The Mars Volta – Nocturniquet (CD, Warner Bros, 2012)

Paylaş:

Şimdi şöyle birşey var; TMV o kadar büyük bir grup ki artık nazarımda, bu gruptan bahsederken At The Drive In’i anmak artık abesle iştigal sayılabilir. Onu geçtim, okur bu tutumu, “ben eskiden beri bilirim bu herifleri kanka” tipi bir ukalalığın iddianamesi olarak bile kullanabilir, yıllarca yargılayıp salıvermeyebilir; yapar bunu.. Ama sayın okur, herşeyin öyle hızlı tüketildiği bir çağda yaşıyoruz ki ( DİKKAT DİKKAT, klişe timi aktive edildi!!! ) TMV’nın yaptığı şeyin iyi anlaşılması için bazı tipik ve sığ yaklaşımların bertaraf edilmesi gerekiyor, inan bana.

Porto Riko’nun gülü Ömer ve Meksika’nın dikeni Cedric’in ( Klişe timi beklemede; adam sığ beyler ) At The Drive In’de tek bir albümle ( Relationship Of Command ) indie, hardcore punk ve alternatif rock janrlarında yarattıkları etkiyi, o kadro ile tekrarlamak gibi bir niyetleri hiç olmadı. Tıpkı Refused’un “The Shape Of Punk To Come”ı gibi, kendisinden sonra üretilmiş ve klasik formüle bağlı kalarak üretilmiş tüm türdeş müzik, artık “retro” sayılmaya başlanmıştı çünkü. Düşünün, bu iki albüm, punk kökenli tüm müziklerde eskiyi taklit eden ya da yeniye salt soundu sertleştirerek ulaşabileceğini sananlara ( noise, kraut rock eksenlerinde deneyselliğe giren dedeleri bu dersin dışında bırakalım, zira aslında onlar bu iki grubun çıkmasında önemli rol oynadılar ) çok önemli dersler verdi, tıkanık damarları açtı ve hep fanatikler tarafından “bizden olmamakla”, “samimi olmamakla” suçlandı. Ama değerlerini bilenler için yerleri her geçen gün arttı. Bu yüzden bu iki grubun 2012 yılındaki reunion ve  canlı performans duyuruları ortalığı bu kadar salladı..

Bu iki adamın ATDI dağılınca, ortaya başka bir “şok tedavisi” ile çıkacağı, o zamanlardan, yaptıkları işlerden belliydi kısacası. O yüzden, bugün karşınıza atıyorum bir DT, Rush, Coheed & Cambria fanı olarak gelip “abi ben TMV dinleyemiyorum ya” diyen olursa, ona kısaca “canım, sizin dükkan karşı tarafta bak sağdaki” diyebilirsiniz. Zira, Rush’ın beste örgülerine selam çakan bir şarkı yapısından reggea’ye bir anda geçebilen; dub ritmleriyle donatılmış ritim ikilisinin yürüyüşlerinin, psikedelik sound deneyleriyle coşturulmuş perküsyonlara, soundscape’lere eşlik ettiği bu grubu “bir diğer progresif rak” grubu olarak sınıflandırmaya kalkan kişi steril bir soundun peşinde mutluluk arayan ancak hatalı tavsiye ile yanlış yola düşürülmüş progresifçi bir kardeşimiz olabilir. Zira The Mars Volta, progresif rock’a ait sınırları zorlamaya değil, onu grup üyelerinin kişisel tarihçelerinden gelen, güney yarımkürenin geçmişi rock öncesine dayanan kök müzik türleriyle çarpıştırarak müziğe belli dizaynların, kalıpların eşliğinde bakanları sağır etmeye gelmişti dünyaya. Müziklerindeki 70’li yıllar göndermelerine kapılanların hep yanlış anladığı gibi, karmaşık olmak gibi bir dertleri hiç olmadı, duyabildiğiniz sesin sınırlarıyla, algılarınızın müzik eşliğinde yapabileceği yolculukla ilgiliydi onların derdi.

