, aşağı olarak görür. Bununla birlikte bu grupları kendi içlerinde hiyerarşiye sokarak gruplandırır.

Bu ideolojiye bağlı olarak çekilen Hollywood filmlerinde de bu hiyerarşi rahatlıkla görülebilir. Bu sınıflandırma içerisinde “kadın”lar ötekileştirilirler. Kamusal çalışma alanları, daha aktif, aynı zamanda akıllı, rasyonel ve mütehakkim “erkek”ler için ayrılmışken, kadınlar doğaları gereği edilgen, pasif itaatkar, evcil, hizmetçi yaradılıştadırlar ve uygun yaşam ortamları, özel hayatın alanı olan “ev”dir.

Poltergeist (Kötü Ruh) 1982

Steven Spielberg (E.T.) yapımcılığında ve Tobe Hooper (Texas Katliamı) yönetmenliğinde çekilen Poltergeist (Kötü Ruh), Reagan döneminde orta sınıfa mensup “beyaz” çekirdek bir ailenin sınıfsal düşüş korkularını (iş, ev ve ailenin kaybedilmesi gibi) gizli ve şeytani güç metaforlarını kullanarak anlatır.

Film, dönemin muhafazakar hegemonya sonucu ortaya çıkan sosyal kaygıların alegorik bir anlatımıdır. Reagan dönemi, Amerikan tarihinde daha önce yaşanmamış bir sınıfsal çatışmaya (sınıflar arasında yaşanan büyük çapta bir yeniden paylaşım) sahne olmuş ve varlıklı orta sınıf ve üst sınıfa mensup ailelere, şiddetli kapitalizmin bir getirisi olarak, varlığını, sınıfsal konumunu kaybetme, işsiz kalma gibi korkuları beraberinde getirmiştir. Bu dönemde çekilen muhafazakar korku filmleri, genellikle aktif otorite ve kurumların kötülüğü altetmesinin fantazilerinin seyircinin üzerinde yarattığı tatmin duygusu üzerine kuruludur. Ancak Poltergeist (Kötü Ruh) ve onun çağdaşı diğer bazı korku filmleri, tarihsel ya da evrensel kötülüğün, otoriter (devlet) güç tarafından yokedilemiyeceğinin savının gösterimini yapmış ve izleyiciyi bu tatmin duygusundan mahrum bırakmışlardır. Bununla birlikte bu filmler, toplumu kriz içerisinde göstermiş, geleneksel otoriter güçlerin öfkeli evrensel kötülüğün yenmede yetersiz kaldığını gösterirken, bunu geçerli olan otoriteyi (Reagan’ın Devleti) suçlamak adına yapmamıştır. Aksine yeryüzünde, devletin veya devlete bağlı kurumlarında çözemeyeceği bazı kötücül, şeytani güçler olduğunun altını çizerek, böylelikle hali hazırdaki otoriter gücü aklamış, bir anlamda da düzlüğe çıkarmıştır.

Poltergeist (Kötü Ruh) gibi filmler, canavarlar ve şeytani güçler tarafından saldırıya uğramış –Reagan modeline uygun- muhafazakar, orta sınıfa mensup “iyi” ailelerin ideolojik anlamda korunmasını sinematik anlamda söylemleştirmişlerdir. Poltergeist (Kötü Ruh) söylediğimiz gibi Steven Spielberg’ün yapımcılığında (aynı zamanda senaristliğinde) çekilmiştir. Kellner’a göre aynı yıl çekilen (1982) E.T., Reagan dönemi varlıklı, istediği herşeye sahip, refah içinde yaşayan orta sınıf ailesinin yaşam tarzını ve yaşadığı ortamı daha sempatik ve duygusal bir gösterimini yaparken, Poltergeist (Kötü Ruh) ise bu “yeni” orta sınıf ailenin korkularının, güvensizliklerinin, kabuslarının sembolik gösterimlerini yapar.

DEĞERLENDİRME

“ABD, 21. yüzyıla 20. yüzyılda yaşanan her şeyi geride bırakan rakipsiz bir egemenlik konumuyla girmiştir. Amerika’nın “serbest pazar ideolojisi” artık dünyanın ideolojisidir.”
Ve bu ideolojinin dünya ülkelerine yayılmasını sağlayan baş aktörlerden birisi Hollywood’dur.

