JORNADA DEL MUERTO ve yepyeni albümleri ‘Pinturas Negras’ ile tanışın!

80
0
Paylaş:

Jornada Del Muerto, İstanbullu dört veteran hardcore/punk kökenli müzisyenden oluşan bir ‘blackened screamo’ grubu. Yıllardır birbirimizi takip eden müzisyenler olduğumuz için aynı zamanda, Pinturas Negras’tan yayınlanan ilk single ‘Sabbath’ı duyar duymaz röportaj yapmayı aklıma koymuştum grupla, çünkü özel bir şey yakaladıklarının farkında olduklarını hissetmiştim. Röportaj cevapları tam da tahmin ettiğim gibi dopdolu geldi. Grubun yakaladığı kimya cevaplarında ve şakalaşmalarında da göreceğiniz üzere çok iyi.

Fakat tek ilginç özellikleri 90’lardan bugüne her nesilden bir eleman barındıran iyi kimya yakalamış bir grup olmaları değil; kanımca yeni albümleri ‘Pinturas Negras’ sadece memleket değil global olarak bu türde yapılmış en iyi soundlardan birine sahip. Noisy Sins Of The Insect’den Chopstick Suicide’a kadar, elemanlarının memleket piyasasında iz bırakmış önceki gruplarındaki tecrübelerini, türde ustalık kıvamına getirerek sunduğu bir yapıt ile karşı karşıyayız. Ek olarak soundunun yanı sıra, türe ek bir dinamizm katan ritim ikilisinin anormal performansını, son olarak başarılı görsel konseptini de dikkate alarak, kirli ve ilkel sound yaklaşımı sebebiyle türe soğuk bakanların da mutlaka göz atması gerekiyor grubun yeni albümüne.

Şu anda dijital platformlar, plak ve cd olarak yayınlanan albümü grup da oldukça güçlü bir şekilde destekliyor. Aşağıdaki muhabbeti okurken grubun tüm albümü canlı olarak videoya kaydettiği performansını izlemeyi de unutmayın. 7 Ocak günü Dorock Kadıköy’de de albümün lansman partisi var, grubun performansına canlı sahip olmak için tarihi not almanızı tavsiye ederim. Zira yukarıda da bahsettiğim gibi, yerli ekstrem müzik ortamının ria’dan Cenotaph’a kadar farklı projelerde sahnelerinin tozunu yutmuş bir ekip sizin için çalıyor olacak. Albümü edinmek için ise grubun ve Mevzu Records‘un sayfalarını takip etmekte fayda var.



Kerem: New Mexico’da dünyadaki ilk nükleer silah denemesinin yapıldığı çölün adıymış Jornada Del Muerto, blackened screamo yapan bir grup için çok iyi bi seçim gerçekten, aklınıza nereden geldi?

Mutlu: Grubun ismi JDM olana kadar 3-4 kere değişti. Onur NSOTI şarkı isimleri stili dizilerden falan lame isimler buluyordu 6-7 kelimelik. Sürekli şerh yiyordu. Sonra “Orasion Funebre” koymaya karar verdik, Onur metal archives’den 2007’li tek demosu olan bir black metal grubu buldu aynı isimde, çifte dikiş olmayalım dedi :D Ben sonra Trinité (y ile aslında ama işte..) olsun dedim ilk atom bombası testinin adı -Oppenheimer denen ezik film dolayısıyla şu anda herkes hakimdir sanırım o bilgiye-. Çok jenerik geldi herkese, oradan da çölün adına denk geldim, Alican’dan “cool” damgası alınca onaylanmış oldu : ) Karanlık bir öncü… Milyonlarca insanı saniyeler içinde katletmeden önce, teknik sorunların sağlamasının yapıldığı, olmadığı anlaşılınca da üzerinde mutluluk danslarının edildiği kuru bir toprak parçası…

Onur: Grup ismi ile ilgili ekleyebileceğim tek şey; bir Türk grubunun isminin İspanyolca olması konusu. Bazen şaşıranlar oluyor bu duruma. Öte yandan Ümit (Türk dizisinden geliyor isimler, pandemi zamanında o diziyi izlemişler sonra bu grubu kurmuşlar) isimli Meksikalı bir screamo grubu var, Fossa diye İtalyan bir screamo grubunun İzmir diye şarkısı var, durumu biraz eşitliyor sanki. (Mutlu’dan ekleme: Belçikalı Madensuyu’da var :D)

Kerem: İlk albüm oldukça görsel olarak daha ‘blackened’ bir kapağa, daha çiğ ve kök bir screamo-punk yaklaşımına sahipti fakat bu sefer görsel kullanımının şarkı sözlerine konsept olarak seçilmesinden, vokal çeşitliliğine; ritim ikilisinin çok daha etkili kullanımından; aralarda çello gibi klasik bas davul gitar üçlüsü dışına taşmaya kadar farklı motivasyonlar görüyoruz yeni albümde, İki albüm arasındaki farkları sayın desem ne dersiniz?

