ASPHYX Röportajı: Martin van Drunen ile yeni albüm ve death metal kariyeri üzerine

Paylaş:

Asphyx’i ilk defa Laneth’in 1992 yılı sayılarından birinde Çağlan’ın yazdığı Last One On Earth albüm kritiğinde duymuştum. ‘Boğazdan gelen iltihaplı hırıltılı vokal’ tanımlamasını duyduğumda Bakırköy Meydan Hakan’dan alınacak kasetler listeme girmişti bile albüm. Daha o esnada vokalistin, Pestilence‘ın ilk iki albümündeki mükemmel ses Martin van Drunen olduğundan haberim yoktu. Death metal’in benim için ne kadar önemli bir müzik olduğunu bilen yakın dostlarımın da tanık olduğu üzere, kendisi bu tarzda en sevdiğim üç favori vokalistten biri olarak kalacaktı her zaman.

Van Drunen, bu albümden sonra farklı yollara doğru yürüdü ve yıllar ama yıllar sonra, ekstrem müzik tarihinin en başarılı süpergruplarından biri olarak hafızalara kazınacak olan Hail Of Bullets projesi ve orada yarattığı savaş konsepti ile aklımızı aldı. Bu projede gizli bir beste makinası olan Thanatos‘dan tanıdığımız gitarist Paul Baayens‘in verdiği gaz ile Asphyx’i yeniden kurmaya karar vermiş olmaları beni o kadar çok mutlu etmişti ki, üçüncü albümden sonra dağılan Hail Of Bullets’a üzülecek vaktim bile olmadı. Von Drunen ve Baayens ikilisi, Deathammer’dan Necroceros’a kadar dört iyi albü çıkararak, kendilerine özgü doom soslu death metal’in en iyi örneklerinden biri olarak 2010’lara damgalarını vurdular. Reunion sonrasında grubu en gaz olduğu yıllarda Eindhoven Metal Meeting’de izleyebildiğim için çok şanslı olduğumu düşünüyorum.

Martin van Drunen, Pestilence, Asphyx ve Hail Of Bullets’daki işlerini yanyana koyduğunuzda death metal tarihinin tamamında damgası olan önemli bir adam. Burak, röportaj yapacağını bana söylediğinde dayanamadım ve soruları kendim hazırlamak istedim. O kadar samimi ve içten bir röportaj olmuş ki böyle insanlar var oldukça bu müziğin ölmeyeceğinden emin oluyorsunuz. Bir yanda beraber çalacağı tüm gruplara tek tek yanlarına gidip teşekkür eden Ronnie James Dio’nun izinden giden Martin van Drunen gibi adamlar var iken, içimiz rahat.

Karşınızda 2021’in en iyileri listelerinde olacak ‘Necroceros’un hikayesi ve Martin van Drunen, iyi okumalar.

Giriş yazısı ve sorular: Kerem Onan

Röportaj: Burak Gülgüler

 

Martin van Drunen - Asphyx - Paslanmaz Kalem

Martin van Drunen

Merhaba Martin, nasılsın? COVID günlerinde hayat nasıl gidiyor?

Merhaba, evde oturmaktan çok sıkıldık ve kendimize mümkün olduğunca dikkat ediyoruz. Umarım orada da her şey yolundadır. 

Yeni albümde önceki albümlerin aksine oldukça modern ve temiz bir sound var. Daha melodik, daha akılda kalıcı, orta tempolu kısımların daha fazla olduğu harika bir albüm olmuş. Üç tane old school death metal albümü çıkaran Asphyx bu sefer neden böyle bir soundu tercih etti? 

Aslında herhangi bir tercih söz konusu olmadı. Yaptığımız her şey kendiliğinden gelişiyor. Paul riffleri yazıyor, biz de düzenlemesini yapıyoruz. Stüdyoda yeni şarkıları/riffleri çalmaya başlıyoruz. Çalarken gaza geliyorsak iyi bir şeyler bulduğumuzu anlıyoruz. Şarkı yazmak için herhangi bir formülümüz yok. “Şu albümde şu albümden farklı bir yol izleyelim” şeklinde bir düşüncemiz yok.

