DARK TRANQUILLITY Röportajı: “Eninde sonunda bu şarkıları sahnede çalacağız”

Paylaş:

Malum sebeplerle 2020’yi birçoğumuz kötü kapattı, ancak Dark Tranquillity kendi kariyeri adına yılı harika bir kapanışla neticelendirdi. Kasım 2020’de çıkardığı son albümleri “Moment” DT hayranlarını son derece memnun etti. Projector ve Haven gibi en sevilen albümlerini hatırlatan anlarıyla ve güçlü besteleriyle bizi, melodik İsveç death metalinin altın çağını yaşadığı yıllara götürmeyi başaran “Moment” albümünün şerefine, ekibimizden Burak Gülgüler DT frontmani Mikael Stanne’yi video röportaj yapmaya ikna etti ve yeni albüm üzerine yaklaşık yarım saatlik harika bir sohbet gerçekleştirdi. Video bir süredir youtube kanalımızda yayında, hala okumayı sevenler içinse röportajın metni hemen aşağıda.

Burak: Mikael, umarım iyisindir. COVID günlerinde hayat nasıl gidiyor?

Mikael: İyiyim, teşekkür ederim. Garip ve sinir bozucu zamanlardan geçtiğimiz şüphesiz, ama bir yandan da o kadar uzun zamandır bu haldeyiz ki ben de kendimce bu süreçle baş etmeyi öğrendim. Üzerinde çok fazla düşünmemeye ve bunun yerine yaratıcı bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Turneye çıkarak değerlendiremediğimiz bu zamanı eğlenceli şeyler yaparak geçiriyoruz. Daha fazla şey yazabiliyorum ve öncesinde vaktim olmadığı için hayır dediğim değişik yan projelerde yer alabiliyorum. Elinizde bu kadar zaman olunca birçok farklı şey yapabiliyorsunuz. Evde kalınca ailemle de çok daha fazla zaman geçirebiliyorum, bunlar güzel şeyler. Turneye çıkamamak epey sinir bozucu (gülüyor). Gelecek için kesin bir beklentin olamaması, neyin ne zaman olacağını bilememek benim için bu sürecin en zor kısmı. Önümüze gelen turne planlarını düşünmek imkansıza yakın. “2022 yılının Şubat ayı civarı bir şeyler var” denilince ister istemez “o zamana kadar daha bir yıldan fazla zaman var” diyorsunuz. Benim için bunu hayal etmesi bile imkansız. Bu tarz şeyler fazlasıyla can sıkıcı, ama olumlu yaklaşmak için elimizden geleni yapıyoruz.

Oldukça garip zamanlardan geçiyoruz.

Kesinlikle. Dediğim gibi, ben de olumlu düşünmeye ve normalde vakit ayıramadığım şeyleri yapmaya çalışıyorum. Bu açıdan ve özellikle de yaratıcılık bakımından oldukça verimli bir süreç oldu. Son albümümüzü kaydederken elimizdeki tüm vakti değerlendirdik ve bunun yarattığı fark net bir şekilde belli oldu.

Bize biraz Moment’tan bahsedebilir misin? Özellikle de bulunduğumuz pandemi süreci itibariyle bu albümün senin için ne gibi bir anlamı var? Albümün yazım sürecinde aklında bir hikaye veya konsept var mıydı?