Mutlu: İlk albüm oldukça rock’n roll süreçli bir albüm. Şarkıları stüdyoda hep beraber kafa patlatarak yapıyorduk, her stüdyoda en az 2 şarkı halloluyor gibiydi. Sonra Onur bize ben halı sahada sakatlandım, menisküs ameliyatı olacağım yakında diye bir yalan söyledi. Apar topar Alican’ın Bahçeşehir’deki “Throat Village” stüdyosuna gittik bir haftasonu ve yaklaşık 3 litre viski, sayısız bira, tractor tekerleği büyüklüğünde bir pizzayla tüm şarkıları 2 günde kaydettik. O zaman basta Padme’den Arda vardı, basları tekte kaydetti hatta Alican bilgisayarın üstünde sıza kalmışken. Mix-master’da Alican’ın vurgeç stilinden geçti. Ve bu yüzden tabirlerin baya doğru, oldukça çiğ ve punk bir album. Bu albümde de fazlasıyla rock’n roll anlar yaşandı aslında :D ama bu sefer zamana yaydık durumları biraz, Pür’de kaydettik her şeyi, sound konusunda baya katkısı olduğunu düşünüyoruz. Görkem geldi bas’a bu albümde. Onun da album adına hem vizyon hem fikir hem de yazım konusunda çok fazla etkisi olduğunu düşünüyorum ve en başından karar vermiştik, bu album hem besteler, hem sözler hem de görselleri açısından bütünlüklü bir album olacaktı. Öyle de oldu diyebiliriz. Bir de iki albüm arasında geçen süre içerisinde ülke komple uçurumdan aşağıya yuvarlandı. Hatta tüm dünya da diyebiliriz. Sosyo-ekonomik durum, insanlıkla ve yaşamın pırıltılarıyla alakası olmayan gündelik hayatlarımız, aşırı sağcı faşist politikaların durdurulamaz yükselişi, savaşlar ve herkesin gözü önünde gerçekleşen soykırımlar… İkinci album çok daha karanlıkta bir album o yüzden, karanlık ruhlarımız çok daha fazlasıyla kararmakta olduğu için…

Onur: Kendi açımdan albümlerin hikayesi şu şekilde oldu. İlk albüm öncesi evde bir süredir gitarla bir şeyler yapmaya çalışıyordum ama şarkıdan ziyade riff şeklindeydi bu çalışmalar. Birinci albümde bu gitar rifflerinin arka arkaya gelmesi gibi bir yapıdayken ikinci albümde tüm enstrümanların daha fazla paslaştığı kompozisyonlar niteliğinde.

İlk albümde sınırlı prova ve kayıt etkisiyle basit, kısa ve hızlı screamo şarkıları görüyoruz. Daha az vakit ayırdık, daha az stüdyo yaptık, evde kaydettik, toplamdaki kanal kayıt süresi 10 saat civarıdır diye hatırımda kaldı. Ayrıca JDM ilk albümünün benim ilk kanal kayıt tecrübem olduğunu da eklemeliyim.

2.albüm oluşturma ve kaydı ise daha farklı oldu. Şarkıların oluşturulması aşamasını daha uzun bir takvime yaydık. Düzenleme konusunda bana hep müdahale edildi Şuraya da bir riff bul, buraya da bunu ekleyelim gibi. Şarkı oluşturma aşamasındaki bu paylaşımın bendeki karşılığı grup olmaya başlamaktır. Bence ikinci albümde daha grubuz, daha kalabalığız. Herkesin kendi karakterinden bir şeyler kattığını düşünüyorum.

Sonraki aşamada iyi bir albüm yapmak için iyi bestenin yeterli olmayacağı, kayıt, miks ve mastering kısımlarının daha profesyonel eller ile yapılması gerektiği bana çok diretildi. Ve gerekeni yapmaya çalıştık. Live session kaydımız da görüntü ve ses kalitesi açısından başarılı oldu, umarım beğenilir. Tüm süreçler bitip elime plağı aldığımda “oh be” dedim. “2005’ten beri müzik yapıyorum ve 18 sene sonunda çaldığım bir grubun kaliteli kayıtlı, özenli bir albümü plağa basılmış şekilde elimde tutuyorum” dedim. Bunun tadını anlatamam. Çocukken aslında Bayern Munih alt yapısında oynayabilsem farklı olabilirmiş, ben de Leroy Sane kadar iş yaparmışım gibi bir hissiyat. Tabii ki realitede onun anca kafası kadar iş yapardım ama dediğim gibi, bu bir his sadece.

Görkem: One Last Flower’da grupta çalmıyordum ama duyduğum kadarıyla bir şeyler çok daha hızlı işlemiş xd. Ondan dolayı ilk albümden ayrı bi şekilde uzun ve sabretmemiz gereken bi süreç oldu bu albüm. İyi düşünmemiz, tasarlamamız gereken şeyler vardı ve ne istediğimizi, ne hissetiğimizi anlamaya da çalıştığımız bir süreçti. Bence albüm süreci içerisinde hepimizin hayatı akarken, bu uzun sürenin müziğimize ve estetiğimize çok şey kattığını düşünüyorum.

Alican: İkinci albüm daha iyi düzenlenmiş bestelere sahip ve genel performans olarak da daha iyi. Çok daha profesyonel bir kayıt, mix, mastering aşamalarından geçti ilk albüme göre.



Kerem: Albümün lirikal ve görsel konsepti Goya’nın Kara Resimler serisi üzerine kurulu. Bu konsepti besteler oluşurken mi yaratmaya karar verdiniz yoksa ikisi birbirinden bağımsız mı gelişti? Özellikle her bir resmin hissettirdiklerini sunarken sözlerle müziğin en çok uyuştuğunu düşündüğünüz şarkı / resim hangisi?

Mutlu: Bu konsepte besteleri yapmaya başlarken karar verdik. Dediğim gibi en başında bütünlüklü bir yola girmemiz gerektiğini biliyorduk o yüzden besteleme ve söz yazımı aşaması tablolarla parallel hareket etti. Benim resimlerle en uyumlu olduğunu düşündüğüm şarkılar; Two Old Men, Sabbath ve Fantastic Vision. Ama bence tüm şarkılar ve tablolarda derin bir ilişki mevcut.

