Mens Rea ile ilk ve şimdilik son EP’leri ‘Tertium Non Datur’ üzerine

74
0
Paylaş:
Türkiye’nin çok da kalabalık olmayan ama etkin bir deneysel müzik sahnesi var. Okay Temiz’den Replikas’a; Baba Zula’dan Nekropsi’ye kadar bu mirası derinlemesine incelemek sanırım bambaşka bir hikayenin konusu. Ama olaya ilgi duyan bir ekstrem müzik yazarı olarak, 2000’ler nesli dediğimiz ve death metal, grindcore, black metal, hardcore&punk gibi alt kültürlerle büyümüş; daha sonra bu kültürün bileşenleri olan Truth We Defend, Lecture, Cerahat40K, Humbaba, GodBud, Mr. Mantis, Rott-Fish gibi projelere imza atmış isimlerin bir araya gelip, ülkedeki köklerine de sahip çıkan bir deneysel post-indie/metal EP’sine imza atması oldukça ilgi çekici bir durum bence.
.
Mens Rea projeyi sessiz sedasız üç şarkı ile gerçekleştirmiş, online mecraya 2023’ün son günlerinde koymuş ve bir facebook ya da instagram sayfası bile açmadan kabuklarına çekilmişti aslında. Zaten röportaj esnasında grubun büyük ihtimalle ilk ve tek kaydının bu olduğunu da göreceksiniz. Fakat şarkıları dinlerken tahmin ettiğim gibi, aslında 2005 sonrası kendini göstermeye başlayan bu neslin, tamamen kendisine ait özel bir hikayesinin olduğunu yeniden keşfettim cevaplarını okurken. Henüz tamamı yazılmamış, çok güzel bir hikaye bu ve bir kısmının özetini aşağıdaki çok güzel muhabbetten de okuyabilirsiniz. Burada 80’leri anne babalarından dinlemiş, 90’ların sonunda değişen dünyaya hızla ayak uydurmak zorunda kalıp hızlı büyümüş ve kendilerinden önceki müzikal birikimi oldukça açık fikirli bir şekilde emerek kendi özgün yaklaşımını yaratmış bir neslin sesini kokyalabilir, o dönemin ruhunu ve günümüze yansımasını görebilirsiniz.
.
Şimdi, Mens Rea’yı fona ister Spotify‘dan ister YouTube‘dan ister Apple Music‘den ‘teybe’ koyun, tatilin ve iyi müziğin keyfini çıkarın. Grup Elemanlarının diğer projelerine de göz atmayı unutmayın lütfen. Yaşadığınız yerde özgür müziğin tarihi, bize anlatıldığından daha derin ve köklü artık.
.
Kerem: Bir sürü Mens Rea buldum internette sizi aratırken, öncelikle bu ismi seçmenizin
sebebini çok merak ediyorum. İsmin kendisinin anlamının zamanla hukuk dilinde yaşadığı
transformasyonun grubun müziğiyle bir ilgisi var mı?
.
Kıvılcım: Mens Rea fikri Saygın tarafından ortaya atıldı. Esasen doğrudan hukuk dilindeki
karşılığını ele alarak üzerine gittik. Hem içinde bulunduğumuz bariz olarak taraflı ve
aklama/örtbas etme üzerine kurulu atmosferi çok net yansıtan hem de laf ebeliği yaparak bir
şekilde ürettiğimiz sese pişkince bir kılıf olabilen bir terim. Tabii biz bu ismi kendimize on sene
sonra seçmiştik ve sonraki süreçte “hukuk” çerçevesinde yaşanan pek çok çürüme istemesek
bile ismimize acı bir değer katmış bulundu.
.
Saygın: Grubun ismi, karanlık bir hayal döneminde suç ile kötüyü ve kötülüğü, iyiyi ve iyiliği,
yasal ve adil olanı ayıran ve birleştiren şeyleri sorguladığım bir dönemde aklıma geldi.