Tabii. Albümü yazmaya yaklaşık iki yıl önce başladık. Yazdığımız şarkıları dinlemeye başladık, bir süre sonra da “tamam, şu melodi çok iyi, şu kısım çok iyi, hadi şunları toparlayalım” şeklinde hareket ederek süreci başlattık. Birkaç şarkı yazdık ve biter bitmez ben de sözlerini yazmaya başladım. Normalde böyle yapmıyorum, ama turne veya iş gibi şeyler olmadığı ve elimizde bir yıl kadar bir süre olduğu için sadece albüme odaklanma fırsatı bulduk. Her şeyin demosunu yapabiliyorduk, daha ortada gitar kaydı yokken dahi elimizde bir sürü demo vardı. Elimde söyleyecek bir şeyler olsun diye birkaç söz yazarak vokal yapmaya başladım. En nihayetinde de sözler için ideal başlangıç noktamı buldum. Algınızı, hayattaki gidişatınızı, kısaca her şeyi değiştiren şeyler hakkında yazmak istedim. Tecrübeleriniz, geçmişiniz ve geçmişten gelen bilgi birikiminizle bundan sonra gitmek istediğiniz yer; geçmiş ve gelecek arasındaki o “an” çok önemli ve sizi her yere götürebilir. Son birkaç yıldır, özellikle de son albümümüzden beri insanlığın dünyada geldiği konum beni giderek daha fazla üzüyor. İnsanların tekrar tekrar aynı yanlış yollara saptığını görüyorum. Bir konu hakkında iyice fikir sahibi olmadan konuşuyoruz ve bu çokbilmişlik yüzünden birçok şeyi yanlış yapıyoruz. Ben küçükken internetin icadıyla herkesin sınırsız bilgiye ücretsiz erişebileceğini düşünüyordum. 15 yaşımdayken de teknolojiyle epey ilgiliydim; internet yokken dahi veritabanları ve benzeri yerlerden bilgiye ulaşırdım. “Her yerden erişilebilecek bir ağ olursa herkes aynı bilgiye erişebilir ve bilimsel gerçekler sayesinde tüm yanlışlardan, saçmalıklardan ve hayali şeylerden kurtulabiliriz” diye düşünüyordum. Bu cidden de muhteşem bir dünya olurdu, ama işler pek de bu şekilde ilerlemedi (gülüyor). Sanırım yaşlandıkça bu durum daha da sinirimi bozuyor, bu yüzden de albüm için sözleri yazarken buradan hareket ettim. Geçmiş ve gelecek arasındaki fark; buraya nasıl geldik? Ne gibi şeyler insanlık olarak bu noktaya gelmemize neden oldu? Tüm bunların cevabını vermeye çalışmak epey ilginç oldu. Sözlerde bir nevi bunları ele alıp anlamaya çalışıyorum. Hatta anlamak bile denemez, hissettiğim öfkenin en azından bir kısmını püskürtmeye çalışıyorum ve bu iyi hissettiriyor. Burada herhangi bir çözüm önermiyorum, “bundan kurtulmak için şunu yapmalıyız” gibi şeyler söylemiyorum ya da kimsenin fikrini değiştirmeye çalışmıyorum. Sadece beni kızdıran şeyler hakkında yazıyor ve bunları bağırıyorum. Bir gün sahnede bu şarkıları çalarken biriyle göz göze geleceğimi ve onun da “adam olayı çözmüş” diyerek nelerden bahsettiğimi anlayacağını umuyorum. Bunu düşünmek daha iyi hissetmemi sağlıyor (gülüyor).

Şu an iki yeni gitaristiniz var, Chris ve Johan. Albümün sounduna nasıl bir katkıları oldu?

