Dünden bugüne Leonardo DiCaprio

1306
0
Paylaş:
Dünden bugüne Leonardo DiCaprio - Paslanmaz Kalem

Hollywood’da yılın bir numaralı ödül töreni olan Oscar Ödül Töreni bu sabah itibariyle sonuçlandı. Bu yıl ödül töreninin kuşkusuz en çok konuşulan adaylığı En İyi Film kategorisinde değil, En İyi Erkek Oyuncu kategorisinde oldu. Yıllardır oscar heykelciğini kovalayan Leonardo DiCaprio büyük bir reklam kampanyası ve sosyal medya desteğini de ardına alarak sonunda amacına ulaştı. Biz de hazır konu gündemdeyken geçmişe bir göz atıp Leo’nun bugüne dek olan film kariyerine bir göz atalım.

Dizi dönemi

Leonardo DiCaprio’nun oyunculuk kariyeri de pek çok aktörde olduğu gibi önce televizyon dizilerindeki ufak rollerle başladı. 1990 yılında henüz 16 yaşındayken The New Lassie, The Outsiders, Santa Barbara, Rosanne gibi çeşitli dizilerin birer bölümünde yan karakterlerden biri olarak boy gösterip ilk ekran deneyimini yaşadı. Parenthood adlı komedi dizisinin ana kadrosunda yer almayı başarsa da dizi sadece tek sezonun ardından yayına veda etti. DiCaprio’nun en popüler dizi rolüyse ülkemizde 90’ların başında Tatlı Dertler adıyla yayınlanmış Growing Pains adlı aile komedisiydi. Bu dizi sayesinde o dönemin genç yıldızları arasına girmiş Kirk Cameron tarafından canlandırılan ailenin genç ve asi oğlu Mike’ın kankalarından Luke Brower adlı karakteri canlandırıyordu. Toplam 23 bölümünde gözüktüğü Growing Pains tam yedi sezon devam etmiş aşırı popüler bir diziydi. İlerleyen yıllarda dizi ekibi çeşitli zamanlarda yeniden toplandı ve dizinin devamı niteliğinde tv filmleri çekildi. Ama o vakte dek Leo bir sinema yıldızına dönüştüğünden geçmişindeki bu diziyle bağlarını çoktan tamamen koparmıştı ve hiçbir yeniden buluşmaya dahil olmadı.

Leonardo-DiCaprio-Growing-Pains-growing-pains

İlk filmler

Leo’nun bir filmdeki ilk rolü 1991 yılında Critters 3 adlı korku-komedi filminde oldu. 80’li yılların video dönemiyle popülerleşen Critters serisinin epey kötü bu son halkasında ön plandaki rollerden birindeydi. Başroldeki Drew Barrymore’un baştan çıkarıcı fettan bir ergeni canlandırdığı 1992 tarihli Poison Ivy filminde de küçük bir rolde yer aldı.

leonardo-dicaprio-critters-3

Parlama dönemi

Leo’nun kariyerinde A listesi aktörler arasına yükselişi 1993 yılındaki iki filmle başladı. Bunlardan ilki This Boy’s Life filmiydi. Bir oğlanın üvey babasıyla yaşadığı sorunları anlatan filmde Robert De Niro ile çalışma şansına sahip olmuştu. Bu rol ona en umut vaat eden genç aktör olarak Chicago, Los Angeles, New York ve Ulusal Film Eleştirmenleri’nin ödüllerini getirdi. Gene aynı yıl gösterime giren What’s Eating Gilbert Grape adlı bağımsız filmdeyse bu sefer başrolü dönemin genç idolü Johnny Depp ile paylaşıyordu. Buradaki rolü onu En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında hem Altın Küre hem de Oscar adayı yaptı. Böylece 19 yaşında genç bir yıldız olarak sinemada isim yapmıştı.

leonardo-dicaprio-this-boys-life

Başrollere terfi

Artık sinemanın kendini kanıtlamış genç bir yıldızı olarak büyük bütçeli filmlerin yıldız aktörlerden oluşan kadrolarında boy göstermeye ve mütevazı filmlerde başrolü üstlenmeye hazırdı. 1995 yılında 90’lı yılların seks ikonu Sharon Stone’un Gene Hackman ve Russell Crowe gibi diğer yıldız isimlerle başrolde olduğu The Quick and the Dead adlı western filminde kadronun genç yıldızı olarak yer aldı. Daha ufak çaplı filmler olan The Basketball Diaries ve Total Eclipse’de başroldeydi ve bunlardan ilki başarılı bulundu.