Yaptığımız müziği düşünmeden hatta ne yapacağımızı tam bilmeden kafamda olan bir isimdi.
Partisyonların bağımsız hareketi gibi noktaları zorlarsak, yaptığımız müzik ile de bir bağ
kurabiliriz tabi lakin yapay bir bağ kurmuş oluruz.
.
Barış: Latince bir hukuk terimi olan Mens Rea’yı araştırdığımda bunun yargılamanın mevzusu
olan bir eylemin suç işleme yahut şer bir emele hizmet etme dürtüsüyle yapılıp yapılmadığına
hükmedebilmek için oluşturulan temel bir kriter olduğunu ve failin işlediği eylemin kabahatli
eylem sayılabilmesi için hem doğrudan suç sınıfı kapsamında olması hem de bu eylemin “mens
rea” dahilinde, yani kriminal bir niyetle işlenmesinin icab ettiğini okumuştum. Hukukun adının
olduğu ama uygulamasının pek de olmadığı ülkemizin ‘de facto’ parti devlet rejiminde mens rea
aslında ironik bir şekilde masum olduğunu bildiğimiz kişileri hukuka uygun yargılıyormuş gibi arz
etmenin, bunu yaparken kendi kriminal zihniyetlerini maskelemenin çok kolay bir ve kestirme bir
yolu olageldi. Mens Rea ‘de jour’ değil ‘de facto’dur, evrensel değil konjonktüreldir. Saygın’ın
seçtiği bu isim, ismi bulmaya matuf zihinsel muhakemelerinin de bir neticesi olarak çevremizde
oluşturulan gerçekliğe ithafen son derece manidar. Bu ironi bana kalırsa müziğimizin eklektik ve
belki “keyfi” yapısında da tecessüm etti, bilerek ya da bilmeyerek.
.
Kerem: Bu ekip nasıl bir araya geldi? Ben dinlerken Melvins’den post metal’e; Naked City’den
Nekropsi’ye hatta Deathspell Omega’ya kadar değişik tatlar alıyorum ep’de, bir araya nasıl
geldiniz ve şarkıları nasıl oluşuverdi?
.
Saygın: Hepimiz eski arkadaşız. 2000’lerin başında İstanbul sınırları içinde metal dinleyen
hemen herkesin bir şekilde yolları kesişiyordu. Yavuz’u sanıyorum 20 senedir Kadıköy’den
tanıyorum, Barış ile belediye festivalinde punk konserinde tepinmişliğimiz bile var. Kıvılcım ise
zaten tanıştığınız an ne zamandır tanıdığınızı karıştırmaya başladığınız yakınlıkta biri ki onu da
zaten 2010’dan beri tanıyorumdur. Hal böyleyken elimdeki death metal ve grindcore motiflerinin
yanı sıra, bir kısmı perküsif akustikten türemiş elektrik gitar partisyonlarını zorlamaktan
hoşlanacak bir ekip için arayacağım kişiler zaten çevremdeydi. Gerisi stüdyo çalışmalarında
geldi. Kimi partisyonlar o anda, orada baştan yazıldı, kimi bölümler hayal ettiğimizden uzak fakat
içimize sinen noktaya evrildi.
.
Kıvılcım: Saygın ile beraber garson olarak çalıştığımız dönemde bir gün gelip “ben seninle,
Yavuz’la ve Barış’la beraber çalmak istiyorum, elimde bir sürü materyal var. Ne dersin?” diye
sordu ve kendimizi Saygın’ın getirdiği fikirleri kaşırken bulduk. Hazır gelen materyalin bir kısmı
çok eski olduğu için zaten kendi içinde “dünden bugüne” gibi bir form çeşitliliği vardı, ekipte hiç
kimse bir diğerini sınırlamadığı ve aksine “daha da delirelim” diye birbirini gazladığı için hepimiz
ceplerimizde biriktirdiğimiz taşları rahatça ortaya koyduk. “Fazla” olduğunu düşündüğümüz
elementleri kestik, eksik bulduğumuz yerlerin üstüne gittik ve ortaya bu üç parça çıkmış oldu.