Epey katkıları oldu tabii ki. Johan geldiğinde birkaç şarkının bitirme aşamasındaydık, o da şarkıları yeniden düzenleyip daha “metal” hale getirmek istedi. Klavyede yazdığımız şeyleri rifflere çevirdi ve bu da epey bir fark yarattı. Birdenbire yazım sürecinde dayanabileceğimiz somut bir şeyler belirdi. Çok iyi fikirleri vardı, birçok şeyi değiştirmek ve geliştirmek istedi. Bir süre sonra da birlikte nasıl çalışacağımızı çözmeyi başardık. Tabii ki ben, Martin ve Anders bunu 30 yıldır yaptığımızdan belirli bir düşünce, iletişim ve icraat yöntemimiz var. Dark Tranquillity’nin yeni elemanı olmak hiç de kolay değil (gülüyor), bu yüzden de her şeyi çözmesi biraz zaman aldı. Aynısı Chris için de geçerli. Şarkıları duydu ve “şu güzel, şu kısma odaklanalım, şu nakarat olsun, şu şarkıda şuna odaklanalım” gibisinden şeyler söyleyerek melodiler ve sololar üzerinde çalışmaya başladı. İkisinin de albümün soundu ve bizim sounda yaklaşımımız üzerinde büyük bir etkisi oldu. Özellikle de yazım sürecinde oldukça farklı bir hissiyat vardı. Materyalin büyük bir kısmını Martin ve Anders yazıyor; ben de oturup anlamaya ve nasıl katkı sağlayabileceğimi belirlemeye çalışıyorum. Johan ve Chris’in her türlü zorluğun üstesinden gelebileceğini bilmek de bunu çok daha kolay bir hale getirdi. Yazdığımız her şeyi harika bir şekilde düzenleyebileceklerini biliyorduk. Önceden Niklas ve Martin ile yazarken kimin neyi yapacağı her zaman açıktı. Ne yaptıklarını bildiklerinden onlara tamamen güveniyorduk ve daha en başından şarkıların nasıl duyulacağını kestirebiliyorduk. Bu albümde ise işler biraz daha farklı bir şekilde ilerledi. Chris ve Johan’ın elimizdeki materyali nasıl yorumlayacağını tahmin etmek oldukça heyecanlıydı.

Bu aynı zamanda Niklas’ın olmadığı ilk albüm. Bu da biraz garip olmuş olsa gerek.

Kesinlikle. Bu süreç aslında Atoma ile başladı, çünkü Niklas altı yıl önce baba oldu ve biz o sırada Atoma’yı yazmaya yeni yeni başlıyorduk. Niklas bir süre sonra evden uzakta, stüdyoda veya turnede olmanın artık ona uygun olmadığını fark etti, biz de bunu tahmin ediyordu zaten. O zamanlar her şeyi evde yazıp kaydetti, bu yüzden Atoma’yı yazarken hiçbir zaman stüdyoda hepimiz aynı anda bulunmadık. Bu garip olsa da sonuç yine gayet iyi oldu çünkü Niklas her zaman neyi nasıl yapacağını bilen biri. Bu süreçte işleri onun için daha kolay hale getirmek adına zor kısımların çoğunu üstlenmemiz gerekti, şimdi ise aynısını yeni elemanlar için yapmamız gerekiyordu. Zor bir süreçti tabii ki, ama en başından bunu olumsuz bir gelişme olarak düşünmemeye karar verdik. Sonuçta yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu ve elimizden geleni yapmamız gerekiyordu. Johan ve Chris ile üç yıl boyunca turlamanın da epey etkisi oldu, bu süreçte onların da kendilerine güvenleri arttı ve gruptaki rolleriyle çok daha rahat hale geldiler. Biz de onların birçok şeyi farklı yapacaklarını bildiğimizden çok daha heyecanlıydık. Tabii ki tüm bunların yanında yıllardır oluşturduğumuz soundu korumak da önemliydi, ancak bir yandan onların neler yapabileceğini fazlasıyla merak ediyorduk ve bu da albümün yazım sürecinin çok daha ilginç bir şekilde ilerlemesini sağladı.

Ama albüm kapağını yine Niklas yaptı.

Evet, o kısımlar olduğu gibi duruyor. Tüm kapakları ve çizimleri, tüm tişörtleri, web tasarımının büyük bir kısmını ve bu tarz diğer birçok şeyi hala Niklas yapıyor. Önceden olduğu gibi yine her gün iletişim halindeyiz. Müzikten ve sözlerden de bahsediyoruz, sadece bunu artık biraz daha farklı bir şekilde yapıyoruz. Albüm kapağı üzerine çalışırken yine çok yardımcı oldu. Ona birkaç söz gönderdim ve neler yapabileceğimize dair fikir alışverişinde bulunduk. Sonuçtan da fazlasıyla memnun kaldım.

Sanırım ona Firewatch diye bir oyun göndermişsin. Şu anki projesi Mitochondrial Sun hakkında konuşurken bana bahsetmişti (gülüyor).