Albümü yazarken bazı şeylerin üzerinde durduk tabii. Mesela önceki albümde The Grand Denial diye bir şarkı var. O şarkıya fazladan birkaç melodi ekledik ve gelen tepkiler de çok iyi olunca “bunu sevdilerse biraz daha kullanalım” diye düşünerek Three Years with Famine’de aynı şeyi yaptık. Her şey oldukça doğal bir şekilde ilerledi. “Daha doom olacağız veya daha fazla groove katacağız” gibi şeyler düşünmedik. Cidden belirgin bir şekilde düşündüğümüz tek şey miks oldu. Önceki albümlerin miksiyle hep Dan Swanö ilgilendi. Kendisi harika biri; hem gerçek bir profesyonel hem de çok yakın bir arkadaşımız. Ama bu albümde yeni fikirlere ihtiyacımız vardı. Mouth Skull’ın demosunu (Asphyx’in tüm öğelerini barındıran bir şarkı) farklı prodüktörlere gönderdik ve bizi şaşırtmalarını istedik. Sebastian “Seeb” Levermann’dan gelen versiyon mükemmeldi; biz de onunla çalışmaya karar verdik. Bence doğru bir karardı.

Necroceros’taki NECRO, “ölüm” anlamına geliyor. İlk kez bir albümde ölüm kelimesini DEATH yerine başka bir dildeki haliyle kullandınız. Kapak da önceki albümlere kıyasla oldukça farklı görünüyor (daha çok The Rack dönemleri gibi). Necroceros ne anlama geliyor? Kapak fikri nasıl ortaya çıktı?

Bir gün kelimelerle oynarken senin de dediğin gibi ölüm kelimesini çok sık kullandığımızı fark ettim. “Necro” kulağa oldukça hoş geliyordu, ben de gergedan anlamına gelen rhinoceros’taki “ceros” ile onu birleştirdim. Gruptakilere mail atarak “albümün adını Necroceros koysak nasıl olur” dedim ve onlar da çok beğendi. Ama Necroceros diye bir şey olmadığından bir hikaye uydurmam gerekti. Kitap okumayı, özellikle de bilim kurgu romanları okumayı çok seviyorum; dolayısıyla da Necroceros’u çizgi roman kültürüne iliştirdim. Necroceros, bilinmedik bir galaksideki dev bir gezegen/evren yiyici. Birkaç yıl sonra bizim galaksimize geliyor ve güç almak için doğrudan dünyaya saldırıyor. Hikaye kabaca bu şekilde. Sözleri Axel Hermann’a gönderdim. Ona hikayeden biraz bahsettim ve kalanını da kendi hayal gücüne bıraktım. Axel aklındakileri özgürce birleştirebildiğinde ortaya harika işler çıkıyor. Tamamen farklı renkler kullandı. Normalde koyu ve katı renkler kullanırken bu sefer iğrenç renkler kullandı. İğrenç derken iyi anlamda iğrençliği kast ediyorum tabii!

Asphyx - Necroceros (2021) - paslanmazkalem_com

Asphyx – Necroceros (2021)

Necroceros’un lansmanı için stream formatında oldukça kalabalık katılımlı bir konser yayınladınız, gerçekten harikaydı. Sahne dekorasyonu harikaydı, atmosfer de bu tarzdaki diğer streamlerin aksine gerçek bir konser hissiyatı veriyordu. Epey pahalıya patlamış olsa gerek, bu konser için nasıl bütçe ayırdınız? Hayranlardan herhangi bir şey aldınız mı?