.
Barış: Saydığın tüm gruplar kendi stillerinin öncüsü ve genel bağlamda ilham aldıkları türlerin
de hem kilometre taşı hem de onu yapı-bozum’a uğratan son derece aykırı teşekküller bana
kalırsa. Dinleyicinin zihninde onları çağrıştırıyor oluşumuz benim için iftihar vesilesi, teşekkür
ederim. Lakin bana kalırsa hem hepimizin extreme türlere olan düşkünlüğü ve yatkınlığı, hem de
Saygın’ın bir anda nereden çıktığı meçhul o perküsif akustik hezeyanları (müspet anlamda
elbette) bu grubun müzikal omurgasını teşkil etti. Örneğin Sirens Lacerate şarkısında Saygın’ın
sol elini (klavye eli) sağ elinin yaptığından bağımsız olarak bir tapping mekanizması olarak
kullanması zaten başlı başına şarkının stilini belirleyici bir rol oynadı, çok sağlam bir fırlatma
rampası işlevi gördü. İlham aldığımız gruplardan azade, ki nitekim o saydığın tüm grupların da
bilinçaltımıza yerleşmiş olduğu gerçeğinin de hakkını vererek, bu nevi minik oyunlar ve arayışlar
Mens Rea şarkılarına hayat ve ruh verdi diyebiliriz bence. Büyük anlatılardan ziyade anlık
heyecanlardan yola çıktık diyebilirim kendi adıma.
.
Kerem: Neden ep’nin adı Tertium Non Datur? Aklıma ilk olarak Erkan Oğur’un iyi müzik
hakkındaki önermesi geldi ama ek olarak yerel motifleri alıp böyle zor bir soundda oryantalizme
kaçmadan işleyebilmiş üç şarkı var elimizde, ep’nin adı buna benzer bir müzikal kaygı ifade
ediyor mu?
.
Saygın: Açıkçası parçaları bu şekilde ifade etmene çok sevindim. Bu şu ana kadar aldığım geri
dönüşler içinde en benzersiz olanı sanırım. Teşekkürler. Tertium Non Datur, Yavuz’un önerisiydi.
Benim aklıma yatma sebebi üç parçadan herhangi birinin, diğer ikisinin tercih edilerek
harcanabilir olmasıydı. Grup olarak yaptığımız işten memnunuz, ve şahsen sevmediğim bir
parça da yok fakat önereceğim tek parça olsa, arada kalacağım her zaman ikisi olacaktı. Ayrıca
grubun adı ile tuhaf bir çelişki içinde oluşu da hoşuma gidiyor.
.
Yavuz: Bu üç parçanın bende yarattığı his taş kağıt makas oyununu andırıyor. Bir de ikişer
ikişer dinlendiğinde birbirlerine uyum sağlayabilen, ama üçüncüsü devreye girdiğinde parçalara
duyduğum sevgiden bağımsız bir şekilde zihnimde bütünlüğü bozulmuş bir hava oluşturuyor. Bu
söylediklerimin yanı sıra, gerek küresel gerek de yerel sebeplerden ötürü içinde bulunduğumuz
siyah-beyaz yaşam şartları da bilinçaltımdan bu ismi tetiklemiş olabilir. Sesli düşüncemi
paylaşmadan geçmek istemedim.
.
Kerem:Grup kadrosu artık standart alternatif müziğin ve belirli tonlarda ekstrem olanın da kabul
gördüğü retro çağında müziğe artık tekrardan deneysel açılardan yaklaşmayı seven
müzisyenlerden oluşuyor; Mens Rea’nın sizin için misyonu nedir ve hem popüler müziğin hem
de yeraltındakilerin covid sonrasında yeniden hareketlendiği bir ortamda müzisyen olarak
kendinizi nerede görüyorsunuz?
.