Evet evet (gülüyor). Renkler vs. hakkında konuşuyorduk. Kapak başta epey mavimsi ve karanlıktı, ben de “renkler biraz daha canlı olsa daha iyi olur” dedim. “Bak şu oyun baya iyi, istediğim tüm renkler var” diyerek Firewatch’u gönderdim. Aslında ona sürekli oyun oynatmaya çalışıyorum çünkü biraz içine girse çok sevecek, ama sanırım fazla stres yapıyor (gülüyor). Ben sürekli oyun oynadığımdan “şu ne güzel tişört olur, şu ne güzel kapak olur” şeklinde düşünüyorum.

Albüm farklı duyuluyor çünkü farklı müzisyenler var, bence bizim hedefimiz de böyle olmasıydı.

Yeni albümün sound açısından fazla “temiz” olduğunu düşünen dinleyiciler var. Eski albümlerdeki daha “çiğ” soundun olmadığını ve canlılık hissiyatının da bu yüzden biraz kaybolduğunu düşünüyorlar. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?

Evet bunu anlayabiliyorum. Sanırım hem temiz, hem de organik duyulan bir şeyler yapmak istedik. Canlılık hissiyatını yakalamak hiçbir zaman kolay olmuyor. Normalde yeni şarkıları festivallerde çalabilmemiz için albümün yazdan önce çıkması gerekiyordu, ama festivaller iptal olunca biz de kaydetmeye ve şarkıları gözden geçirmeye devam ettik. Sonra da “tamam, kaydedip bitirelim ki yazdan hemen sonra çıkarabilelim” dedik, böylece albümü Amerika turnesinden önce çıkarmış olacaktık. Amerika turnesi de iptal olunca stüdyoda çalışmaya devam ettik. Böyle böyle birkaç hafta daha süre ekleyerek stüdyoda birçok şeyi düzeltme imkanı bulduk. Burada belirli riskler de var tabii. Bu kadar süre stüdyoda olduğunuzda her şeyi düzeltmek çok kolay oluyor. Bir süre sonra “şurada bir şeyler yanlış, şu kısmı daha iyi çalabiliriz” diye diye kendinizi kaptırabiliyorsunuz. Biz bu riskin bilincindeydik, ancak bunu yaptığımızı düşünmüyorum. Temiz ve özenli duyulduğu kesin, bu da herkesin kendi kısmını en iyi şekilde çalmış olmasından kaynaklanıyor. Ama belki de insanlar aralarda belirli kusurlar olmasını özlüyordur. Ben özlediğime pek emin değilim (gülüyor), ama anlayabiliyorum. Albüm farklı duyuluyor çünkü farklı müzisyenler var, bence bizim hedefimiz de böyle olmasıydı. Ayrıca eninde sonunda bu şarkıları sahnede çalacağız ve o zaman çok daha çiğ duyulacağına eminim (gülüyor).

Ben şahsen sonuçtan o kadar memnunum ki anlatamam.

Süper hahah, teşekkür ederim.

Ben büyük bir Projector hayranıyım ve Moment’taki clean vokallerine de bayıldım. Buna önceki soruda biraz değinmiştin, ancak Moment’ın vokal yazım sürecinden biraz bahsedebilir misin? Sanırım önceki albüme kıyasla elinde çok daha fazla zaman vardı ve bir yerlerde şarkı başına beş farklı vokal yazdığını okumuştum.

