Emişme Kültürü: TRUE BLOOD

1647
0
Paylaş:

Sıcak bir yaz akşamı, can sıkıntısından geberen Ayşe Nur, dizi sitelerini dolaşırken yukarıda görmüş olduğunuz görsele rastlar. Aklına seneler önce gördüğü Antisilence’ın Suffer Hits kapağı gelir. Niye gelmesin ki zaten? O da dudak yalama, bu da dudak yalama.

Dizinin adına da dikkat etmemiştir hanım kızımız, vampir dişlerine de. Çalışma odasında harıl harıl çizim yapmakta olan ev arkadaşına seslenir, “yeni bi dizi buldum, izleyek mi?”.

Ne dizinin yaratıcısının, “izlediğim en iyi dizi” diye yere göğe sığdıramadığı Six Feet Under’ın da yaratıcısı olan Alan Ball olduğunun farkındadır, ne senelerdir bilfiil takip ettiği Supernatural ayarında doğaüstü olayları işlediğinin, ne de Anita Blake, karakteri ondan arakladığı ve diziyle adını duyurduğu söylenen Charlaine Harris’ten haberdardır.

Dizinin ilk dakikalarını ana karakterlerle ilgili sanıp, biraz siniri bozulur. Arabada can sıkıntısından (ortak payda) oynaşan iki sevgili, bir panodaki “True Blood” yazısını görür ve erkek olanı bir anda benzin istasyonundaki markete dalıverir kızı da beraberinde sürükleyerek. O sırada tv ekranında sarışın bir kadın (Nan Flanagan) tartışma programında bir takım haklardan, özgürlüklerden bahsetmektedir. Aklınız arabadayken oynaşan çiftte olduğundan buna o anda dikkat etmezsiniz.

Aslında Nan Flanagan’ın dışında bu giriş kısmındaki karakterlerin hiçbirinin diziyle ilgisi yoktur. Konu başlangıçta, Amerika’nın güneyinde,  Louisiana eyaletindeki Bon Temps kasabasında bir grup yerli ve tabutlarından çıkıp insanlarla birlikte yaşamaya çalışan vampirlerdir. Sonra işin içine olmazsa olmaz şekil değiştirenler, cadılar, periler, kurt adamlar, hatta ve hatta Lost’tan hasret kaldığımız Black Smoke dahi girer.

Oturduğu yerden “spoiler vermesene bacım” diyen arkadaşlar varsa özür diliyorum, bu dizi spoiler vermeden anlatılmaz, bu yazı da yazılamaz.

İlk bölümün ilk dakikalarında ciyaklayan sesine mazhar olduğumuz Nan Flanagan’a döner oradan yürümeye devam edersek; bu dizideki vampirleri, doğaüstü olayları alın, yerine geçmişte siyahilerin uğradığı haksızlıkları, var olma ve haklarını elde etme mücadelesini koyun, zerre sırıtmayacaktır. N’alakası mı var? Açıklıyorum: Daha ilk sezonun ilk bölümünde kıl olmaya başladığımız Tara karakterinin elinde bir kitap görürüz, Naomi Klein’ın The Shock Doctrine’i. Dizinin genel seyri için çok önemli bir ayrıntıdır bu kitap, çünkü baştan sona Amerikan toplumunu, bugün verdiğiniz vergilerle ve ödediğiniz eşek yükü öğrenim harçlarıyla dahi açıklanabilecek neo liberalizmi eleştiren bir kitaptır bu. Tv programında bas bas bağıran Nan Flanagan, Japon icadı sentetik kan ile vampirlerin artık insanları besin kaynağı olarak görmediğini, ihtiyaçlarının bununla karşılandığını ve bu yüzden insanlarla bir arada yaşamak istediklerini dile getiriyordur.

