Birer Aydınlanma Aracı Olarak Post-Metal ve Gürültü

Paylaş:
Post-metal ve gurultu - Paslanmaz Kalen

Cult of Luna ve benzeri post-metal grupları ile genel olarak “post-metal” ismi verilen, 2000’lere ait bu yeni türün estetik duruşunu çok can alıcı buluyorum. Bu tarzın gruplarının genelgeçer kıta-nakarat-kıta-nakarat şeklindeki rock müzik formatına riayet etmeyişleri ve onun yerine minimal tekrarlara dayalı düzenlemeleri, Fransız filozof Michel Foucault’dan alıntı yapacak kadar sofistike, tıka basa sosyoloji ve felsefe dolu şarkı sözleri ve gitarın natürel akordunu “si” notasına kadar kaydırarak elde ettikleri sert tonlar post-metaldeki başat özellikler oluyor. Bunların yanında, bende birçok felsefi çağrışımı olan baskın bir diğer özellikse gitarlarının yüksek distortionı – yani müziklerine eklemledikleri yüksek dozda gürültü. Cult of Luna’nın 2001 çıkışlı, grupla aynı isimli ilk albümlerindeki “Revelation Embodied”i dinlerseniz, distortionın, yani gürültünün, müzikte ne kadar ön planda olduğunu, hatta şarkıdaki diğer enstrümantasyonun yanında kendi alanının ve kimliğinin olduğunu göreceksiniz. Bu, Cult of Luna ve benzerlerinin bilinçli bir şekilde yaptığı bir tercih, değişik imaları olan bir duruştur.

Cult of Luna - Paslanmaz Kalem

Cult of Luna’nın 2001 tarihli ilk albümü

Sessizlik eski çağların ortak alanıydı. Doğa olaylarını (deprem, fırtına, gök gürültüsü vs.) saymazsak, günlük hayatın içinde gürültü kısa ve anlıktı. Oysaki Endüstri Devrimi’yle gürültü günlük hayatın sabit bir sesi (“drone”) haline geldi. Post-metal müzisyenlerinin kullandığı şekliyle bir “ses duvarı”, hatta bir “monolit” haline gelen gürültü, bunun bir aynasıdır.

Endüstri Devrimi - Paslanmaz Kalem

Endüstri Devrimi’yle gürültü sabit bir ses haline geldi

İnsanlık tarihinde müziğin nasıl ortaya çıktığı hâlâ araştırılan ve tartışılan bir konudur. Ama bilim dünyasının üzerinde anlaştığı nokta ise müziğin dini ritüellerde din adamları tarafından kullanılmasıyla kendi kendine var olan kutsal bir kimliğe büründüğüdür. Yunanlıların Pisagor’un matematiksel sistemi üzerine kurduğu tetrakord* ile ilk müzik teorisi ve ilkel bir armoni anlayışı ortaya çıkmıştı. Orta Çağ’da ise bu sistem gelişmiş, Gregoryen şarkıları ve popüler parçalar ile müzik zenginleşmiştir. Ama bu dönem boyunca ses ve müziğe “müziğin zamanı içinde ilerleyen, gelişen, gelişmesi gereken” bir olgu olarak bakılmıştır. Bu da onun alanını birkaç yüzyıl boyunca hep kısıtlı tutmuştur, hatta sonra ortaya çıkan kontrpuancıların** karmaşık polifonisinde bile bu kısıtlamanın dışına çıkılamamıştır. (Doğrudur, bu dönem boyunca bu ilkeyle çalışan üstün yetenekli müzisyenlerin elinden insan aklının sınırlarını zorlayan eserler çıkmıştır. Ama sürekli değişen ve gelişen bir müziğin de nasıl kısıtlayıcı olabildiğini, günümüzde ortaya çıkan farklı müzik kulvarları sayesinde anlayabiliyoruz.)

Bir tetrakord dizisi - Paslanmaz Kalem

Bir tetrakord dizisi

* Tetrakord: Sadece dört sesten oluşan ilkel dizi

** Kontrpuan: Farklı melodilerin birbirleriyle armonik uyumu

En başından beri, bir sanat dalı olarak müzik, saflığın ve insan kulağına keyifli gelen seslerin peşinden gitmiştir. Değişik sesler ve kombinasyonlar kullanılmaya başlandığında bile kulakları okşayacak armoniler arayışı içinde kalmıştır. Bütün müzikal kavramların daha komplike hale geldiği günümüzde ise disonant/uyumsuz seslerin müziğe dahil olmasıyla kulağa daha çarpıcı, daha garip gelen müzikler ve -hatta halihazırda kendi başına bir tür olarak- gürültü (“noise”) ortaya çıkmıştır. Günümüzün müzik dinleyicisi tatlı melodilere ve görkemli armonik uyumlara artık doymuştur. Evet, Beethoven ve Wagner bize yıllardır çok büyük keyifler sundu. Ama artık “Eroica”nın ya da “Pastorale”in yerine modern hayattaki varoluşumuzu daha iyi tanımlayacak müzikal yeniliklere ihtiyacımız var.