Albüm sonrası lansman konseri vermek bizim için bir gelenek. Şu anki durum nedeniyle normal bir konser vermemiz mümkün değildi. Ama şansımıza yakınlarda streaming için gerekli ekipmanın bulunduğu bir mekan vardı, geçmişteki konserlerden de işletmecileri tanıyorduk. Onlara fikrimizden bahsettik ve onlar da büyük bir heyecanla onay verdi. “Bu işi yapacaksak tam yapalım” diye düşünerek sahneyi kurduk. İsteyenlere merch sattık ama konser ücretsizdi; çünkü şu an Asphyx izlemek için 10 Euro veremeyecek birçok dinleyicimiz olduğunu biliyoruz. Belki Avrupa’nın fakir bölgelerinde ya da  İstanbul’da, Amerika’da veya Mexico City’deki kenar mahallelerinde yaşıyorlar. Covid nedeniyle de birçok dinleyicimiz gelirlerini/işlerini kaybettiğinden sadece merch satmaya karar verdik. Hem maliyetleri karşıladık, hem de paranın bir kısmı cebimize kaldı. Metal dinleyicileri böyle zamanlarda minnettarlıklarını gerçekten belli ediyorlar. Hiçbir dinleyici olmadan sadece önümüzdeki birkaç kameraya çalmak gerçekten garip bir tecrübeydi. Konseri sırasında, konseri oturduğu koltuğundan, yatağından ve cep telefonlarından izleyen onca insanı düşündüm. Kesinlikle kolay olmadı ama bence başarılı bir şekilde tamamladık ve hepimiz için bir tecrübe oldu. Yaparken de çok eğlendik!

Necroceros’un single’larından biri olan “Knights Templar Stand” Bolt Thrower davulcusu Martin Kearns’a adadınız. Ben Bolt Thrower ve Asphyx’i her zaman birbirine paralel gruplar olarak gördüm. İki grubun da kendine has yönleri var, ama iki grubun da kökleri Sabbath ve Celtic Frost’a uzanıyor. Bolt Thrower Groove faktörünü biraz daha kullanırken zaman zaman doğu ezgilerini de kullanıyor; Asphyx ise daha çok thrash öğelerinden faydalanıyor ve daha “direkt” bir müzik yapıyor. Sence de böyle mi?

Evet, kesinlikle. Bolt Thrower harika bir grup. Hep savaşla ilgili yazıyorlardı, bir süre sonra da tamamen Birinci Dünya Savaşıyla ilgili yazmaya başladılar. Bu yüzden asla Birinci Dünya Savaşı hakkında yazmıyorum; orası Bolt Thrower’ın alanı! Martin’in ölümünden sonra çalmayı bıraktılar, bu durumu gayet iyi anlıyorum. Prensipleri olan bir gruptu ve kendilerine özgü yöntemleri vardı. Gerçekten takdire şayan. Martin’in ölümü tüm metal müzik piyasası için büyük kayıp oldu.

Geçmişte Bolt Thrower’a sahnede konuk oldun ve onlarla birlikte turladın, ama onlarla hiç albüm kaydetmedin. Bunun sebebi neydi? Sadece turda onları desteklemek mi istedin?

Bu şekilde gelişti. Onlarla turlamak çok zevkliydi, ama elimizde kaydedecek materyal yoktu. Onlarla iki harika tura çıktım, gerçekten büyük bir onurdu.

Keşke o dönemlerden bir şeyler dinleyip izleyebilseydik.

Hiçbir şey yok maalesef. O dönem telefonlar yoktu ve hiçbir şey kaydedilmiyordu.

Grup 2009’da yeniden bir araya geldiğinde yeni kadroyla üç albüm kaydetmiştiniz, ama “Asphyx” ve “God Cries” albümlerinin bulunduğu iki CD’li ve remaster edilen toplama bir albüm de vardı. Bu albüm eski vokalist Ron van Pol ile kaydedilmişti. Remaster oldukça başarılı ve bence her Asphyx hayranı eski şarkıları senden de duymak ister. Bunu yapmayı hiç düşündün mü?

