MARTIN MENDEZ Röportajı: White Stones, Opeth ve daha fazlası

Paylaş:

Opeth’ten tanıdığımız ve solo projesi White Stones ile ikinci albümünü piyasaya süren Martin Mendez’i yakaladık. White Stones’un yeni albümü, Opeth’in gelecek planlarını, Barselona’daki günlerini ve İbrahim Tatlıses sevgisi hakkında merak ettiklerimizi sorduk.

Merhaba Martin. COVID koşullarında hayat nasıl geçiyor?

Tabii ki herkes için zorlayıcı bir süreç oldu, ancak kendi adıma konuşacak olursam yeni White Stones albümü sayesinde kendimi meşgul tutabildim. Bu zor zamanlardan faydalı bir şeyler çıkardığım için oldukça mutluyum.

Opeth ile çok fazla turluyordunuz, bu süreç size bir nevi tatil gibi gelmiş olmalı.

Öyle oldu diyebiliriz, evet. O kadar çok turluyorduk ki bir süreliğine evde kalmaktan şikayet edemeyeceğim.

Gruplar özellikle de 6-7 aylık turnelerden sonra epey yorgun oluyorlar. Uzun süre turneye çıkan grupların bir kısmıyla evde olmaktan mutluydular. Ancak tabii ki uzun vadede müzisyenler belki de tüm bu olaylardan en çok etkilenen meslek grubu. Sen ne düşünüyorsun? Sence bu süreç müzisyenleri nasıl etkiledi?

Dediğin gibi, bu süreç müzisyenleri epey etkiledi. Bazıları için evde olmak güzel olabiliyorken, bazıları daha sürecin en başından zorlanmaya başlıyor. Bizim gibi çok turlayan grupların bir kısmının evde kalmaktan hoşlanmalarına şaşırmadım ama uzun vadede tüm gruplar için oldukça zorlayıcı koşullar söz konusu.

Bize biraz yeni albümün Dancing Into Oblivion’dan bahseder misin?  Geçen albümde olduğu gibi bu albümde de gitarları ve basları senin kaydettiğini biliyoruz. İlk albümde Uruguay’a duyduğun özlemi ele aldığını okumuştum, ikinci albüm ise doğrudan pandemiyle ilgili sanırım.

Yeni albüm doğrudan pandemiyle ilgili olmasa da belirli bir etkisi olduğu kesin. İlk albüm zaten bahsettiğin üzere tamamen farklıydı. O albüm kaydedilirken pandemi henüz yoktu ve ben de hayatımın nostaljik bir döneminden geçtiğim için Uruguay’daki anılarıma değinmek istedim. Bu yeni albümde ise pandemi dönemi boyunca hissettiklerimi aktardım, ancak ortada belirli herhangi bir hikaye veya tema yok.

Stockholm’den Barselona’ya taşınmak seni nasıl etkiledi? Uruguay’da alışık olduğun sıcak iklim orada da olduğundan senin için iyi olsa gerek.

Evet, kesinlikle. Bir nevi evde gibi hissediyorum diyebilirim, özellikle de iklim ve kültür açısından. Ama o kadar uzun zamandır İsveç’te yaşıyorum ki artık biraz İsveçli gibi de hissetmiyorum dersem yalan olur. Yine de burada çok iyi hissediyorum, tüm ailem de burada. İki çocuğum burada okula gidiyor ve hayatımız artık tamamen Barselona’da.

Yeni White Stones albümünde veya başka herhangi bir albümde yazım aşamasında işi akışına mı bırakıyorsun, yoksa aklında belirli temalar ve soundlar oluyor mu?

Genelde kafamda kabaca belirlediğim bir şeyler olsa da çoğunlukla işi akışına bırakıyorum. Bu albümü yazmaya başladığımda aklımdaki tek şey önceki albüme kıyasla nasıl olacağıydı. Bu albümü biraz daha teknik ve kompleks yapmak istedim, çünkü ilk albümde tam tersi yönde giderek biraz daha “dinlemesi kolay” bir şeyler yapmak istemiştim. Dancing Into Oblivion da pek teknik bir albüm değil aslında, ama en azından ilk albüme kıyasla öyle olduğunu düşünüyorum. Aklımdan geçen diğer şey ise albümde baştan sona ahenkli bir dinamik elde etmekti. Bu yüzden de aralara daha sakin parçalar serpiştirdim, bence bu şekilde albümü baştan sona dinlemek çok daha zevkli hale geliyor. Kalan kısımları ise bahsettiğim üzere akışına bıraktım.