Saygın: müziğin, müzik yapmak isteyen herkesin bir müzisyene dönüşebileceği kadar esnek,
kolay bulunan, icra edilebilen ve paylaşılıp tüketilebilen bir çağda olduğumuzu düşünüyorum.
fakat belki özel yaşamımdan, belki de fazla iştahımın kalmadığından, kendimi herhangi bir
misyona sahip, ait hatta iştirak eden bir müzisyen olarak görmüyorum. içimden gelen bir şeyleri
kusmak istediğim bir zamanda, benzer his ve düşünceleri benimle beraber çığıran dostlarımla
iyi bir eylemden ibaret yaptığım.
.
Kıvılcım: Kendi adıma içimden ne geliyorsa onu deneyebilme özgürlüğü ile dahil oldum. Misyon
denebilir mi bilmiyorum ama motivasyon buydu. Saygın’ın perküsif akustik ve prepared
instrument merakı zaten bu konuda bana garanti veren bir etmendi, üstüne iki bas gitar olma
fikri ve Yavuz da eklenince rahat rahat delirecek alan ortaya çıkmış oldu.
Mens Rea covid öncesinde yapılmış bir iş, covid beraber atlatılsa ne çıkardı hiç ön
göremiyorum. Ben müzisyen olarak kendimi herhangi bir yerde görüyorum. Üstüme vazife
olduğunu düşünmüyorum.
.
Yavuz: Bu grup beni resmi olarak ilk kez istediğim anda istediğimi çalabilme konusunda serbest
bırakan insanlardan oluştuğu için, daima en sevdiğim proje olarak benimle kalacaktır. Bir gün
olsun gruptan birisi çıkıp da yazdığım davulların çıkış noktasını sorgulamadı. Bence Mens
Rea’nın misyonu özgür müzik yapmak idi.
.
Barış: Şahsen birbirini iyi tanıyan, başka birçok projede ortaklaşmış ve bunca zaman beraber
müzik üretmemiş olması da başlı başına abes ve belki de ayıp olan bu dört kafadarın güçlerini
birleştirdiğinde ortaya ne çıkabileceği sorusu benim bu maceraya dahil oluşumdaki temel itici
güçtü. Aklımda “Benim zihnimden asla bu şekilde peyda olmayacak, bedenimle asla bu haliyle
şekil veremeyeceğim bu yabancı fikirlere ben ne katabilirim?” düşüncesi haricinde bir dürtü
yoktu. Salt bu düstura kendimi bırakınca ne olacağı benim için en cazip olanıydı ve netice de
bence yöntemi haklı çıkardı. Müzisyen olarak kendimi arada bir kovuğundan çıkıp insanların bir
süre üzerinde düşünmesini ve manevi kütüphanelerine ara ara dönüp bakmalarını teşvik edecek
anlatıları üretmeye çalışan biri gibi görüyorum. Mens Rea bunun için çok uygundu.
.
Kerem: Konusu açılmışken dördünüzün de oldukça ilginç birer kişisel diskografisi var aslında,
belli bir müzisyenlik seviyesi gereken projeler de dahil buna, bu anlamda şu anda bulunduğunuz
noktada sizi ‘ben böyle bir müziyen olmalıyım’ dedirten sanatçı akım ya da albüm hangisi ( hatta
üçü birden :)
.
Saygın: üçünden de onar tane söylesem yine eksik kalır. sadece Mens Rea özelinde
konuşacak olursak Kobong grubunun özellikle Chmury nie bylo (1997) albümünü söyleyebilirim.
.
Kıvılcım: Akım diyemem ama birkaç proje sayayım; Melvins, Bölzer, Sleep, Sunn O))),
Deathspell Omega, Boris, Sonic Youth.
.