Buradan grubun tarihçesine, yer yer müzikal yalpalamalarına, kendilerine özgü dil/vokal kullanımına, kadro değişiklikleri ve kayıpların ( efsane davulcuları  ve grubun kendine özgü dil kullanımında özel bir yeri olan Ward’ın ölümü )  onları nasıl değiştirip geliştirdiğine hiç girmeyeceğim, internetten bu bilgileri heryerden bulabilirsiniz. Burada anlatmaya çalıştığım, grubun beyni kabul edilen bu iki adamın, kendilerine, bilinçli ya da bilinçsiz, müzik tarihinde nasıl bir “yer” biçtikleri. İlk iki albümleri bir progresif rock grubu olarak anılmaya en çok yaklaştıkları dönemi kapsıyor aslında. Ward sonrası dönemde ise üçüncü albümden itibaren daha minimalist beste yapılarının içine örülmüş sound deneyleriyle göze çarpmaya başlıyor Mars Volta; iki kahramanımızın eski dostu ve yan projeleri De Facto günlerinden kalan özlemleri, Omar’in solo albümlerinde iyice deneye yanıla uzmanlaştığı ses ve sound kapkaççılığıyla birleşerek gittikçe daha naif bir hale gelen grubu renklendiriyor, sadece dikkatli kulakların üstünde küpe olarak kalabilecek güzellikler yaratmaya devam ediyorlardı. Bu anlamda sadece bir post-post-rock alter egosu olmaktan çıkıp bir önceki paragrafta belirttiğimiz dünya müziğini rock iskeletinde kendine özgü bir deneysel tonaja oturtabilen bu grubun evrimi devam ediyordu.

Özellikle Amputechre ve The Bedlam In Goliath sonrası Octahedron ile dikkati çeken “durulma hali”, bu albümde değişik bir düzleme taşınmış. Octahedron gibi baştan sona ritim ikilisini geri plana itmektense; bu sefer oradaki kıvraklığı üst seviyeye çıkarıp, üzerinde yüzen müziği olgun ve sakin tonlarda tutmayı seçmiş grup. Öyle olunca Deantoni Parks’ın davul performansı ışıl ışıl parıldıyor, göz alıyor. Özellikle Dyslexicon’un sözleri ile davul örgüsü arasındaki “aksak ilişki”nin grubun Ward’lı günlerindeki linguistik estetiği ve müzikal doyuruculuğu bir arada içermesi çok etkileyici. Açılıştaki Whip Hand ile size köklerinden gelen Güney Amerika ruhunu çaktırmadan gitara yüklenmiş bir ritimle duyurmaya çalışan ve insanı bir an kararsız bırakan albüm, arka arkaya Aegis, Dyslexicon ile sizi duvardan duvara vurduktan sonra bir anda duruluyor. Bu iki etkileyici kompozisyonun ardından albümün en vasat şarkısı “Empty Vessels…”, sadece arka fonundaki endüstriyel efekti dikkate almanızı istiyor sanki, size nefes aldırıyor. Zira hemen arkasından gelecek olan The Malkin Jewel ve Lapochka’daki duygu yoğunluğu sizi yoracak. Bu ikiliden sonra ise araya Molochwalker ve Zed And Two Naughts gibi iki klasik adayını da alarak grubun tüm dönemlerine bir saygı duruşuna çıkıyoruz. İçlerinde Tricky’nin Maxinquaye’sinden ya da Nearly God projesinden fırlamış gibi kurgulanıp finalde tipik Mars Volta yürüyüşleriyle birleşen bir şarkı var ki, tek başına grubun ne kadar farklı tatları ustaca pişirebildiğinin en güzel kanıtlarından biri. Kapanışta yer alan Zed ise ağızda o kadar güzel bir tat bırakıyor ki, albümü yeniden dinlemek için sabırsızlanıyorsunuz. Bu şarkıdaki vokal melodisini eski At the Drive In fanları ayrı bir tebessümle dinleyecekler. O kadar ki bu final The Mars Volta’yı “başladığı yere bağlayarak” güzel bir düğüm atıp bitirmek mi istiyorlar acaba sorusunu sorduruyor insana…

Her zaman olduğu gibi dikkatle dinlenmesi gereken, seslerdeki hiçbir detayın fon sayılarak heba edilmemesi gereken, nakış gibi işlenmiş bir Mars Volta albümü elimizdeki. Sevenleri için de, yeni başlayacaklar için de, harika bir seçim olacaktır ama bir bütün olarak son tahlilde, bir klasik olmaktansa, grubun bir adım daha cesaret sahibi olduğunda yapabileceklerinin işareti olarak algılamak gerekiyor albümü. Belki de bizim ikili, TMV’dan sonra çıkacakları maceranın kurgusunu yapmaya başlamışlardır bile…

[youtube id=”guqLKUI4EX4″ width=”620″ height=”360″]
Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.