Görkem: Bu cevabı çoğunlukla unutuyoruz ama sanırım benim için cevap Atropos. Ama Fantastic Vision ve Two Old Men’de albümün en vazgeçilmezlerinden benim için bu konuda.

Kerem: Son yıllarda DIY müzik ortamında, teknoloji kullanımının da kolaylaşmasıyla hem müzikal hem görsel konseptleri beraber başarıyla kullanan ürünler görebiliyoruz artık. Sizin albüm de tıpkı bu yıl çıkan Rain To Rust albümü gibi bu konuda başarılı bir tasarıma sahip.. Konserlerde albümü konsept dahilindeki görsellerle desteklemeyi düşünüyor musunuz? Misal Mutlu Kıyı Müzik röportajında Goya’nın resimlerinden birinin onda yaşadığı toplumun durumunu hatırlattığını söylüyor, bunları birbirine bağlayan bir görselle canlı performansı desteklemek gibi fikirleriniz var mı?

Mutlu: Yarattığımız konsept konusunda sevgili üstün yetenek Nazan Aydın’a baya bir borçluyuz. Kendisi ilk albümdeki kapağı da yapmıştı, bu albümde de hem kapağımızı hem de plak formatında yer alan booklet deki her şarkıya ayrı ayrı görseller çizdi. Oluşturduğu estetik ortaya koymak istediğimiz atmosferin ta kendisi.

Konserleri görsellerle desteklemeyi düşünüyoruz evet. 7 Ocak’ta Dorock Kadıköy’de album lansmanımız olacak, orada ilk denemeyi yaparız sanırım.

Onur: Vereceğim cevap biraz kel alaka olacak ama konu uzaktan yakından açılmışken içimdekileri kusmak istiyorum. Canlı performansımızda şu ana kadar çok özel şeyler yapmadık açıkçası, hatta seyirciye sırtımı dönüp çalacak kadar asosyal bir sahne performansım var maalesef. Görseller mutlaka seyirci açısından dikkate değer. 2023 itibariyle maske, kıyafet, makyaj, kostüm, dans işinin fazla öne çıktığını düşünüyorum. Mgla, Imperial Triumphant, Slaughter To Prevail gibi gruplar bunu iyi yapıyor, bir şey demiyorum. Ama geçen gün bir black metal klibi izledim, epey profesyonel bir çekime benziyordu, Cradle Of Filth solisti tipi ve makyajına benzer bir vokalist vardı, şarkısını söylerken yanında 5-6 tane kız Beyonce dansı yapıyor gibiydi. Abi ne alaka :D Farklı olacağız diye şekilden şekile girmeye ne gerek var. Görsel show işin küçük bir kısmı benim için. Asıl olan müzik. Bir mağara adamı edasıyla bunu yazmış olabilirim ama kimse kusura bakmasın, gelmişim 40 yaşına, ben o işlere giremem, sikerler eşiğini geçtiğimi düşünüyorum bu hususta.



Kerem: Grubun son kadrosuna baktığımızda 2000 ve 2010 memleket hardcore & punk neslinin veteranlarından oluşan bir karma görüyoruz; Noisy Sins of the Insect, Stevan Flipovic, Chopstick Suicide, Taratarama, Burn Her Letters,The Ousted, ria, Slave Training, Pourbon ve daha bir çok projede çalmış elemanlar olarak, bir yandan yaşadığımız toplumun handikaplarında ayakta kalıp diğer yandan müzik üretmeye ve bunu yıllarca yapmaya devam etmeye sizi ne motive ediyor? Bu müziği ilk keşfettiğiniz güne dönebilseydiniz neyi farklı yapardınız?


Mutlu: 2020 veteranlarından sayın Görkem Arslan’ı eklemeyi unutmuşsun : )) GOAT 90’lar hariç :D tüm jenerasyonları barındıran bir kadroya sahibiz. Müzik bu 4 kişi için bir uğraş, bir getiri, sonuç bazlı ürünler silsilesi olmaktan baya uzak diye düşünüyorum. Müzik bizi bir şekilde kölesi yapmış, kendine bağımlı hale getirmiş. Tüm düşünce ve hayat pratiğimizi şekillendiren ana bir unsura dönüşmüş. Özellikle Alican bu konuda hastaneye yatırılması gereken bir vaka. Müzik bizim için bir çıkış noktası, yani ülkenin getirdiği iğrenç mide bulandırıcı handikaplarla beraber ekstra bir ağırlık değil, aksine bu rezil ve hayattan koparıcı, suicidal durumdan bize çıkış kapısı aralayan toksik ve büyüleyici bir zorundalık. Bu müziği ilk keşfettiğim güne dönebilseydim (bu ilk eram’da senin de büyük bir payın var bu arada : )) Rashit’e “Adam Olmak İstemiyorum” albümünü imzalamaları için sırada beklemezdim :D Hiç bir şeyi değiştirmek istemezdim sanırım ya, internet kafede napster, limewire, soulseek ile başlayan iç gıdıklayıcı, zihin açıcı keşiflerle başlayan, Noizine – Myspace dönemiyle devam eden, bir dolu konser ve muhteşem anılarla ilerleyen bu süreç bence hayatımdaki en özel şeylerden bir tanesi.

Alican: Bu işi gerçekten seviyor ve yapabiliyor olmaktan motive oluyorum.