İlk albümde gitar kayıtlarında Strat kullanmıştın, bu albümdeki ekipmanların aynı mı?

Evet. Aynı gitar, aynı yaklaşım.

Opeth’e çok fazla girmek istemiyorum ama bu soru iki grup için de geçerli. Sizin müzisyenler olarak büyük bir evrim geçirdiğinizi görüyoruz, bu durum hem Opeth’te hem de White Stones’ta geçerli. Sizce yaratıcılık açısından serbest olmanın getirdiği en büyük zorluk ne?

Doğal olarak her zaman gelişmeye çalışıyoruz, bunu tam olarak başarabildik mi bilmiyorum ama elimizden geleni yaptığımızı düşünüyorum. White Stones’ta da aynı deneyselliği korumaya çalışıyorum. Her albüm farklı bir zamanda, farklı koşullar altında ve de farklı fikir ve duygularla yazılıyor; bir müzisyen olarak size de bunlardan faydalanmak düşüyor.

Sololar hariç iki albümde de hem gitarları hem de basları sen kaydettin. Kayıtları yaparken hissiyatla mı ilerliyorsun, yoksa teknik kusursuzluğu mu hedefliyorsun?

Her zaman hissiyatla ilerliyorum. Benim müzikteki en önemli önceliğim şarkıların doğru hissiyatı vermesi ve iki albümde de ana yaklaşımımız bu şekilde oldu. Neredeyse hiçbir şeyi sonradan düzenlemiyoruz ve mümkün olduğunca her şeyi tek seferde kaydetmeye çalışıyoruz. Bu yüzden de dikkatlice dinlerseniz şarkıların bazı kısımlarında bazı ufak hatalar duymanız mümkün, ama benim bununla hiçbir sıkıntım yok. Çünkü hissiyatı sağlayan tam olarak da bu ufak hatalar.

Opeth veya White Stones incelemelerini hala okuyor musun? Olumsuz incelemelerden etkilendiğin oluyor mu?

Tabii, okuyorum. Olumsuz eleştirileri de asla kişisel algılamıyorum. Belki eskiden öyleydi, zaman zaman sinirlenebiliyordum ya da beni başka bir şekilde etkileyebiliyordu. Ama zamanla bu tarz şeylere çok takılmamayı öğrendim. İnsanların müziğimize dair düşündüklerini her zaman okuyorum ve önemsiyorum.

1997 yılından beri Opeth’tesin. Neredeyse 20 yıldır müzik piyasasının en zirve ve en dip dönemlerini görmüş biri olarak hayranın olan ve senin ayak izlerinden gitmek isteyen genç müzisyenler için herhangi bir tavsiyen var mı?

Açıkçası benim başladığım zamana kıyasla müzik yapmak şimdilerde daha kolay, çünkü artık evde tek başınıza albüm kaydedebiliyorsunuz; yirmi yıl önce böyle bir şey mümkün değildi. Tavsiye verecek olursam da mümkün olduğunca kendilerine has şeyler yapmaya çalışmalarını söyleyebilirim. Günümüzde eskiye kıyasla çok daha fazla grup var, ancak orijinallik de aynı şekilde artmış gibi görünmüyor. Birbirini kopyalayan çok fazla grup var. Bu grup şu amfiyi kullanıyor, ben de onu kullanayım; ya da bu grup şu plugin’i kullanıyor, ben de onu kullanayım gibi. En azından benim için kendi soundumuz olması ve ancak çabayla gelişen orijinal bir şeyler bulmamız çok önemli. Verebileceğim başka bir tavsiye de mümkün olduğunca birlikte çalmaları. Bugünlerde çok fazla “tek kişilik grup” görüyorum; her şeyi kendileri yazıp kaydediyorlar ve sonra farklı müzisyenlere çaldırıyorlar. Bence stüdyoya girip mümkün olduğunca sevdiğin insanlarla birlikte çalmak çok önemli.  

White Stones için herhangi bir turne planınız var mı? En son 2020’de Hollanda’da bir konser verecektiniz, ancak pandemi nedeniyle iptal etmek durumunda kaldınız.

Birkaç konser vermeyi cidden çok isteriz. Albüm daha geçen hafta çıktığından henüz kesin bir şey söyleyemiyorum, pandeminin gidişatı da bu süreçte belirleyici olacak. Tabii uzun bir turne olacağını sanmıyorum, çünkü Opeth’le epey meşgulüm ve aynı anda iki tur grubuyla baş edebileceğimi sanmıyorum. Ama tabii ki White Stones’la birkaç konser vermeyi ve festivallere çıkmayı isterim. En azından bu yıl içerisinde Barselona’da küçük bir konser vermeyi kesinlikle istiyorum.