the-quick-and-the-dead-leonardo-dicaprio

1996 yılındaysa yıldızını parlatmasını sağlayacak iki filmi daha kariyerine ekleyecekti. Bunlardan ilki William Shakespeare’in ünlü eseri Romeo & Juliet’in modern bir şekilde güncellenmiş versiyonuydu. Film özellikle genç izleyicilerin epey ilgisini çekerek ses getirmişti. Leo’nun genç kız hayranlardan oluşan büyük bir kitle edinmesine sebep olan filmde başrolü paylaştığı Claire Danes de geleceğin yıldızlarından biri hâline dönüşmüştü. Romeo + Juliet çeşitli dallarda ödüllere layık görüldü. Marvin’s Room adlı filmdeyse başrolü sinemanın iki idol aktristi Meryl Streep ile Diane Keaton ve gene Robert De Niro ile paylaşıyordu. 1996’daki bu filmler onu hem başrolü sırtlayabileceği daha büyük projeler alabilecek bir yıldıza dönüştürmüş hem de diğer yıldız oyuncularla birlikte yer almaya iyiden iyiye alışmasını sağlamıştı.

leonardo-dicaprio-romeo-and-juliet

Süperstar döneminin başlangıcı

1997 yılında Leonardo DiCaprio’nun kariyerini kökünden değiştiren ve onu mega star yapan Titanic adlı “küçük” (!) bir film gösterime girdi. Terminator, Aliens, Abyss, Terminator 2: Judgement Day, True Lies gibi aksiyon ve bilim-kurgu filmleriyle tanınan, dev bütçeli filmlerin ünlü yönetmeni James Cameron tarihin en büyük deniz felaketinin sinema uyarlamasını gemide tanışan genç bir çiftin romantik hikayesinin perspektifinde sunmaktaydı. O döneme dek çekilen en büyük bütçeli filme dönüşen projenin başrolünü taşıyabilecek genç bir yıldıza ihtiyaç vardı. Özellikle 1996’daki Romeo + Juliet filmiyle epey yıldızlaşan Leonardo DiCaprio’nun tam o işin adamı olduğuna kanaat getirilmişti. Başrolü paylaştığı aktrist bir diğer yükselen genç yıldız olan Kate Winslet’tı. Mega bütçeli Titanic gişede batsaydı belki de DiCaprio’nun kariyeri çok farklı gelişecekti. Ama film bütçesini fazlasıyla çıkarıp gelmiş geçmiş en yüksek hasılat elde eden film ünvanını kazandı. Toplam 14 dalda oscar adayı olup En İyi Film dahil 11 dalda kazandı. Leo artık kesin bir şekilde Hollywood’un en büyük yıldızları arasındaydı. Ancak başrolü paylaştığı Kate Winslet’ın En İyi Kadın Oyuncu dalında oscar adayı olup kendisinin aday gösterilmeden es geçilmiş olmasından hoşnutsuz kalmıştı ve bu durum onun hakkında yıllar boyu süregelecek oscar geyiğinin de başlangıcı olmuştu.

kate-winslet-leonardo-dicaprio-titanic

1998 yılında The Man in the Iron Mask filminde başrolü Jeremy Irons, John Malkovich, Gerard Depardieu, Gabriel Bryne gibi usta isimlerle paylaşmış olmasına karşın film büyük oranda Leo’nun popülaritesini kullanıyordu. Film tüm bu kadrosuna karşın stüdyonun beklediği kadar iyi hasılat elde edemedi. Gene 1998’de Celebrity filmiyse Woody Allen ile çalışma şansına sahip olan aktörler arasına dahil olduğu daha ufak çaplı, ama daha saygın bir işti. 2000 yılındaki The Beach filmiyse tam bir hayal kırıklığı olmuştu. ABD gişesinde bütçesini dahi çıkaramayan film Leo’nun kariyerinde de en kayda değer tökezleme olarak kalarak yılın en kötülerinin seçildiği Razzie ödüllerinde adaylık almasına sebep oldu. 2001 yılındaki Don’s Plum ise başrolü diğer genç yıldızlarla paylaştığı bağımsız bir filmdi ve kariyerine olumlu ya da olumsuz herhangi etki yaratmayacak denli küçük bir yapımdı.