Onur: Ben emo/screamo/hardcore çalmaya bayılıyorum, 15 yaşında hangi heyecanla müzik dinliyorsam ve gitar çalıyorsam aynı heyecanla bunu yapmaya devam ediyorum, sebebini bilmiyorum gerçekten. Hele ki yeni beste oluşturma süreci. Evde “üff burası mükemmel oldu, Deathspell Omega bile yapamaz böyle beste” diyip sonra onu arkadaşlarıma dinletme aşaması; sonrasında da Alican’ın abaza davullarıyla birleşmesi. (Genelde diğer kısımlar sonradan oluşuyor bizde.) Davulu gitarı oturttuktan sonra ilk kez çalmanın verdiği gaz. Ortalık toz, duman, gözyaşı. Bana kendimi çok heyecanlı hissettiriyor bu sonuç. Ayrıca hafta içi gündüz işe gidip akşam konser vermek bana kendimi çok cool ve rockstar hissettiriyor

Neyi farklı yapardım kısmına gelecek olursak… Keşke bu kadar çok grup dağıtmasaydık diyebilirim. Yani daha iyi kayıtlar, daha uzun ömürlü gruplar, belki turlar olabilirmiş. Screamo scene’deki kısa ömürlü grup zorunluluğu ve akılda tutulması zor uzun ismi grup ve şarkı isimleri kurallarına fazla bağlı kalmışız

Bir de veteran ekibi olarak maalesef biraz mesafeli kaldık, en azından kendi adıma. Bazı arkadaşları bazen Mayday’de görüyorum, iyi oluyor. Mayday’in de böyle güzel bir işlevi var diyebilirim. 2000 yılı IRC Enred-Artcore-Radical Noise chat kanalları kullanıcıları geliyor aklıma AMA Barış Sılay, TWD Uğur Yıldırım, ATS2 Atillalar, Noizine Bora, Lifelock Alper, In Between Emre, Artcore Benan, Sinan, İnan gibi isimler geliyor aklıma. Bir sonraki kuşakta Paul, Mutlu, Alper, Onur İlhan, Ercan, Burak, Oğuz, Koray gibi isimler. Hepsine kocaman bir kalp gönderiyorum. Neredeyse çoğu hala scene içinde, bu kadar insanı ne motive ediyor hala? Bu yer altı kültürü, extreme müzik kültürü bir yaşam biçimine dönüşüyor bir süre sonra. Bizlerin bunu içselleştirdiğini düşünüyorum.

Bizim kuşağın oluşmasında Radical Noise, Kranch gibi grupların büyük bir etkisi söz konusu. Sizlere çok şey borçluyuz. Benim müzik geçmişimde Artcore’un ne kadar etkilediğine değineyim: O kadar şanslıymışım ki 15 yaşında Artcore’da Ignite, Poison The Well, Boy Sets Fire gruplarını öğrenme ve sonrasında dinleme ve sonrasında da çıkardığım fanzinde röportaj yapma fırsatım oldu. Zaten o damar, ilerleyen senelerde In Between Emre’nin de bendeki etkisiyle emo, screamo’ya evrildi çünkü müzik türleri zaten çok yakın. Artcore’a eli değen herkese teşekkürler. Dış Mihrak Kranch röportajının da bende etkisi büyük, oraya da bir teşekkür.

Paslanmaz kalem ve benzeri sitelerde yapılan yılın en iyi metal albümleri, yılın en iyi black metal albümleri, yılın en iyi yerli kayıtları gibi başlıkları ilgiyle takip ediyorum, özellikle Kerem abinin elinin değdiği listeler. Yeni bir şeyler keşfetme ve piyasanın nereye gittiğini takip etme konusunda kendimi ilgili biri olarak görüyorum. Hammerfall yeni şarkısını yayınladı gibi haberlere uyuz oluyorum, Pentagram albüm kritiğinize uyuz oluyorum. Ülkemize hala Moonspell, Rotting Christ, Katatonia, Cradle Of Filth, Paradise Lost, Therion, Epica gibi grupların çok ilgi görmesine de uyuz oluyorum. Biraz yeni ve orijinal şeyler lütfen. Söyledim, rahatladım.

Görkem: Müzik veya ses veya görüntü ne olduğu pek fark etmeksizin bu ölümcül kavramlar beynimin en küçük zerresine kadar işgal etmiş durumda. Eskiden bir şeyler üretmemin sebebini gündelik hayatın bariz sıkıcılığından veya bir şeylerden kaçmak için kullandığımı düşünürdüm. Ama aslında bu, tam olarak bi terapi süreci gibi kendini anlamaya çalıştığın bi süreçmiş. Emo/skramz’a da 16 yaşında bu adamların müziğini de dinleyerek başlamam ayrı bir ironi. Birbirinden farklı jenerasyonlardan insanların bir oluşumda olması da JDM’ye baya şey katıyor bence. Eskiden Slave Training’den yiitle saat sabah altıda sahile gidip BHL, Noisy Sins of the Insect, Hedonistic Noise, Lost in Bazzar, haossaa falan dinliyorduk ve hassiktir lan biz de böyle hissediyoruz falan oluyorduk. O zamanlar neden müzik yaptığımı daha iyi anlamaya başlamıştım, bunun geçici bir his olmadığını da.. Prehistorik çizimler gibi herhangi bir kaygı gütmeden yapılan, yalnız olmamak için bir kanıt gibi bir şey ve sanırım hiç bir pişmanlığım yok. Bugüne kadar hatalarım da dahil beni ben yapan şeyler bunlar.