Bunun bir White Stones röportajı olduğunu biliyorum, ancak Opeth taraflarında herhangi bir gelişme var mı? Mikael’in böyle konularda sessiz kalmayı tercih ettiğini biliyorum, ancak bize verebileceğin herhangi bir ipucu var mı?

Şu sıralar hedefimiz In Cauda Venenum turnesine devam etmek, çünkü şimdiye kadar turnenin sadece üç ayağını yapabildik. Daha vermemiz gereken epey konser var, dolayısıyla şu sıralar önceliğimiz bu. Koşullar oluşur oluşmaz bu turneyi bitireceğiz, sonrasında da yavaş yavaş yeni şarkılar yazmaya başlayacağımızdan eminim.

İki sorum daha olacak Martin, biri yine Opeth ile ilgili. Opeth’in müzik dünyasında yarattığı etki bağlamında seni en çok şaşırtan şey ne oldu?

Bence Opeth diğer tüm gruplar arasında kendi soundunu bulmayı başardı. Bugün hala birçok kişi ve grup bize bu yönde atıfta bulunuyor ve bence buna ulaşmak epey zor bir şey. Dünyanın metal müzik serüveninde masaya farklı bir şeyler getirmeyi başardığımızı düşünüyorum.

Son soru. Okuyucularımıza senin çok sevdiğin ve yeterince bilinmediğini düşündüğün birkaç müzisyen önerebilir misin? Türün hiç önemi yok, metal de olabilir, caz da. Acele etmene gerek yok hahah.

Evet bu biraz zor olacak hahah. Hmm, bir düşüneyim. Tangoyu çok severim mesela. Astor Piazzolla var, metal sahnesinde pek tanındığını sanmıyorum. Kendisi tango soundunu değiştiren isimlerden biri. Onun tüm albümlerini tavsiye edebilirim. Caz müziği de çok seviyorum. Jan Johansson isimli bir İsveçli besteci var, İskandinavya’da epey ünlü. Onun “Jazz på svenska” albümünü de tavsiye edebilirim; sadece piyano ve kontrbas var. Bu ikisi dışında şimdilik başka bir şey aklıma gelmiyor.

Son soru dediğimi biliyorum ama benim özel bir sorum olacak. Mikael’in İbrahim Tatlıses’ten epey etkilendiğini biliyoruz. Kendisi ona İbrahim Tatlıses’i senin ve Martin Lopez’in dinlettiğini söylüyor. Sanırım siz de onu İsveç’teki Türk ve Kürt arkadaşlarınız sayesinde keşfetmişsiniz. Bu doğru mu?

Evet, eskiden çok fazla Türk ve Kürt arkadaşım vardı. Bana bir sürü şey dinletirlerdi ve İbrahim Tatlıses de onların arasındaydı. Sesi çok hoşuma gitmişti ve müziğini de çok ilginç bulmuştum. Blackwater Park’ı kaydederken Mikael’e de dinletmiştik, o kadar etkilenmişti ki Bleak’i doğrudan İbo’dan etkilenerek yazdığını söyleyebilirim. Oryantal esintiler şarkının tamamında olmasa da ana rifften kesinlikle o duyguyu alabiliyorsunuz. Bu tür müzikler hala çok hoşumuza gidiyor.

 

Martin seninle epey ilginç bir anımı paylaşacağım. Ben İbrahim Tatlıses’le 2007 yılında tanıştım ve ona İsveç’te kendisini çok seven bir grup olduğundan bahsettim, o da sizin CD’lerinizi istedi. Ona Blackwater Park, Still Life ve Damnation’ın CD’lerini verdim. Bir gün sizinle tanışmak ve hatta birlikte bir  şeyler yapmak istediğini söylemişti.

Ciddi misin? Vay canına. Bu bilgi için çok teşekkürler, epey mutlu oldum hahah.

Martin vakit ayırdığın için çok teşekkürler. White Stones’ta sana başarılar diliyorum. Umarım seni yakında White Stones veya Opeth’le Türkiye’de görürüz. Türkiye’deki hayranlarına söylemek istediğin bir şey var mı?

Yıllardır verdiğiniz destek için hepinize teşekkürler. Ne zaman Türkiye’ye gelsek bizi hep sıcak karşıladınız, biz de hep mutlu ayrıldık. Umarım yakında yeniden görüşürüz.

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.