Evet, yer yer bunu yaptım. Olduğum yerde demo kaydedip Martin için bir şeyler kaydediyordum. O bir şarkı üzerinde çalışırken “burası nakarat” diyordu, sonrasında da nakaratın bağırmalı mı yoksa clean vokalli mi olacağını konuşuyorduk. Ben ikisini de deneyip oracıkta bir şeyler kaydederek Martin’e gönderiyordum. Bir versiyonda clean vokal yaparken diğerinde avazım çıktığı kadar bağırıyordum. Martin de bu albümde prodüktör rolünde seviye atladı. O “clean vokal daha iyi duyuluyor, buradan ilerleyelim” dediğinde clean vokalli versiyona yoğunlaşıyorduk, o da şarkılardaki klavyeleri ve genel dizilimi vokale göre yeniden düzenliyordu ve bu harikaydı. Bunu normalde sürecin sonlarında yaparken en başlarda, tam da şarkılar yazılırken yapabilme imkanı bulduk; dolayısıyla bunun da büyük bir katkısı oldu. Ayrıca albüm ve şarkılar hakkında konuşurken ve elimizdekileri dinlerken “belki de birkaç şeyi değiştirip daha melodik yapmalıyız” diyorduk çünkü şarkıların ciddi bir duygusal yönü vardı. Öyle çok dramatik değişiklikler yapmadık, sadece “şu şarkı şöyle olsa daha iyi olur” şeklinde ilerledik. Clean verse ve bağırmalı nakarat formülünü değiştirmek gibi şeyler yaptık, bu tarz şeyler de farklı bir hissiyat yarattı ve benim için olumlu anlamda zorlayıcı oldu. Önceden de bahsettiğim gibi çok fazla demo kaydedip birbirimize gönderdik. Ben bir şeyleri belirlerdim, Martin de ona gerekli eklemeleri yapar ve melodilerin bazılarını yeniden yazardı. Örneğin “Standstill”ın orta kısmına bakıyorduk ve Johan orayı duyduktan sonra “hayır, bu nakarat olsun” dedi ve şarkıyı yeniden yazarak oradaki vokal kısmını şarkının nakaratına çevirdi. Tamamen farklı bir şey oldu ve aşırı hoşuma gitti, o kısmı bu şekilde düşünmek hiç aklıma gelmezdi.

O kısım benim de çok hoşuma gidiyor (gülüyor).

(Gülüyor) Şarkıların en ince detayına kadar ilgilenebilmek oldukça zevkli.

Yapacak başka bir şeyimiz yok, o yüzden birlikte bir şeyler yazıp eğlenmek en iyisi.

İki sorum daha var Mikael. Öncelikle yeni dahil olduğun İsveç death metal süper grubunu sormak istiyorum.

Süper grup denebilir mi bilmiyorum (gülüyor), ama evet, yeni bir grubum var ve adı Grand Cadaver. Bunu nihayet yapabilmek harika bir şey, çünkü 15, 17 ila 19 yaşlarındayken içmeye çıkıp sevdiğimiz gruplar hakkında konuşur, en nihayetinde de “hadi X gibi bir grup kuralım” derdik. “Kuralım tabii!”, “grubun adı şu olsun, sen şunu çal, ben sunu çalayım”, “davula kim geçek”, “benim bir tanıdığım var hadi onu arayalım” şeklinde ilerleyen konuşmaların ardından da sabahın ikisinde yeni bir grup kurmuş olurduk.

Billdal’daki eski günler, değil mi?

Aynen öyle. Bunu hep yapardık, ama sonucunda pek bir şey çıkmazdı. Bu şekilde birkaç grup kurulurdu, ama çoğu zaman sabah uyanırdık ve “gece aptalca bir şeyler yaptık mı?” diye kendimize sorup “onu yapmayalım en iyisi” derdik. Burada da aynısı oldu. Yakınlarda oturan bir arkadaşım “hey Mikael, Katatonia’dan Daniel’le değişik bir grup fikrimiz var, death metal yapacağız” dedi, ben de “iyiymiş” dedim. Eskiden Treblinka ve Tiamat’ta da çalan Stefan da vardı, “aaa ben onu tanıyorum” dedim. Sonunda o da “evet birlikte bir şeyler yapmak istiyoruz, var mısın” dedi, ben de “varım tabii, birkaç şarkı gönder de elimizde neler varmış bir bakalım” dedim. Birkaç şarkı gönderdi ve hepsi de çok iyiydi, ben de Lovecraft eserlerinden ve korku filmlerden ilham alarak üzerlerine epey alışıldık death metal sözleri yazdım (gülüyor). İki günde de EP kaydettik. Dört ay süren bir kayıt sürecinden çoğu şarkıyı tek seferde tamamladığımız iki günlük bir kayıt sürecine geçmek epey farklıydı. Çok eğlendik, bolca bira içtik, sürekli metal dinledik. Ortaya çıkan şeyden de aşırı memnun kaldık ve plakla çıkarmaya karar verdik. Şubat’ta çıkıyor.