Yavuz: Ben davul çalmayı 2001 yazı başladığında üçlü koltuk, basket topları ve sandalyelerden
oluşturduğum derme çatma davula vura vura Muse – Origin of Symmetry albümünü çalarak
öğrendim. Albümün çıkış tarihi de bu döneme denk gelir. Ama davul çalmaya başladığım dönem
en sık dinlediğim türler death metal, doom metal ve nu-metal’di aslında. Bu dönem davulculuklar
beni çok etkilemiyordu çünkü zaten çalamadığım ve algılayamadığım teknikler vardı. Blast beat’i
ilk defa 2004’te gözümle gördükten sonra anlamıştım örneğin. Davulculuk algım gelişmeye
başladığında sevdiğim gruplar da albüm yapmaya devam etti ve başka bir dünyaya giriş yaptım.
Beni doğrudan müzik yapmaya yönlendiren albümlerin bir kısmını da bu dönemlerde dinlemeye
başladım.
.
Slipknot – Slipknot
Opeth – Blackwater Park
Vuvr – Pilgrimage
Porcupine Tree – Stupid Dream
Cult of Luna – Salvation
Isis – Oceanic
Morbid Angel – Covenant
Estradasphere – Buck Fever
Korn – Follow the Leader
Mastodon – Remission
maudlin of the Well – “Bath”
Poison the Well – Opposite of December
.
Daha ekleyebileceğim çok fazla albüm var ama röportajı şişirmemesi için burada duruyorum.
Özellikle bu albümlerden sonraki dönemlerde davulculuk namına keşfettiğim büyük işler var.
Barış: Salt Mens Rea müziğine mahsus konuşacaksam kesinlikle Saygın’a katılıyorum, zira
benim için de bu müziği icra ederken aklımda hep Kobong vardı, harika bir Polonya’lı grup. İçten
içe Kobong yahut Neuma vibe’ı oluşsun istiyordum sanırım çok farkında olmasam da. Post-
metal türünün bence yaratıcılarından sayılırlar. Ben de bu terimi yerinde görüyorum Mens
Rea’yı tarif ederken. Bunun dışında çok çok fazla benim müzikal arayışıma yön vermiş grup var,
ama gruptaki rolümün mûcibince tek bir isim zikretsem heralde bu Steve di Giorgio olurdu. Ne
zaman bir fikri olgunlaştırmak istesem “Acaba di Giorgio burada ne yapardı?” diye düşünürüm.
.
Kerem:Hepiniz aynı anda farklı projelerde de çalıyorsunuz, mesela şu sıralar Yavuz ve Kıvılcım
beraber Cerahat 40k isimli projeleri ile yeni konser verdiler bildiğim kadarıyla, Mens Rea bu
anlamda canlı performans ile izleyebileceğimiz projelerden biri olacak mı?
.
Saygın: Şu anda grubun durumunu da göz önünde bulundurduğumuzda maalesef, hayır. Bir
gün umarım.
.
Kıvılcım: :(
.
Kerem:EP’den sonra grubu devam ettirmeyi planlıyor musunuz? Artık 2024’de diziki formatın
önemini kaybettiği bir aşamadayız ama biliyorum ki kültür olarak plak dünyasına yakın hisseden
müzisyenlersiniz. Buradan sonra bir ful albüm olsa plağı basılsa mesela?
.
Kıvılcım: Mens Rea fiziksel şartlardan dolayı yakın zamanda devam ettirebileceğimiz bir proje
olarak görünmüyor ne yazık ki.
.
Saygın: Benim özel hayatımdaki adımlarımın sonucu beklediğimiz gibi gitseydi grubu çoktan
online üzerinden devam eden, çalışan, aktif bir grup olarak tutup, belki az önceki soruna cevap
da olacak şekilde bol konser veren bir hale getirmek istiyorduk. Maalesef işler sarpa sardı, ben
beceremedim, altından kalkamayınca da planlarla beraber Mens Rea da rafa kalktı. Fakat ekip
içindekiler birbirini anlayabilen, ve ortada olacak olan bir şey var ise bunu görebilen müzisyenler
oldukları için, eminim ki gerçekten o an gelirse böyle bir devam olacaktır.
.