Leonardo-Dicaprio-The_Man_in_the_Iron_Mask

Ünlü yönetmenlerle çalışma dönemi

Leonardo DiCaprio oyunculuk kariyerinde This Boy’s Life ile parlamış, Romeo + Juliet ile yıldızlaşmış ve Titanic ile süperstar’a dönüşmüşse onu Hollywood’da kalıcı hâle getirerek “genç yıldız” kategorisinden “saygın aktör” kategorisine geçiş yaptıran film de 2002 tarihli Gangs of New York olmuştur. Tarihi bir dönem dramı olan filmin yönetmen koltuğunda usta isim Martin Scorsese bulunmaktaydı. Diğer başrollerde Daniel Day-Lewis ve Cameron Diaz yer alıyordu. Çok başarılı bulunan film 10 dalda oscar adayı oldu. Ancak Daniel Day-Lewis’in daha ağır basan oyunculuğu En İyi Erkek Oyuncu dalında onun aday gösterilmesine sebep olmuştu. Scorsese ve DiCaprio bu filmde öylesine iyi anlaşmışlardı ki Scorsese’nin sonraki neredeyse tüm filmlerinin değişmez başrol aktörü hâline gelmişti. Bu filmler Leo’nun kariyerine hem muazzam bir katkı sağlayacak hem de ardı ardına diğer ünlü yönetmenlerle çalışmasının önünü açacaktı.

MI-Daniel-Day-Lewis-Di-Caprio

2002 yılında Steven Spielberg’ün yönettiği Catch Me If You Can filminde başrolü Tom Hanks ile paylaştı. 2004 yılında gene Martin Scorsese yönetmenliğindeki The Aviator filminin başrolünde ünlü bir işadamı, yönetmen ve pilot olan Howard Hughes’u canlandırdı. The Aviator 11 dalda oscar adayı olup beş dalda kazandı. Leo da En İyi Erkek Oyuncu dalındaki ilk oscar adaylığını elde etti, ancak Ray filmindeki rolüyle heykelciği kazanan Jamie Foxx oldu.

2006 yılında gene Martin Scorsese tarafından yönetilen bir suç filmi The Departed’ın yıldızlar geçidine dönüşmüş kadrosundaydı. Beş dalda aday olup En İyi Film dahil olmak üzere dört dalda oscar kazanmıştı. Ancak Leo o yıl The Departed filmindeki rolüyle değil, beş dalda oscar adayı bir diğer filmi Blood Diamond’daki rolüyle En İyi Erkek Oyuncu dalında oscar adayı gösterildi. Ne var ki bu sefer de The Last King of Scotland filmindeki rolüyle Forest Whitaker onu geçmeyi başarmıştı. Gene de aynı yıl içinde her biri beşer dalda oscara aday olmuş iki filmin başrolünde yer almak muazzam bir başarıydı.

2008 yılında bu sefer yönetmen Ridley Scott ile birlikte çalışma fırsatını yakaladığı Body of Lies isimli casusluk filminde rol arkadaşı Russell Crowe oldu. Aynı yıl Sam Mendes’in yönettiği Revolutionary Road filminde ise Titanic’teki rol arkadaşı Kate Winslet ile tekrar bir araya geldi. Her iki film de olumlu eleştiriler almalarına karşın gişede başarısızlıkla sonuçlandılar. Fakat filmlerin gişede istenileni verememesine karşın Leo’nun kariyeri usta yönetmenlerin filmleri eşliğinde ve aldığı iyi yorumlarla gayet emin bir yolda ilerliyordu.

Gişe hasılatındaki geçici talihsizlik 2010 yılındaki filmlerle son buldu. Bunlardan ilki Martin Scorsese ile yeniden birlikte çalıştığı Shutter Island adlı polisiye gerilim, gizem filmiydi. Film çok iyi yorumlar aldı. Bir sonraki filmse Christopher Nolan tarafından yönetilen bilim-kurgu, macera filmi Inception’dı. Dünya genelinde büyük bir hasılat elde eden Inception tam sekiz dalda da oscar adayı olmuş ve dört dalda oscarı kazanmıştı. Ama her iki filmin başarısına karşın Leo bunlardan oscar adaylığı elde edemedi.

inception-2-leonardo-dicaprio

Oscar çabaları

Yıl 2011’e geldiğinde artık 37 yaşındaki Leonardo DiCaprio oscar ödülüne daha fazla göz koyan rollerle izleyicilerin karşısına çıkmaya başladı. Clint Eastwood’un yönettiği J. Edgar adlı filmde FBI’ı yaklaşık 50 yıl boyunca yönetmiş ve 20. yüzyıl tarihinde iz bırakmış J. Edgar Hoover’ı canlandırıyordu. Epey çaba sarf etmiş olmasına karşın bu rolü ona ancak Altın Küre adaylığı getirdi. 2012 yılında Quentin Tarantino yönetmenliğindeki Django Unchained’de izleyicilerin kendisini görmeye alışık olmadığı bir şekilde filmin kötüsü olarak yer aldı. Beş dalda oscar adayı olan filmde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında kendisi yerine rol arkadaşı Christopher Waltz aday gösterilmeye layık görüldü ve kazandı. 2013 yılında Baz Luhrmann’ın yönettiği The Great Gasby’nin başrolündeydi. Etkileyici görselliğiyle dikkat çeken film iki dalda oscar kazandı.