Kerem: Geriye dönüp baktığınızda Onur’un fanzincilikten projelerine; Mutlu’nun da Mevzu Records’dan gruplarına kadar oldukça Türkiye hardcore’punk sahnesinin birleştirici figürlerinden olduğunu, yeraltı kültürünü DIY yollarla dökümante edip tanıtmayı seven karakterler olduğunu görüyoruz. Tarihsel olarak geriye dönüp baktığınızda bugün memlekette bu müzik için neler demek istersiniz?

Mutlu: Türkiye’de yer altı kültürü çok kısıtlı fakat ilginç bir enerji barındıran bir olgu. Yurtdışından gelen gruplar da bunu farkederek ve ucundan da olsa yaşayarak ayrıldıklarını ve bir daha yaşamak isteyebilecekleri bir şeymiş gibi düşünüyorum. Dönüp baktığımızda tüm dönemlerin birbirinden ayırmaksızın kendine has karakteristikleri ve kendine has karakterler yarattığını düşünüyorum. Beşinci dünya ülkesi olmamıza rağmen bu renklilik oldukça iyi bence, Bollywood filmleri gibi bir yer altına sahibiz.

Onur: Kendi arşivim olsun diye çalışmalarımı sıralamak istiyorum müsadenizle.
2001-2023 arası:
Fanzin: 156, 268, Mr. Hermitiowitch.
Webzine: Noizine, Van Gobbel, Mr. Hermitowitch, Diy arşiv, Refahiye Gündem.
Grup: Noisy Sins of The Insect, The Bitmap Workshop, Taratarama, Stevan Flipoviç, Two Easy Steps, Tooloose, Jornada Del Muerto, Twenty Two Long Rifle (bunu yakında yayınlayacağız, yeni bir screamo projemiz).
Label: Krakpot Diy Records, Bicycle Tapes.
Konser organizasyon: Krakpot Diy Organization, Imply Nothing.
Youtube: fuckingpoorjudgement.
Türk emo-screamo scene report: https://linktr.ee/jdm666

Geriye dönüp baktığımda memlekette bu müzik için ne demek isterim: Etki alanı maalesef çok sınırlı kaldı. 2019 yılında Noisy Sins-Kranch konseri yapıldı, onu en fazla 10 kişi izlemiştir sanırım. Bu az kişiye çalma konusu beni bir tık mutsuz ediyor. Maddi gelir beklentimiz yok. Harcanan paralar var. Ayırdığımız önemli bir vakit var. Kayıt süreci var, konser süreci var, bir sürü emek veriyorsunuz. Bazı konserler için şehirler arası seyahat ediyorsunuz uzunca saatler. Karşılığında 15-20 kişiye çalınca ve çok çok az kişiden yorum alınca biraz şevkiniz kırılıyor haliyle (Mutlu: Onur sadece mgla konserine ve kendi konserlerine (bazen onlara katılmaya da zorlanıyor) gittiği için bol keseden sallamış bu mevzuyu. Kendisinin de mavi Levis tişörtüyle çaldığı şu live seti buraya bırakıyorum izninizle: https://www.youtube.com/watch?v=MOKdcQzu9yU )

Artık yorum diye bir feedback yok, like atılıp geçiliyor bir çok şeye, keşke like yasaklansa da insanlar iki çift kelime yazmak zorunda kalsa, daha interaktif olurdu. Myspace döneminin güzel taraflarından biri de grupların, dinleyicilerin yorum/mesaj kısmında aktif olmasıydı. Myspace bir çok yeni lokal grup kurulmasına vesile oldu, bizler o grupları dinlerdik ve iletişime geçip beraber konser verme çalışmaları yapardık. Peyote konserleri bir ara çok iyi lokal gruplar barındırıyordu özellikle.

Emo-Screamo-Hardcore penceresinden bakarak;
Peyote, Karga gibi düzenli konser mekanı yok, bu konseptte bar/kafe yok, ortak bir alanımız yok. Fanzin, dergi, forum, youtube kanalı, podcast, websitesi yok. Whatsapp grubu bile yok. Yani bu kadar sene sonra bu flu görüntü hafif bir burun sızıntısı yapmıyor değil.

Görkem: Bu sahneden ve kültüründen ciddi bi şekilde etkilendim, ilk başlarda fanzin ve noise olayları çok çok ilgimi çekmişti. İlk Mondo Trasho okuduğum zamanları hatırlıyorum aklımı uçurmuştu o yapıbozumcu form. Bu sahnenin geçmişten günümüze her zaman birilerinin özgün işler yapması/çabası çok çok önemli. Çok fazla şeyi kişiliğimde ve işlerimde hissedebiliyorum. Bir noktada da bu sahnede artık imkansızlıklardan mı, mekansızlıklardan mı yoksa bazı şeylerin tekelleşmesinden mi bilemiyorum ama yeni insanların çıkıp bir şeyler üretme isteğinde bariz bir düşüş görüyorum, umarım yanılıyorumdur :(((

Alican: Bugüne kadar bu memleketten çıkmış en iyi müziklerden birisi oldu bence.

Kerem: Albümün miks mastering’i Pete Grossman tarafından yapılmış ve soundda başarılı bir şekilde DIY grupların çoğunda yaşanan daralmanın olmadığını görüyoruz. Özellikle sert partisyonların çok güçlü, yavaş partisyonların daha da coşkulu geldiği çiğ ama temiz duyulan, hafif endüstriyel bir sound var, tam olarak istediğiniz sonucu aldınız mı son versiyonundan kaydın?