Barış: Şu an için yeniden müzik üretim safhasına geçmek muhtelif sebeplerden zor gözükse de
sanki içimden bir ses gelecekte yine birbirimizi gaza getirip aynı fiziki ortamda bulunmasak bile
uygun şartları sağlayıp bir maceraya atılacağımızı söylüyor :) Müziğin üretimi safhasında bu
kadar rahat ve eğlenceli olan az projem oldu şu ana kadar. Yine benzer bir deneyime hayır
demem asla. Plak ise rüya gibi olurdu, elbette en sevdiğim format.
.
Kerem: Hatta gaza gelmişken bugüne kadar içinde bulunduğunuz projeler içeriside plağı olsa
ne güzel olur dediğiniz bir kayıt var mı?
.
Kıvılcım: Mens Rea – Tertium Non Datur, Humbaba – A Timeless Mass, Godbud – Dope
Supreme
.
Saygın: Benim isteğim bu EP’nin kaydedildiği sene, ben henüz İstanbul’dan ayrılmadan çıkması
olurdu. Tabii bir de 2004 senesinde Nekrophili Skatomania Koprophobi (NSK) ismindeki
grindcore grubumuzla yaptığımız demo olan “tariqua nekrophilia” basılmış olsaydı çok
sevinirdim :)
.
Yavuz: Bir an geçmişte yaptığım işleri düşündüm ve sayısı başımı döndürdü. Hiç plağa
yakışacak doğru dürüst kayıtlar ortaya çıkaramadık sanırım. Yani kayıtlar kötüydü, parçaları
eleştirmiyorum burada.
.
Barış: İlginç bir şekilde aklıma 2001’de birkaç demo/split kaset yaptığımız noisecore grubu Rott-
Fish geldi. Hem o döneme ait birer vesika niteliği taşıması hem de kayıtların saf analog formatta
oluşu, master’larının bile kaset olarak kalmış olması sanki plağa yakışırmış gibi geldi. Onun
dışında Mr. Mantis’in henüz yayınlanmamış full length’i ve kayıtlarını daha birkaç gün önce
bitirdiğimiz çiçeği burnunda death metal grubum Epicrisis’in plağa basıldığını görmek harika
olurdu.
.
Kerem:Nekropsi, İkibölübeşbeze gibi 90’ların deneysel gruplarından bugünkü müzik ortamına
geldiğimizde noise rock’dan post metal’e kadar, müziğe deneysel yaklaşımların yaygınlaşmadığı
ara ataklar olarak kaldığı bir müzik ortamımız var. Bazen düşünüyorum mesela bu kadar çocuk
Bilgi’den düğünlerde caz standartları çalmak için mi mezun oluyor diye, sizce tarihi kökleri
müzikle bu kadar içiçe bir coğrafyada aslında yaşamamıza rağmen müziğin gündelik hayatın bir
parçası haline gelmesine de bu kadar tepkili bir toplum olmamızın sebebi ne? İşin garibi
standardın dışında müzik üreten insanların deneysel yaklaşımlara çok kapalı olması, bu nasıl
aşılır ya da aşılması gereken bir sorun mu sizce?
.
Saygın: Birçok öğrenci müzik bölümlerinden mezun olduktan sonra para kazandıracak ne var
ise onu yapacaktır. Bu sanıyorum ki hep böyleydi. Biz efsanevi müzisyenlerin kişisel gelişimciler
için müthiş örnek oluşturan hayatlarının pazarlanmalarıyla büyüdüğümüz için bunu her
azmedenin yapabileceğini düşünsek de durum öyle değil. Çoğu şeyde olduğu gibi ekonomik
sebepler senin nerede, hangi projeye ne kadar zaman ayıracağını belirliyor. Bir ana akım iş ya
da üç alternatif proje sayesinde geçimini sağlayan herkes kafasına eseni deneyebilmekteydi.
Şimdi zaten yaptığın her şey ya para getirmeli, ya hobi olarak kalmalı. Bununla beraber Erkan
Oğur örneği vermiştin, kendisinin müzik geçmişe aittir diye özetlenebilecek bir cevabı da vardı.