Gene 2013’de bu sefer Leo’nun oscar konusunda epey iddialı olduğu, Martin Scorsese’nin yönettiği The Wolf of Wall Street filminin hem başrolündeydi hem de yapımcıları arasındaydı. Beş dalda oscara aday olan film kendisine de uzunca süredir kovaladığı En İyi Erkek Oyuncu dalındaki adaylığı sekiz yıl sonra tekrar getirmişti. Ama onu bir defa daha hüsran bekliyordu, çünkü bu sefer de Dallas Buyers Club filmindeki AIDS hastası rolünde muazzam bir performans sergilemiş Matthew McConaughey ödüle layık görülmüştü. The Wolf of Wall Street o yıl En İyi Film ödülünü de elde edemeyince yapımcılarından biri olarak oscara kavuşamadı.

the-wolf-of-wall-street-leonardo-dicaprio

Ve nihayet Oscar!

Devamlı ünlü yönetmenlerle çalışarak eşine az rastlanır bir kariyer oluşturmuş Leonardo DiCaprio’nun yeni filmi bir önceki yıl Birdman filmiyle En İyi Film ve En İyi Yönetmen ödüllerini kucaklamış Alejandro G. Iñárritu yönetmenliğindeki The Revenant’tı. Oğlu gözlerinin önünde öldürülmüş, ölüme terk edilmiş bir adamın vahşi doğadaki yaşam mücadelesi ve intikam arzusunu anlatan film çok başarılı bulunarak 12 dalda oscar ödülüne aday olmayı başardı. Bu sayede Leo da kariyerinde ilk defa ardı ardına iki yıl En İyi Erkek Oyuncu ödülüne aday gösterildi. Oscar günü yaklaşırken ödülün DiCaprio’ya verilmesi yönünde büyük bir reklam kampanyası yapıldı ve sosyal medyada da aktörün hayranlarının yoğun bir desteği vardı. Filmdeki performansıyla Ekran Aktörleri Derneği, BAFTA ve son olarak Altın Küre’de ödülü kazanan kişi olması oscarı da kazanacağına yönelik sinyaller vermişti. Defalarca ödülü alamamış veya aday gösterilmeyi bekleyip aday olamamış DiCaprio’yu bu sefer Akademi’nin eli boş göndermeye niyeti yoktu. Kimilerince epey tartışılabilecek bir kararla The Danish Girl filmindeki rolüyle oscarı ikinci kere hak etmiş olan Eddie Redmayne bu sefer es geçilerek heykelcik Leonardo DiCaprio’ya sunuldu.

Böylece Leonardo DiCaprio henüz 19 yaşındayken ilk defa aday gösterildiği 1993 yılından bu yana peşinde olduğu oscar heykelciğine tam 23 yıl sonra 42 yaşında kavuşmuş oldu. Ödülünü alırken sosyal bir mesaj verip iklim değişikliğinin tehlikelerine dair uyarı yapmayı da ihmal etmedi.

Gelecek…

Önümüzdeki yıllar Leonardo DiCaprio’nun kariyeri için parlak geçmeye devam edecek gibi görünüyor. Bir kere daha Clint Eastwood’un yönetmenliğinde çalışacağı The Ballad of Richard Jewell adlı filmde The Wolf of Wall Street’teki rol arkadaşı Jonah Hill ile tekrar bir araya gelecek. İkinci Dünya Savaşı’ndaki bir suikastçıyı canlandıracağı Satori’nin yönetmeni henüz belli değil. Bunu hiç de şaşırtıcı olmayan biçimde gene Martin Scorsese ile çalışacağı The Devil in White City adlı film izleyecek. Kitap uyarlaması olan filmde bu sefer DiCaprio’yu görmeye hiç alışkın olmadığımız şekilde bir seri katil olarak izleyeceğiz. Blood on Snow adlı filmdeyse müşterisinin eşine aşık olan bir kiralık katil olarak karşımıza çıkacak.

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.