ARCHITECTS – All Our Gods Have Abandoned Us

Paylaş:
ARCHITECTS – All Our Gods Have Abandoned Us 2016 - Paslanmaz Kalem
Yazarın puanı8
8
Okuyucu Puanı: (3 Oy)9.6
Architects, 2000’lerin ikinci yarısında başladığı kariyerine on yılda tam yedi albüm sığdırmış bir grup. Israrla, vazgeçmeden, metalcore’un altın günlerinin her geçen yıl bittiği söylentilerine kafayı takmadan, kendi soundunu, kendi müziğini yaratmış az sayıda ekipten biri. Bana kalırsa, Protest The Hero ile beraber, belki de son on yılın en kendine özgü, en ruh dolu gruplarından da biri aynı zamanda. Yaptkları şeyin harmanında 90’lar metalcore’u, alternatif metalin ve Earache endüstriyel metal soundunun tüm klişeleri var ama işte, ortaya çıkan şey, 2000’lere ait. Hiçbir akıllı çocuk, doğduğu yerde ölmez. Belki, oraya gömülür. Architects doğduğu herşeyi kalbinde taşıyıp onunla yepyeni bir hayat yaşamış genç bir insan. 
 
2014 tarihli albümleri “Lost Forever Lost Together” ile ortalığın tozunu atmışlardı hatırlarsanız. Artık yeraltından yeni çıkmış bir grup değillerdi; ne istediğini bilen, daha yeni başlıyoruz diyen bir halleri vardı. Kolay değildi. Klişelerin içinde yüzen metalcore camiasında fanlarını memnun edemedikleri kafası karışık albümlerle ayrılabiliyorlardı. Tıpkı 80’lerin başındaki Minor Threat gibi, tıpkı 90’ların başındaki Sick Of It All gibi, görüntüye değil, yaptıkları müziğe bakıyorlardı. Görsel sadelik ve lirikal/müzikal yırtıcılık her maçta berabere kalıyordu Architects’in kariyerinde. Ne de olsa, görselin yırtıcılığına müziğin ve söyleminkinden daha çok önem verilen gri, çamur bir çağda yaşıyorduk. Grup da az bocalamadı bu çamurun içinde. İyi albümleri oldu, kötüleri de. Gelin görün ki sevgili Mordor vatandaşları, onlar hayatta alıştığımızın aksine vazgeçen çocuklar değillerdi. Yedi albümlük kariyerleri boyunca iyiyi, kötüyü, vasatı icra ede ede, mükemmeli keşfettiler ve bunun ilk işaretlerini de “Lost Forever Lost Together”dan önce verdiler ufak ufak. Kariyer detaylarına girmek yok. Merakı coşan, “full discography”i dinlesim. Bizim derdimiz ergenliğini yenmiş bir grubun yetişkinliği ile.. 
 
Fakat “Lost Forever Lost Together” 2014 yılında, “başından sonuna kadar mükemmel bir metalcore albümü hala yapılabiliyormuş ulan oha” nidalarıyla damgasını vurduğunda, çok büyük bir sorunla karşılaştılar. Bundan sonra ne yapacaklardı? Bundan sonra gidecek neresi kalmıştı? Hangi kaleyi fethedeceklerdi? Strateji, satranç buradan sonra başlıyordu. Oyunun içine daha yeni girmişlerdi. “Naysayer”, “The Distant Blue” gibi klasikler yaratarak çocuğu öldürmüş, içlerindeki yetişkini kusmuşlardı. Şimdi ne yapacaklardı? 
 
Tom ve Dan Searle ikilisinin ağırlığıyla, abi kardeş hukuku üzerine kurulu bir disipline sahip, fakat ikinci albümden beri devraldığı vokal görevinde müzikte ruhun hala ölmediğini gırtlağının her teliyle kanıtlayan Sam Carter’ın da iziyle ölümsüzleşen “Lost Forever Lost Together”dan sonra, grubun beyni Tom Searle ipleri eline alma ihtiyacı hissetti. Kafasından akan notaları ve sözleri bütün albüm boyu sürecek bir konsepte getirdiğinde ortaya “All Our Gods Have Abandon Us” çıktı. Netice, Architects ve metalcore tarihinin en riskli, en tehlikeli albümlerinden biriydi. Her üç albümde bir “karanlığa” zaten dalan grup, bu sefer dibe oturacak kadar siyah bir albümle geri döndü. Açılışta yer alan “Nihilist” olanca hızıyla kara bir yağmur gibi dolarken kulaklarımıza nakaratta albümün adını haykıran Sam Carter, Tom Searle ile aynı fikirde olduğunu haykırıyordu. 
 