Mutlu: Albümü ilk Deafheaven, Loma Prieta gibi grupların prodüksiyonlarını üstlenen, Comadre’den tanıdığımız Jack Shirley’e yolladık. Yolladığı demo çok hoşumuza gitmedi, karaktersiz geldi yaptığı dokunuş. Benim aklımda son dönemde çok sevdiğimiz Frail Body, Crowning gibi grupların işlerini üstlenen Pete’de vardı, ondan da bir demo istedik. Yolladığı demo gerçekten hepimizi oldukça cezbetti, çünkü tam olarak istediğimiz vahşi, yırtıcı, koparıcı kendine has karakteristiği çok az tariff etmemize ragmen yakalamıştı. Sonrasında da tüm albümü 3-4 revizeyle sonlandırdık. Yani evet tam olarak istediğimiz sonucu aldık. Pür’de album sonrasında bir de live-session kaydettik (o da 1 Aralık’ta yayınlanacak hem video hem de live album olarak). Onu da Pete’e yolladık, bunda aldığımız sonuç ta çok çok iyi oldu, albümle yarışır hatta yer yer albüme bile çalım atan tokatlara sahip bir live-albüm oldu.

Onur: Crowning grubunun kayıtlarını her dinlediğimde dibim düşerdi. Kayıttan coşku akıyor adeta. Bu grubun miksi Pete tarafından yapılmıştı.

JDM kayıtlarının son halini dinledikten sonra demek ki bu işler bütçeyle, vakit ve emek harcamayla ilgiliymiş; bu tarz işler demek ki yapılabilirmiş diye düşündüm. Bunu zaten diğer grup arkadaşlarımız bana tenkit etmişti. Eski kayıtlarımın olduğu çantaya bakınca Pinturas Negras kaydı kayıt kalitesini ile gözümü kamaştırıyor açıkçası. Hatta 2023’te globalde screamo alanında çıkmış en iyi işlerden biri olduğunu düşünüyorum.

Görkem: Albümün en sevdiğim yanlarından biri kesinlikle prodüksiyon. Pete çok başarılı bir iş çıkardı bence. Mixden once kafamda hayal ettiğim şey biraz daha farklıydı ama Pete’in ilk attığı rough mixle tamam bu çok iyi bi tasarı ve bu albümün konseptsel haline güzel uyacak demiştim. Ondan dolayı Pete’le hem Pinturas Negras’da hem de 1 Aralık’ta çıkmış olan live albümümüzde çalışmaktan çok çok keyif aldığım bir proje oldu.

Alican: Tam olarak ne istediğimizi bilmiyorduk bence ama ne istemediğimizi biliyorduk. Pete’in mixi istediğimiz seyin bu olabileceğini gösterdi.



Kerem: Pinturas Negras, tam on iki DIY punk firmasının imecesiyle plak olarak 100 adet basıldı, bu imece fikri nasıl oluştu; 16 sayfalık kitapçıkla oldukça nadide bir limited edition ürün gibi görünen bu plağı nasıl edinebiliriz ve albümün farklı formatlarda başka versiyonları yayınlanacak mı ileride?

Mutlu: (Ufak düzeltme 300 adet basıldı plaklar) Screamo – hardcore scene’inde (özellikle skramz ve straight edge metalik hc türlerinde) büyük bir yardımlaşma kültürü mevcut. Bu sanırım myspace’in başlattığı o güzel “aura”dan geliyor, kökenleri de herhalde 80’ler sonu 90’lar tümü yoklukluktan doğan birlikteliğe dayanıyor. Bu yardımlaşma kültürü içerisinde avrupa ve amerika temelli DIY bağımsız label’lar birleşerek sevdikleri ve destek vermek istedikleri grupların albümlerini imece usulü bastırarak kendi bölgelerinde dağıtıyorlar. Bu kafa yapısının major büyük label (Deathwish benzeri) anlayışlarından punk-hardcore ruhuna çok daha uygun olduğunu düşünüyorum. Yaşasın küçük balıklar! Böylece bir anda onlarca çok güzel insanın arkadaşlığına sahip oluyorsunuz ve binbir emekle ürettiğimiz müziğinizi çok büyük bir özen ve şevkle diğer insanlara yayıldığına şahit oluyorsunuz. Bir aşk meselesi… Albümün plak formatı elimize ulaştı, bize bir mesaj yoluyla herkes edinebilir. Albümün cd-r versiyonu Amerika’dan No Funeral’dan çıktı. Kaset versiyonu da çok yakında Berlin merkezli No Heroes’dan çıkacak.

Kerem: Genel olarak screamo, özelde ise kendinize seçtiğiniz blackened screamo için türe yabancı okurlarımıza bir kaç albüm tavsiye etmenizi istesem?

Mutlu: Kapsam daraltıp son zamanlarda çıkan en sevdiğim albümleri paylaşayım:

Closet Witch – Chiaroscuro
New Forms – As Dust Collects
LLEWELYN – Disposable Culture
Ostraca – Disaster
Ojne – Sogno #3

Görkem: Ben de blackened scremo mu emin değilim ama yeterince karanlık ve üzgün bazı albümleri paylaşacağım:

Senza-Evan a Worm Will Turn
Tristan Tzara-Discography
Karloff-Karloff
Portayal of Guilt-Devil Music