Hayır, asla aklımdan geçmedi. Eski materyaller konusunda biraz tutucuyum. Eski albümlere dokunmak istemiyorum, hem neden dokunayım ki! Bunu yapmak için herhangi bir sebep yok. Asphyx, God Cries ve hatta Embrace Death bile birbirinden oldukça farklı albümler, ama yeterince dikkatli dinlediğinizde her birinde Asphyx ruhunu bulabiliyorsunuz. Bazen dinleyiciler gelip bana bunu soruyorlar ve ben de her zaman net bir şekilde hayır diyorum. Klasikleri olduğu gibi bırakmak gerek. Zaten çoğu zaman güzel de duyulmuyor. Gruplar eski materyallerini yeniden kaydettiğinde benim hiç hoşuma gitmiyor. Böyle kayıtlar olduğunda her zaman pas geçip orijinal versiyonu dinliyorum. Konserde tüm albümü çalıp kaydını almakta herhangi bir sıkıntı yok, ama stüdyoya girerek tüm albümü baştan kaydetmeye kalkmayın. Albüm bir klasikse bırakın öyle kalsın! İnsanların albümü o kadar sevmelerinin bir sebebi var, sence de öyle değil mi?

Evet, her zaman büyük hayal kırıklığı oluyor. Eski kadrodan bahsetmişken: Asphyx, 2009’da geri döndüğünde davulda Bob Bagchus vardı. Onunla hala görüşüyor musunuz? İkinizin de çok fazla yan projeniz olduğunu biliyoruz, gelecekte yeniden birlikte çalma gibi bir planınız var mı?

Evet evet. Eric ve Bob bana yakın yerlerde oturuyorlar, ikisini de sık sık görüyorum. Hala çok yakın arkadaşız. Bob’un kararı tamamen zorunluluktan kaynaklıydı. Asphyx ve kendi ailesiyle aynı anda ilgilenmek çok zor hale gelmişti. Bir gün bize artık bunu yapamayacağını söyledi. Hafta içi her gün çalışıyordu ve hafta sonları da bizimle tura çıkıyordu. Bize “çocuklarının büyürken görmek istediğini” söyledi ve biz de anlayışla karşıladık. Sonra da Bob yoksa grubu neden devam ettirelim diye düşündük, ama o devam etmemizi istedi. Yan projeleri var ama aktif olarak bir grupta yer alması çok zor. Biz her zaman iletişim halindeyiz. Albümü bitirdiğimizde ilk dinleyen o oluyor. O bize bir şarkıyı dinleyip “bu olmamış” dese muhtemelen o şarkıyı çıkarmayız.

Dünya death metal sahnesinin öncülerinden birisin ve en başından beri bu piyasadasın. En başlarda death metalin on yıl bile dayanamayacağını söylüyorlardı, ama yaklaşık 35 yıl geçti ve death metal hala en güçlü alt türlerinden biri olmaya devam ediyor. Sence bu nasıl oldu? Ayrıca teknik death metal grupları ortaya çıkmaya başladığında ne düşündün?

Teknik death metal pek benim tarzım değil. Belki arada birkaç albüm dinlerim ama genelde pek hoşuma gitmiyor. Genel olarak death metale değinecek olursam da evet, başladığımızda sadece birkaç kişiye çalıyorduk ancak sonradan büyük bir alt türe dönüştü. Sonradan da blast beatlerle dolu grindcore ve teknik death metal gibi alt türler çıktı. Bir süre sonra birdenbire bizim ya da Obituary veya Autopsy gibi grupların çaldığı old school death metale yoğun bir talep oluşmaya başladı.  Gençlerin de yeni gruplarla bu dönemdeki yerlerini aldığını görmek gerçekten memnuniyet verici.

İlk Hail of Bullets albümü “Of Frost and War” bence 2008’de death metalin yeniden ilgi odağı gelmesindeki önemli mihenk taşlarından biri. Ed Warby ile bu projeye giriştiğinizdeki dönemin atmosferini hatırlıyor musun? Vokallerini yaptığın albümler arasında en sevdiğin üç tanesi hangileri?