 
Grup 2014’deki bombadan sonra fazlasıyla büyüdü, belki de en çok bundan korktu Tom. Albüm çıkmadan önce sabit aralıklarla ortamlara salınan üç şarkı da beni korkuttu açıkçası. “A Match Made In Heaven”, “Downfall” ve “Gone With The Wind”. Üç ayrı mezar şarkıyı ayrı ayrı kliplerle ortama salmak cesaret isteyen bir işti. İlkini beğendiğim, diğer ikisine dudak büktüğüm şarkıları albümün içinde dinleyince anladım ki, Tom Searle sadece tek bir şeyi düşünmüştü şarkıları yazarken; sözleri. Ben ise, albümü ilk iki çevirişimde sadece bir “Lost Forever Lost Together” arayan sıradan bir fandım. Vokalist Sam Carter’ın üstlendiği rolün önemini ve Tom Searle’ün riflerinin baştan savma değil, sözlerin vurgusunu öne çıkarmak amaçlı olduğunu anlayamadım. 
 
Tom ve ekibi kaygısızlığı yenmeyi başarmışlardı. Ben ise ilk dinleyişte sadece Bring Me The Horizon’ın boşalttığı alanı doldurmaya çalıştıklarını sanacak kadar kaptırmıştım kendimi gündelik vesveseye. Hala antreman yaparken beni coşturan bir önceki albümün hissiyatını arıyordum. Evet o albümde de hüzünden ekmek yiyorlardı arkadaşlar ama burada başka birşey vardı; hüznün, ümitsizliği ifade eden ama yine de azıcık umudu besleyen grubun yerinde yeller esiyordu. Bunu, albümün gizli hiti “Deathwish”in nakaratı kafama çarptığında anladım. Searle, gayet ümitsiz ve gergin bir şekilde bana “belki de sadece dünya yanarken izlemek istiyoruzdur” diyordu. 
 
Bir süredir yaşadığım ülkede olan bitenleri, dünyanın haline bakışımın nasıl değiştiğini defalarca “Deathwish”i dinlemeye başlayınca anladım. Daha bundan yüz bin yıl önce bize benzeyen onlarca insansı türü yok etmiş, kariyeri dört yüz bin farklı hayvan ve bitki türünün tükenmesine yol açmış, varlığını yok etmeye borçlu homo sapiens’in bir üyesiydim ben. Hayatım boyunca karşı çıktığım her şeyin belki de yazılımımızda hep var olduğunu düşünecek kadar umutsuzlanmıştım. “A Match Made In Heaven”ı bu yorgunlukla dinleyince, yazanın ve söyleyenin neden ümidini kestiğini daha iyi anladım. 
 
Ümidimi kesmiştim. “Gravity”nin nakaratı boşu boşuna “içindeki tüm bu şiddetten yorulmadın mı?” diye sormuyordu. Tıpkı kazananlar gibi, belki de ben de bütün sorunları yenmenin tüm yolunun onları yok etmek olduğunu düşünüyordum. Belki de “yer sarsılacak”tı gerçekten ve bu son savaşı “köklerine en iyi tutunanlar” kazanacaktı. Kimdi peki köklerine en iyi tutunanlar? Yaşadığımız dünyanın çoktan koruma alanlarına dönüşmüş “doğa ana”sına sarılanlar mı? Yoksa paraya, kurgudan ibaret inançlarıyla hayatlarımıza sus payı vermeye çalışanlar mı? Hangimiz kurguladığımız gerçeğe daha çok inanıyorduk? Din, bir şirket, devlet ya da herhangi bir uyuşturucu madde, kurgulanmış devamlılık mı daha sağlamdı yoksa “çoktan, bizden önce var olan”, onu yok saymamıza rağmen hep bir sonraki adıma karar verecekti? Doğa, kurguyu yenebilecek miydi? Homo sapien’in dünyayı yönetmediği ikibuçuk milyon yıl için tersini söyleyebilirdim ama şimdi? 
 
Sözü daha fazla uzatmadan, müziğe bırakmak lazım. Albümün gizli hiti, benim favorim “Deathwish” ile uğurluyorum sizleri. “All Our Gods…” yılın albümü olmayacak ama bu yıl da en çok dinlediklerimden biri olarak kalacak gözümde, dünya yanarken… 
 

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.