Onur: Black metal bir çok şeyi şu an etkiliyor. Heavy metal, power metal, progressive metal, nu metal, thrash metal, gothic metal gibi türler biraz daralırken black metal ve death metal’in payını bu kadar arttırması gerçekten kayda değer. Black metal&crust, black metal&screamo, black metal&post metal, black metal&sludge, black metal&hardcore gibi aklıma bir sürü ortaklık geliyor. Blackened kelimesini piyasada satın alan bir çok tarz ve grup görüyoruz. 2. memleketim Georgia’dan: Tsuris, Malevich, sonrasında New Forms, Portrayal Of Guilt, Senza, Celeste, Eyelet, Crowning, Army Wives diye liste uzar gider.
Şu notlarımı da eklemek istiyorum.
Frail Body-“Titus” şarkısı davulları ile beni param parça eden bir şarkı. Frail Body konserine geç gidip sadece son 2 şarkıyı dinlemişliğim ve de bu şarkıyı kaçırmışlığım var. Ama bence son yıllarda yayınlanmış en iyi screamo şarkılarından biri. Sen nasıl ayı bir davulcusun be adam.
New Forms grubunun “Glass Gardens” ve “The Hidden One” şarkıları için de bir şey söylemek istiyorum. Şarkı var, şarkı var. Bu nedir abiciğim. Bu kadar hızlı, bu kadar sert, bu kadar duygusal, bu kadar harika düzenleme ve kayıt… Tonlar süper. Sokakta yürürken bu şarkıları ben dinlediğim, sokaktakiler dinlemediği için kendimi çok şanslı hissediyorum.
(Bir röportajda en sevdiğim yer, o grubun neler dinlediği kısmı. Sonrasında mutlaka o gruplara bir şans veriyorum. )

Kerem: Screamo’nun en sevdiğim yanı hem bireysel hem toplumsal kaygıyı bir arada aynı şarkıda yazanın duygularını harmanlayarak dinleyene aktarabildiği, sloganvari kök punk’ın evrimleşerek iğnelerini sadece topluma değil bireye de batırmaya başladığı bir akım yaratmış olması. Mesela özellikle Judith And Holofernes ile Sabbath’ın sözlerinde saklanmış bazı göndermeleri doğru mu anlıyorum çok merak ediyorum, bu iki şarkının eşleştiği Goya resmi ile şarkı sözleri arasındaki bağ, yaşadığınız hangi tecrübelerden süzülerek oluştu?

Mutlu: Aynen sosyal mesaj içeren slogan atmayı ne seven ne de becerebilen insanlar değiliz. Bizim için bir ifade biçimi değil çünkü sloganın oluşmasına sebep olan unsurların yaratılmasında kendimizi soyutlayabileceğimiz bir durum söz konusu değil. Hipokrasiye gerek yok. Kendimizle ve dış dünyanın bizde yarattığı bozukluklukları dile getirmek bizim için daha doğal bir yol, çünkü yalnız olmadığımızı biliyoruz, bizi birbirimize daha çok yakınlaştırıyor. Suni personalar yaratmaktansa groteskliğimizi kabullenmek daha iyi. Judith’in hikayesi şöyle, sen de bilirsin Judith and Holofernes bir eski ahit hikayesi. Bir yahudi kenti olan Bethulia’yı işgal eden Süryani Holofernes’i baştan çıkararak kandıran ve kellesini alan Judith’i anlatıyor. Şarkıda aslında tümüyle erkek hegamonyasında olan dini içeriği içinden çekip attık ve kadınların patriarkaya karşı eninde sonunda gelecek kanlı intikamlarını ve kazanacakları bağımsızlıklarına dair bir anlatıya dönüştürdük. Sabbath ise tam olarak kendimizle ve dış dünyayla kurduğumuz bozuk, sapkın ilişkiyi Faustvari bir şekilde anlatıyor.


Kerem: the Dog ile açılışı yaparken, sanki çok derinlere saklanmış ama artık açığa çıkması gereken bir benlik, bize hem kendini duyurmak hem de bizi korkutmak istercesine yavaşça kuyusundan çıkıyor ve bizi sonraki şarkıya hazırlıyor. Sonrasında tüm liriklerde ya direkt olarak söz yazarının ya da liriklerdeki duygu durumu anlatılan karakterlerin hem içlerindeki ruh halleriyle hem de var olmak zorunda kaldıkları hayatla olan savaşını dinliyoruz sanki, buradan yola çıkarak ‘Don’t hide, i can find’ çığlıklarıyla başlayan bu yolculukta her ne kadar ana konsept Goya üzerine kurulu olsa da altta başka hikayeler de saklı gibi, ne dersiniz?

Mutlu: Goya bu duvar resimlerini ne olduğu belli olmayan bir hastalığa yakalanıp sağır olduktan sonra kendini hastalıklı bir kafayla bir eve kapattığında yapıyor. Aslında bu dönem öncesinde Goya’nın işleri oldukça renkli ve iç açıcı işler. Fakat bu duvar resimleri eski stiline nazaran fazlasıyla karanlık, iç karartıcı, depresif hatta ürkütücü işler. Aynen hepimizin sürekli kaçmaya çalıştığı fakat bir noktada duvara tam anlamıyla toslayıp içsel farkındalığına vardığımız o “an” gibi. “The Dog” resimi evdeki resim sıralamasına göre ilk sırada geliyor ve gene onunla sona eriyor seri. Diğer resimlerin karanlık bir kuyu vari hallerinden biraz farklı bir resim. Resimde eciş bücüş olmuş sanki bir şeylerden korkmuş ürkmüş içine sinmiş bir köpek tasvir edilmiş. Bizce bu köpek Goya’nın tam olarak kendisi. Diğer resimlerinde kendisi olduğunun farkına varmış ve altlarında ezilmiş kalmış, yapabilecek hiç ama hiç bir şeyi olmayan o talihsiz köpek yavrusu. Pinturas Negras bizim için hem dışarıdan baktığımız ve içimizi acıtan o köpek ve köpeğin tam olarak kendisi olarak kendimiz. Goya’yla çok bambaşka bir evrende buluştuğumuz bir mağara. Yani evet kendi hikayelerimiz ve hepimizin hikayesi mevcut albümde.