Çok teşekkür ederim. Evet, bence de Of Frost and War gerçekten harika bir albüm ve hala severek dinliyorum. Harika müzisyenlerle çalıştım, özellikle de davulcu başka bir gezegenden gelmiş gibi çalıyordu. Theo, Stephan, Paul… harika bir ekipti. Alakasız kişilerin bulunduğu bir projeden ziyade aktif bir grup gibi hissettik. Üç tane albüm çıkarttık, sayısız konser verdik. Ben de ilk kez aklımdaki savaş konseptleri üzerinde çalışma fırsatı buldum. Dünyanın dört bir yanından da olumlu tepkiler aldım, yaptığımız işlerden gerçekten gurur duyuyorum. En sevdiğim üç albüme gelince… bu biraz zor olacak. Şu an Necroceros favori albümüm diyebilirim. Sebebi de sadece yeni olması değil, fikirlerimizde kaydettiğimiz gelişmeden ve ortaya çıkardığımız sonuçtan gerçekten gurur duyuyorum. İkinci sıraya ise Grand Supreme Blood Court albümünü koyarım sanırım, o albümü de hala çok seviyorum. Üçüncü sıra için ise Of Frost and War diyebilirim. Herkes “Consuming Impulse nerede?” diyecek ama artık bana fazla eskidi gibi geliyor. Hala klasik denebilecek harika bir albüm, ama ilk üçüme alır mıyım bilmiyorum. Ama bu tarz şeylerde bir gün böyle diyorken ertesi günü başka bir şey de diyebilirim, çünkü şarkı ve albümlere dair düşünceler günden güne değişebiliyor. Pratik yapacağım zaman her zaman kendi albümlerimi dinliyorum, ama normal zamanda açıp da kendi albümlerimi dinlediğimi söyleyemem. Sürekli kendi müziğini dinlemek bana biraz narsistik gibi geliyor.

Paul Baayens oldukça üretken bir şarkı yazarı. İlk kez Hail of Bullets’ta bir araya geldiniz, sonra da Bob Bagchus’u da dahil ederek Asphyx’i yeniden bir araya getirmeye karar verdiniz. Yıllar boyunca senin sözlerin ve Paul Baayens’in müziği gayet uyumlu bir şekilde ilerledi. Asphyx’i yeniden bir araya getirmek onun fikri miydi?

Evet, oydu. Hail of Bullets’tayken dışarı çıkıp bir yerlerde içmeye karar verdik, sonra Paul biraz fazla sarhoş oldu ve “Asphyx’i geri mi getirsek” dedi. Eric yapmak istemedi, Paul da içkinin gazıyla “ben yaparım!” dedi. Ertesi günü uyandığında ise “ne yaptım ben, kafayı yemişim” dedi. Ben Bob’a da fikrini sormak istedim. Bob önce “Eric olmadan olmaz” dedi, birkaç gün sonra da “bir deneyelim madem” dedi. Sonra stüdyoya gittik ve bunun işe yarayacağını anında anladık. Bob’un yüzünde büyük bir gülümseme vardı. Paul ile müthiş kimyamızın giderek daha fazla farkına vardık. Vokallerde yapmak istediklerimi daha ben söylemeden seziyor gibiydi. Her şey beklediğimizden de iyi bir şekilde ilerledi ve Paul şimdi benim ardımdan grubun en uzun süreli üyesi.

Tarih ve bilim kurgu hayranı olduğunu biliyoruz. Karantina günlerinde en sevdiğin dizi, film ve kitaplar hangileri?

No Man’s Land diye bir dizi var, henüz bitirmedim ama büyük zevkle izliyorum. Hatta bir kısmı da Türkiye’de geçiyor. Suriye’de savaşan kız kardeşini arayan Fransız bir adamla ilgili. Daha ilk iki bölümü izler izlemez beni sardı. Kitaplara gelince de, savaşla ilgili kitaplara biraz ara verdiğimden şu an Tom Lloyd’dan Twilight Reign’i okuyorum. Game of Thrones’a benziyor, sadece ona kıyasla biraz daha hafif. Uzun süre Necroceros albümünün sözleriyle ilgilendiğimden ara verip daha farklı kitaplar okumaya karar verdim. Film olarak da geçtiğimiz günlerde BBC’de görüp Where Eagles Dare’ı izledim. Şimdilik bunlarla ilgileniyorum.

Sorularım bu kadardı, eklemek istediğin bir şeyler var mı?

Türkiye’deki hayranlarımıza selamlar. Lütfen sağlığınıza dikkat edin. Salgın bittikten sonra umarım sizlerle görüşebiliriz!

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.