Merakla bekliyorum.

Çok iyi olacak. İşler yolunda giderse uzun metrajlı bir albüm de yapacağız, çünkü neden olmasın? (gülüyor) Yapacak başka bir şeyimiz yok, o yüzden birlikte bir şeyler yazıp eğlenmek en iyisi. Çalışmamanın veya turneye çıkmamanın bu yönünü epey seviyorum (gülüyor). “Yapalım gitsin” diyebilmek çok güzel bir şey. Ayrıca Grand Cadaver plağının test basımını aldım ve tam da istediğim gibi duyuluyor. Harika olacak, mutlaka dinleyin.

Şarkıların kalanını duymak için sabırsızlanıyorum. Peki, son soru. On dokuz yıl önce Türkiye’de verdiğiniz konser Türkiye’deki hayranlarınız için ayrı bir yere sahip. Davulcunun kırılan kolu hariç bu konserle ilgili neleri hatırlıyorsun?

Anders’in kaçırdığı ilk ve tek konser. Ben hiçbir konseri kaçırmadım, ama diğer herkes en az bir kez kaçırmıştır sanıyorum. Anders için ise bu konser bir ilkti ve adını hatırlayamadığım başka bir davulcuyu çağırmamız gerekti. Provada sadece 12 ila 14 şarkı çalabildik, dolayısıyla eksik bir setlistle çıkmak durumunda kaldık. Ayrıca konser 2001’in sonlarındaydı ve 11 Eylül’den hemen sonraydı. Çaldığımız mekanın Amerikan Başkonsolosluğuna çok yakın olduğunu ve oranın da tamamen kapalı olduğunu hatırlıyorum.

Başkonsolosluğun hemen yanında aslında.

Evet, o yüzden biraz garipti. O ziyaretten çok fazla fotoğrafım var, hatta daha geçtiğimiz günlerde yeniden çıkarıp bakmıştım. Konserde de davulcumuz o kadar şarkıyı o kadar kısa sürede öğrenemeyeceğinden bazı şarkıları iki kez çalmak durumunda kaldık. Bunu yapmak zorunda kaldığımız ilk ve son konser oldu. Bis yaparken de yine önceden çaldığımız şarkıları çaldık. Bunların dışında çok eğlendiğimizi ve de Türkiye’deki dinleyicilerle ilk tecrübemiz açısından muhteşem bir konser olduğunu hatırlıyorum.

Hatta bir şarkıda eski basçınız Mikael de davula geçti sanırım.

Evet, o da olmuştu. Konseri doldurabilmek için elimizden geleni yaptık (gülüyor). Gerçekten epey çılgıncaydı.

Mikael, vakit ayırdığın için çok teşekkürler. Sizi 2022 veya 2023’te Türkiye’de görmeyi umuyoruz (gülüyor).

Evet, biz de umuyoruz… Normalde Şubat’ta Türkiye’ye gelecektik, ama iptal oldu tabii ki.

Üç konser olacaktı, hepsine de gitmeyi planlıyordum.

Evet, doğru. Bu yılın Şubat ayında olacaktı ama doğal olarak ertelenmesi gerekecek.

Hala bir ihtimal olabileceğini söylemek isterdim ama…

Maalesef olamayacak, evet. Ama mutlaka bu yıl içinde olacaktır.

Tekrardan teşekkürler Mikael, kendine dikkat et.

Ben teşekkür ederim. Seninle konuşmak harikaydı, görüşürüz!

DARK TRANQUILLITY video röportajı: Mikael Stanne ile yeni albüm üzerine

 

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.