Yaptığımız her şeyde geçmişle bağ kurarak, geçmişte ne var ise onu taklit ederek, değiştirerek,
yineleyerek, birleştirerek ya da ayırarak oluşturuyoruz. Bundan on beş sene önce death metalin
içindeki apayrı bir alt tür şu an aynı akımın ana hattını oluşturuyor. Belki artık deneyecek bir şey
kalmamıştır, belki deneyecek halimiz.
.
Barış: Tespitlerine ve hislerine katılmamak elde değil Kerem. Bir de bu işin diğer tarafında
MIAM gibi harika bir enstitüden eğitim alıp kendisini yurtdışındaki akademi ortamında
ilerletmek/gerçekleştirmek dışında bir yerde konumlandırmakta zorlanan ufku çok açık bir kesim
de var ki bu tanıma uyan oldukça fazla insan tanıdım son yıllarda. Bazıları da arkadaşım oldu;
iyi ki varlar da bir şekilde bize dokunuyorlar, çeperlerden de olsa (ki bu iyi birşey belki de). Bu
sorunsal bence müziğin politikleşmesiyle ve bağımsız üreticilerin örgütlenmesi ve
dayanışmasıyla aşılabilir ancak. Pandemi döneminde bunun sorunsalı yarattığı somut fiili
şartların tam da göbeğine düştük müzisyenler olarak ve bırakın bağımsız üreticileri, kendi
müziğini üretmeyen ve sadece icra yapan profesyonel müzisyenler bile bir limbo’nun ortasında
buluverdi kendini. Bu ağların nasıl kurulabileceği apayrı bir tartışma konusu, zira sanat gibi “iş
kolu” muamelesi görmesi bizzat o işin özneleri tarafından kahir ekseriyetiyle reddedilecek deniz
gibi engin bir alanda bunun nasıl olabileceğine dair mülahazalar daha çok su götürür. Ben yine
de buraya müspet bir not bırakabilmek adına doğumunda MIAM kökenli öğrencilerin ve
akademisyenlerin tohumlarını ektiği A.I.D. (Art is Dead) kolektifini örnek vermek istiyorum. Bir
anlamda hem çıkardığı fanzinlerle, hem düzenlediği konserlerle en deneysel, en left field
oluşumların bir çatısı gibi işlev gördü ve halen devam ediyor. Beni en heyecanlandıran ve en
çok ufkumu genişleten kolektif oldu ve sorduğun sorulara dair zihin jimnastiklerinde bir
başlangıç noktası oluşturdu benim için. Üretenin politikleşmesi ve üretenin politikasının öncelik
kazanması için örgütlenmenin ve dolayısıyla bir çeşit sendikalaşmanın zarureti bence somut
şekilde ortada, zira güvence olmadan bağımsızlaşma da bir yere kadar olabiliyor.
.
Kerem:Metal dinleyerek müziğe başlayan müzisyenler ile punk dinleyerek başlayanlar arasında
ilginç bir ritim anlayışı çakışması yaşanıyor genelde müzik yaparken bunu siz de yaşadınız mı?
(Burada Barış Yavuz ve Kıvılcım biraz yeraltı maceralarını anlatsın istiyorum aslında :)
.
Kıvılcım: Ben Yavuz’la çalmaya sittin senedir alışığım zaten orda sırtımı yaslayacak güvenli bir
duvarım vardı. Fakat iki bas gitar ilk defa başıma geldi. Barış’ın ne yapmak istediğine karar
vermesiyle ben de boşlukları doldurmaya başladım. Başlarda zorlasa da belli bir akışı
yakalayınca gerisi kendiliğinden devam etti.
.
