Varsa hanım kızımızın bir sadakatini alırız.

691
0
Paylaş:

Çağımızın hastalığı ne AIDS ne başka bir şey. Sadakatsizlik en büyük yaramız. Üstelik İsviçreli midir bilmem ama yaklaşık bir sene önce “sadakat geni bulan” bilim insanlarının haberlerini de okumuştuk ulusal gazetelerde. “Geni buldunuz da ne yaptınız” diye sorarlar ama… Onun bunun genini bulmak değil konu. Hapını, şurubunu, başka yolu yoksa fitilini falan yapın arkadaşlar, çare önermiyorsan sorunu bulmanın kime ne yararı olmuş bugüne dek. (Ben de bunu hiç anlamıyorum zaten, sana milyon dolar ödenek çıkartsınlar, ömrü hayatımda göremeyeceğim lüksü iki doku parçasını bir cam çubukla ittireceksin diye laboratuvarına gömsünler, tek işin “bulmak” olsun. “Bilim insanları” sıfatı için biraz daha fazla çalışmanız gerekiyor hanımlar beyler, sonuç görelim, çare bulmak gibi mesela?!)

Bilim insanları hakkında başka laflar da hazırladım ama içime atıyorum. Bilahare değerlendiririz. Gelelim esas mevzuya: Bugünkü bir haberle “sadık olmayan yerlerim” hopladı bir anda. Şöyle diyordu: “Türkiye’deki ABD’li çiftten ilan: Evliliğimize üçüncü arıyoruz! İstanbul, Taksim’de yaşayan Amerikalı evli bir çift, ilişkilerine ‘kendini adayacak’ bir kız arkadaş aradıkları yönünde ilan verdiler.

O aradaki iki kelime olmasaydı belki “iyi cesaret helal olsun” der geçerdim. Ama “kendini adamak” ise mevzu, işte orada çağımızın en çok acıyan, en çaresiz yarasına bastı bu haber, herkes sadakat peşinde…

Yani sen gel iki Amerikalı (habere göre öğretmenlermiş) Türkiye gibi bir “dev deli koğuşu”nda yaşamayı ve eğitim vermeyi seç. Hadi diyelim insanımız sıcakkanlı, misafirperver, ülke gelişiyor, İstanbul da her geçen gün mini New York olma yolunda bir adım daha gitsin, bu da pek hoşuna gitmiş olsun. Hırsızlık, hava kirliliği, toplu taşıyamama, göçten boku çıkmış kozmopolit ortam, bunları da sevdin, hala inatla İstanbul’dasın. Bravo.

Haber şöyle devam ediyor:

İstanbul, Taksim’de yaşayan ve öğretmenlik yapan Amerikalı evli bir çift, evlerinin boş odasını kiralığa çıkarıyor. Buraya kadar her şey normal… Ancak çiftin ‘esas arayışı’ sonra ortaya çıkıyor.
Evinin dibinde hükümet gencini çocuğunu yaşlısını ayırmadan polisi halkın üzerine salsın dursun, “bir iki ağaç için” özgürlük sloganı atanları hamam böceği gibi gazlasın günlerce, bundan da tırsmadın hala İstanbul’da ve Taksim’de yaşıyorsun, helal olsun. Bir de kendi öz babasına bile güvenemeyen İstanbulluya odanı açtın. Bunu da üstelik seksenlik teyzelerin emekli maaşında bile gözü olan sanal korsanlara inat, internetten yaptın. Hepsi gerçekten iyi cesaret.

3Ve şu sözleriyle hayat tarzlarını (alttan alta dini rantçıların insanları inançlarının içine hapsetmeye ve bundan para kazanmaya debelendiği ülkemizde açıklanması güç bir tarz olmasından ötürü) herkesle paylaşma rahatlığını da açık sözlülükten bir tık üstte, çiftin “taşaklı olması” şeklinde tabir edebiliriz sanırım: “Biz iyi görünümlü, eğitimli bir çiftiz. Kadın oda arkadaşı arıyoruz. Bizim evliliğimiz pek geleneksel değil. ‘2 kadın ve bir erkek’ şeklinde çoklu ilişkiyi tercih ediyoruz. Dolayısıyla sadece ev arkadaşı değil, aynı zamanda yeni bir sevgili arıyoruz.

Güzel Amerikalı kardeşlerim… Cesursunuz. Açık sözlüsünüz. Ve dahi taşaklısınız. Ancak sizler de, çağımızın en korkunç hastalığından kaçamamışsınız. Bakınız haberin bence dramda tavan yaptığı o nokta:

Çiftin hiçbir maddi beklentisi yok. ‘Gerekirse kız arkadaşımızı maddi olarak destekleriz. Amacımız fantazi yapmak filan değil. Gerçekten kendini bu ilişkiye adayacak birini arıyoruz.’ diyorlar.

Yani diyorlar ki… Biz sadakatsizliğimizi birbirimizden gizlemedik. Hastalığımızı, yaramızı kabullendik, üstüne bunu karşılıklı oturup konuştuk. Kadın olanımız bir erkekle, erkek olanımız bir kadınla bütün hayatın geçmeyeceğini anladı. Karşılıklı açtığımız gönül kapıları cereyan yaptı. Tek çözüm kaldı, hayata üçüncü bir kapı açtık. Ancak gelin görün ki, o üçüncünün sadakatsizliğini bizim bile yüreğimiz kaldırmaz arkadaş. Biz birbirimize kendimizi adayamadık, varsa hanım kızımızın bir sadakatini alırız. Bu emeğinin karşılığında da, ne isterse yaparız.

Atalarımızın pek güzel, eskimeyen, kısa ve öz laflarından birisi geliyor aklıma: Papaz her gün pilav yemez. Henüz değil bilim adamı, İsviçre’nin kendisi bile yokken ortada, atalarımız teşhisi koymuş. Ama biz insanoğlunun en pislik huylarından birisi de bu değil midir zaten, başına gelene dek anlamak istemezsin işin aslını. Sadakatsizliğin büyük acısını, vazgeçilmezliğini ve geri dönülmezliğini…

Uzun lafın kısası, genimiz falan değil, çağımızın hastalığı sadakatsizliğin bence tek suçlusu atalarımız! Varsa, atalarımızın bir günahını alırız.

Etiketlersadakat
Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.