Görkem: Albümün basslarının demolarını Kumburgaz’da direk denize bakan çok tuhaf bir evde kamplayıp kafamız çok güzel, modumuz bi ‘garip’ full tablolara bakarak kaydettik. The dog gibi noise şarkıları da, o sıra sun ra çok dinliyordum ve bir ara bir şiirinde sun ra evreninin yaratılışının notasının re olduğunu söylüyordu. Bunu okuduğumda albümü de re notasıyla başlatmak istedim ve sonraki şarkıya geçişiyle de çok güzel uyduğunu düşünüyorum Saturn Devouring His Son’ın bahsettiği mutlak hiçlik ve The Dog’un cevabı gibi bir şey karşılıyor bence.

Kerem: Albümdeki en saldırgan ama duygusal şarkılardan biri bence A Pilgrimage To San Isidro; bu şarkıda fonda bazı konuşmalar & atışmalar var kurgunun içinde, şarkının hikayesi nedir tam olarak?

Mutlu: Şarkı hepimizin üzerinde yolculuk ettiği kanlı yolu anlatıyor. Başında da Rosemary’nin Bebeği’nin final sahnesi var. Heil Satan!!

Onur: Konsept, sözler, sanatsal içerik, replikler, klip, kapak… Bunların hepsinde Mutlu’nun büyük emeği var. Onun da ustalık dönemi diyebileceğimiz bir albüm olduğu düşüncesindeyim. Bu şarkının müzik tarafı ile ilgili: 1. Albümü Alicanlar’da kaydetme esnasında gitar çalarken bu besteyi yapmıştım. Bir şarkının hem saldırgan hem duygusal olması aslında tam da yapmak istediğim bir müzik yapısı. Screamo içinde buna benzer çok durumla karşılaşabiliyoruz. Crowning – “Velleity” şarkısının girişi bu hem saldırgan hem duygusal birleşimi aynı anda harika veren bir örnek. Her dinlediğimde beni çok heyecanlandırır. 3. Albümde belki daha daha emo, daha ağlak, daha türkü ama daha hızlı, taramalı, kavgalı, vurdulu kırdılı bir yapı çıkacak ortaya. 3. Albüm için şu ana kadar kayıtlarda biriktirdiklerim hüzünlü arpejler oldu. Onları öküz kovalayan bir tempoyla birleştirebiliriz umarım.

Görkem: God is dead! Satan lives!



Kerem: Sanki Sabbath ile yukarıdaki şarkıda ortak bir hikaye var gibi geliyor bana, atıyor muyum : ) Konu Sabbath’a gelmişken, video bilgilerinde Mutlu’nun da yönetmenlik ve yazıma dahil olduğunu görüyoruz. Klibi hazırlarken son zamanlarda artık normalleşen AI teknolojisinden faydalandınız mı?

Mutlu: Sabbath’da bir anlaşma APTSI’de de saygıyla verdiğimiz bir selam var : ) Klibi pembe’nin “Sen Kaybolmadan” klibini de yapan ultra yetenekli Doğuş Asan’la birlikte yaptık. Karakter tasarımlarını da sevdiceğimiz Eda Dursun yaptı. Klip AI’la hazırlanmadı, üç boyutlu bir modelleme uygulamasıyla anime edildi. AI estetiği hala biraz tırt-yüzeysel geliyor bana, humanize olması için hala baya zamanı var gibi.

Onur: Hem Sabbath Hem A Pilgrimage To San Isidro şarkılarında Kidcrash, Crowning gibi Amerikan screamo gruplarından ağır etkilenmişliğim var. İki besteyi de yakın dönemde yaptığım için benzer sesler geliyor olabilir kulağa. Öyle bir çağrışım olmuş olabilir.

Kerem: Kapanış şarkısı Fantastic Vision’un sözlerinde sanki bir veda hissiyatı var, kırgın biri veda ediyor ama kendisine mi yoksa yaptıklarının değerini bilmeyenlere mi kızgın bunu muğlak bırakıyor. Şarkının Goya konsepti dışında kişisel ( ya da grupça paylaştığınız ) bir anlamı var mı?

Mutlu: İyi bir burnun var. Fantastic Vision bir veda şarkısı. Kırgın bir şekilde veda ediyor, hem yaptıklarına, hem de yapılanlara.

Görkem: Daha çok elveda gibi, geri dönüş yok.

Onur: Fantastic Vision en son yaptığımız şarkı. Daha önce 7 şarkımız vardı ve hadi bu şekilde kayda başlıyoruz dedik. Son stüdyoda benim son dakikada yaptığım bir besteyi de ekledik , 8 oldu ve o Fantastic Vision idi. Şarkının hızlı devam ederken çat diye durup ortadan giren Musa Eroğlu- “Yolun Sonu Görünüyor” riffleri. Ruh halim burada hem sert, hızlı hem de ağlak, yavaş bölümlerin sentezi gibi:

Bize bu imkanı tanıdığınız için sizlere çok teşekkür ederim.

Kerem: Biz teşekkür ederiz arkadaşlar. Onur’cum off the record not için sana ayrıca teşekkür ederim.

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.