Yavuz: Abi ben eskiden sade ve düz davul yazma konusunda ciddi sorunlar yaşıyordum. Sanki
davul çalmak bir meydan okumaymış, benim de buna her seferinde yanıt vermem gerekiyormuş
gibi gereksiz bir ruh hali içerisindeydim. Bu yüzden Guitar Pro gibi yazılımların başına oturunca
mühendis gibi boşluk doldura doldura teknik ritimler yazıp saç döküyordum. Durum böyle olunca
teknik metal davulcuğunu içermeyen sade müziklere karşı bir antipati beslemeye başladım. Bu
salak durumu maalesef ki seneler sonra çözebildim. Ortaokul arkadaşım Şerif beni metale
Demilich ile başlattığı için de her şey böyle gelişmiş olabilir. İnsan olsaydı bana Metallica falan
verirdi, ama o öyle yapmayıp Demilich, Morbid Angel, Bethlehem ve Deicide vermeyi tercih etti.
Ben ne güzel walkman’ime Santana ve Bora Öztoprak falan takıp Bağdat Cadde’sinde
geziniyordum. Geçmiş olsun.
.
Davulcuğum esnasında neredeyse bütün metal alt türlerini çaldığım için de bestecilik
yelpazemin geniş olduğunu düşünüyorum.
.
Yani bu yolculuk beni karmaşık bir davulculuğa ittiğinden, Mens Rea’da hiçbir zıtlık
yaşamadığımı söyleyebilirim. Barış ve Kıvılcım’ın aynı anda grupta olmasını ben istedim. Sağ
olsunlar reddetmediler. Karşımda üç tane telli çalgıcı olunca kime dönüp çalsam zaten bir şey
oluşuyordu; benden daha keyiflisi de yoktu o çaldığımız dönemlerde.
.
Barış: Evet Kerem neden bahsettiğini biliyorum sanırım. 7-8 sene öncesine kadar böyle
çakışmalar hep oluyordu, özellikle Mr. Mantis döneminde çok yaşadım; hem sheet hem
metronom/meter olmadan çaldığımız için. Sonrasında zamanlamalardaki sorunlarımın/yanlış
alışkanlıklarımın üzerine gitmeye başladım ve dinlediğim bütün müziklere ayağımla veya
parmağımla konsantre bir şekilde tempo tutup aksanları gruplamaya başladım, ritmik cümlelerin
yapısına, anlamına ve müziğin geneliyle nasıl eklemlendiğine kafa yormaya giriştim. Sonra da
kendi ürettiğim veya önüme gelen müzikleri guitar pro yardımıyla yazdım, sağlamasını yaptım
ve çok da uzun sürmeden belli bir hakimiyet edindim sanırım. Bu grupta hiçbirimiz öyle bir
çakışma yaşamadık diyebilirim, zaten bazı şeyler kağıt üstünde belliydi, olmasa bile hepimiz
ritmik olarak aynı sayfada olabildik. Yavuz’un Demilich tecrübesi birçok şeyi açıklıyor haha. Hem
Yavuz’un, hem Saygın ritim bilgisi ve duygusu çok çok iyidir, onlarla zaten ister istemez çalımını
toparlıyor insan. Ritim bilgisinin ve duygusunun na-mevcudiyetinin bilhassa makbul olduğu Rott-
Fish gibi bir denemeden bugünlere gelebilmek benim gibi grindcore’dan gelen taş kafa bir
metalci için kolay olmadı ama hehehe. Son grubum Epicrisis iyi bir test oldu, davul yazımında
kendime iyi bir challenge verebildim diye düşünüyorum.
.
TEŞEKKÜR LİSTESİ
Bu keyifli röportaj ve bizi geçmişe zihinsel bir yolculuk yaptıran soruların için çok teşekkür ederiz
Kerem. Son olarak elbette prodüktör Can Gelgeç’e teşekkür etmemiz lazım. Onun özverisi,
bilgisi ve pozitif yaklaşımı olmasa Tertium Non Datur belki de hala rafta kalmış bir proje olacaktı.
Bu kadar sorunlu bir kaydı bayağı dinlenebilir, eli yüzü düzgün hale getirebildi. Herkese onun
yaptığı işleri takip etmelerini tavsiye ediyorum. Peace!
Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.