Peki bu durumda “gürültü”yü nasıl tanımlamamız gerekir? Gürültü, bir notaya denk gelmeyen, armonik düzene uymayan sestir. Rönesans’ın ardından 19. yüzyılın başına geldiğimizde Debussy, Stravinsky ve Schoenberg gibi besteciler tonalite kavramını masaya yatırıyorlardı. Onların açtığı yoldan giden John Cage ve Edgard Varèse notasız sesleri müziklerinde kullanmaya başlamıştı bile. Hatta Varèse müziğine “ses blokları” ismini yakıştırmıştı. (Bizim post-metal dediğimiz tür de bu yaklaşımı, metal müziğin yapı taşı olan gitar riffleri ve yüksek distortionla sağlamaktadır.)

Arnold Schoenberg

Claude Debussy

Post-metali doğrudan etkilediğini düşündüğüm tür ise yukarıda da bahsettiğim noise oluyor. Dadaizme (30 Nisan 1919’da Berlin’de icra edilen “Antisymphony” konserine kadar gidebiliriz.) kadar götürebileceğimiz bu türün kendi başına anılmasından önce Jimi Hendrix’in gitar feedbackleri, Lou Reed’in “Metal Machine Music”i ve Sonic Youth albümleri noise’un popüler alandaki kullanımının önünü açmıştı. Oysa bu müzisyenlerden de önce Iannis Xenakis ve Karlheinz Stockhausen gibi birçok elektronik müzisyen gürültüyü bir müzikal kaynak olarak benimsemişti bile. Merzbow ve Alec Empire gibi günümüzün noise müzisyenleri bu önceki saydığım müzisyenlerin ardından gelmiştir.

 

Merzbow

Noise müzisyenleri gürültüyü bir “huzursuzluk” ve “karışıklık” hissi yaratmak için kullanıyorlardı. Post-metal ise distortionın “gain”ini açarak elde ettiği gürültü ile bu ögelerin üzerine bir de “tehdit”i koydu. Cult of Luna ve Isis gibi gruplar, post-apokaliptik tınılarıyla ve bu tınıya uygun şarkı sözleri ve temaları ile bu “tehdit” duygusuna vurgu yapmaktadırlar. Bu grupları dinleyen bir müzik sever, duyduğu kıyamet-vari müzik ve ona eşlik eden, felsefi/sosyolojik insanlık eleştirileri içeren sözlerle kaçınılmaz bir şekilde kendisini ve insanlığı “tehdit altında” hissedecektir.

Dolayısıyla, post-metali iki eşit önemde ögeden oluşan bir tür olarak yorumlayabiliriz: müzik ve gürültü. Müzik kolu medeniyeti ve dünyayı temsil ederken gürültü kolu bunların zıttını, yani entropiyi ve yıkımı temsil eder: Böylelikle de modern insan varoluşunun en gerçekçi betimlemelerinden birisi vardır bu müzik türünde. Günümüzde artık gürültü medeniyetin nefes alıp verme sesi haline gelmiştir. Ama post-metalde duyduğumuz yüksek distortion sadece endüstriyel bir gürültüye işaret etmez. Türün şarkılarında duyduğumuz “ses duvarı” halindeki monolitik gürültüde, günümüz insanının duygusal ve zihinsel gürültüsüne de dikkat çekilir.

Nirvana ve Godspeed You! Black Emperor gibi yüzlerce gruba prodüktörlük yapmış olan Big Black ve Shellac vokalist/gitaristi, alt kültür ikonu Steve Albini’nin gürültü hakkındaki şu mizahi sözü, bu olgunun felsefi/sosyolojik (ve hatta siyasal) çağrışımlarına ışık tutacaktır:

“Politik-felsefi tezleriniz umrumda değil, çocuklar. Ben gürültüyü seviyorum. Başımı döndüren kocaman, hırçın gürültüyü seviyorum. Beni sarsarak içimden geçmesini istiyorum. Zavallı varoluşumuz içinde o kadar harap bir hale gelmişiz ki ona çok ihtiyacımız var.”

Steve Albini

Albini’nin bu sözlerinden yola çıkarak, tekrar tekrar pişirilip karşımıza konan popüler müziğin ve bunun karşısında duran post-metal gibi deneysel ve yenilikçi müziklerin salt “müzik” olmadığını, bunların kültürel ve hatta siyasal imaları olabileceğini görebiliyorsunuz, değil mi? Günümüzde popüler müzik başat kültürün,  dolayısıyla da iktidar ve iktidar odaklarının monologunu maskelemeye yarar. Post-rock, post-metal ve diğer bir sürü yenilikçi müzik türü ise gürültü/kaos ve daha birçok yaratıcı ve aykırı ögeyi müziklerine eklemleyerek bir karşı duruş sergilerler. İronik bir şekilde, insanlığın aydınlanma sürecinde asıl etkin olacak müzikler bunlardır.

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.