Hollywood’un gücünün kaynağı sinemanın tarihinin ötesine, on dokuzuncu yüzyıl sonundan beri kapitalist mübadelenin bütünleyici bileşeni olagelen kültürel iletişim kompleksine (yani “kültür emperyalizmi”) dayanır. Bunun günümüzdeki ismi “küreselleşme”dir.

“Amerikan dış siyaseti önemli gerilimlerle uğraştığı zaman, sinema sektörü, gerilimin giderilmesine ve anlaşma ortamının oluşmasına belirli bir derecede katkıda bulunur. Fakat, devletin projelerinin tehdit altında olup olmadığına da şöyle bir göz gezdirir. Bu tutum, Hollywood’un devlete bakışına ait temel meseleyi gözler önüne serer.”

Sonuç olarak: “Sosyalist bloğun çözülmüş olması, kapitalizmin ideolojik motifinden vazgeçileceği anlamına gelmemektedir. Sınıfların mücadele tarihi hala sürmektedir. Dolayısıyla, kapitalizmin ya da emperyalizmin yayılmacı, entegrasyoncu, tekleştirici yapısı ne kadar işlenirse işlensin, her ulus-devlet kapitalizmin, verili ölçekte egemen ideolojinin bütünlüğüne ihtiyaç duyacaktır. Dünün reel sosyalizmine (yani Sovyetler Birliği’ne karşı) türetilen ideolojik tahkimat, bugün “global terör”, islamcı terör” gibi düşmanlar ilan edilerek, bunlara karşı bir tahkimat yapılarak aynen yürütülmektedir. İdeolojik tahkimatın nesnesi değişmiş olasa da, kapitalizmin ideolojik tutumunda bir değişiklik yoktur.”

Bununla birlikte ABD, sinemayı kendisine muhalif güçlere karşı kullanmanın yanında, kendi ideolojisini, diğer dünya ülkelerine yaymak, aşılamak amacıyla da her zaman bir silah olarak görmüştür.

——–

KAYNAKÇA

Behlil, M. (Yaz 2005). “Global” Sinema ve “Dünya” Sineması”, Seyir No: 2

Çetin, B. (2003). “Siyasal İslamın Türkiye’deki Evrimi”.

Gevgilli, A. (1989). “Kültür Emperyalizmi ve Sinema”, Çağını Sorgulayan Sinema, İstanbul:
Bağlam Yayınları.
Gönen, M. (2007). Hollywood Sineması, İstanbul: Es Yayınları.

Gönen, M. (2004). Paradoksal Sanat Sinema, İstanbul: Es Yayınları.

Karaşin, H. (2005). “Emperyalist Siyasetten Sinemaya: Hollywood’un Hası Beyaz Saray
Sineması”. Yeni İnsan Yeni Sinema.

Kellner, D. (1995). Media Culture: Cultural Studies, Identity and Politics Between The
Modern and The Postmodern. New York: Routledge.

Kellner, D. (1991). Film Politics and Ideology: Reflection On Hollywood Film In The Age Of
Reagan. Velvet Light Trap, Issue: 27

Kellner, D. (1993). “Toplumsal Teori Olarak Postmodemizm: Bazı Meydan Okumalar ve
Sorunlar.” Modemite versus Postmodemite. Mehmet Küçük (derleyen ve çeviren). İstanbul: Vadi Yayınları. 227-259.

Miller, T. (2001). Global Hollywood, London: British Film Institute.

Ryan, M., Kellner, D. (1997). Politik Kamera, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Şeylan, G. (1999). “Küreselleşmenin Gelişimi” Emperyalizmin Yeni Masalı Küreselleşme,
Ankara: Güldikeni Yayınları.

Türkmen, F. (2005). “ABD’nin Dış Politikası: Devamlılık ve Değişim” Doğu Batı, Sayı: 32.

Uluç, G. (2003). Küreselleşen Medya: İktidar ve Mücadele Alanı, İstanbul: Anahtar Kitaplar.

Valantin, J. M. (2007). Küresel Stratejinin Üç Aktörü: Hollwood, Pentagon, Washington,
İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılığı, 2007.

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.