Bugün bir paralel evrenden evrimleşmiş hayvanlar (Maymunlar Cehennemi), akın akın bizim evrenimize gelseler, dünyayı ele geçirseler (uu beybi) ve azınlık konumunda kalan homo sapiens torunları olarak, onları normalde yiyen insanlar olarak, “hepimiz vejetaryen olduk, sizi yemeyeceğiz, yeter ki eşit haklarımız olsun” dersek işte tam olarak True Blood olur bu durum. Ha, bizim gezegenimize geliyorlar, nasıl oluyor da öyle oluyor? Açıklıyorum: Dizinin beşinci sezonundaki durumla birlikte gelinen nokta şudur ki, insanlardan önce vampirler vardı, tanrı da bir vampirdi. Yani ortada insandan evrimleşen bir vampir de yok esasında. İnsanlar ve besin zincirinde ondan daha üstte yer alan vampirler var.

Kurduğumu zannettiğim empatiyle birlikte, düşünün ki sentetik kanla beslenip, insan öldürmeyi reddeden vampirlerin yanında, öyleymiş gibi davrananlar, kendi arasında örgütlenip buna karşı çıkarak “insanlar bizim ekmeğimiz, nimetle şaka olmaz, nasıl olur da yediğin şeyle eşit haklar istersin” diyenler de elbette ki oluyor. Diğer yandan besin zincirinin bir alt halkasına inip insanoğluna bakarsak; vampirlerin haklarını elde etmeleri gerektiğini savunanlar, kesinlikle hepsini kazıktan geçirmekten yana olanlar, bir anda sempatik görünmeye çalışıp “benim de vampir arkadaşlarım var” diyenler, sempatizanlığı da aşıp kendini emdirmek isteyenler, biraz daha abartıp emişmek isteyenler ya da sadece vampirleri emmek isteyenler de mevcut. Emişmeye de biraz açıklık getirecek olursam, dizide vampir kanı en etkili uyuşturucudur. Hatta anında pazarını kuruverirler. Satıcılar minik şişelerde satarlar, kimisi kutsal ekmek misali bir şeylere damlatıp ağzında eritir, kimisi direkt kafaya diker, kimisi de kaynağına ağzını dayayıp kafa on yüz bin milyon dolaşır.

Vampirlerin ölümsüz olduğu, diğer yandan da ölü olduğu mitlerden, filmlerden, dizilerden, kitaplardan bildiğimiz bir şey. Ama ölümsüz olan bir şeyin doku yenilemesi konusunda hızlı olacağı da malum. Yani ölmek üzereyken emdiğiniz vampir kanı sizi iyileştirirken, hali hazırda sağlıklı olduğunuzda aldığınız düşünün ki neler yapar?

Elbette ki edebiyatta ve sinemada resmen evrim geçiren vampir mitinin geldiği son bir nokta da var artık. Vampirler hep güneşten kaçtı, geceleri dolaşıp durdular. Çok hızlı ve çok güçlüler. Gayet güzeller. Gayet seksiler. Seksi demişken dizinin bahsetmeden yazıyı bitirirsem garanti küfür yiyeceğim bir noktası da sevişme sahnelerinin bolluğu ve oldukça “cüretkâr” olduğudur. E bu neye yarıyor? Dizinin çok izlenmesine elbette. Öyle bir dizi düşünün ki, gayet “taş” karakterler, gayet sevişgenler, her an bir emişme hali, her an bir aksiyon, her an herkesin gidivereceği mevzu. Atıyorum, cesur görünen sinir bozucu bir karakter mi var? Bir bakmışsınız bir saniyede (ah ulan) Eric adamın yüreğini avucunun içine alıvermiş.

Eric demişken, o ne güzel vücuttur, o ne karizmatik duruştur, o ne şahane memlekettir (kendisi Viking ve on asırdır vampir).

Konuyu toparlarsak eğer, True Blood şiddetten ve (neredeyse) pornografik sahnelerden fazlasıdır. Zerre hazzetmiyorum karakterden ama yine adını vereceğim, Tara’nın barda işe başladığı bölümde barın sahibi Sam ile arasında geçen bir konuşmaya döndürüyorum sizi. Tara, asıl kız Sookie’ye ilgisi olan Sam’i iki taraftan ona göz kulak olabilecekleri vaadiyle kandırır ve işe alınır. Sam, Tara’ya kıyafet zorunluluğu olduğunu söyler. Tara kabul etmez. Barda çalışan erkeklerin serbest kıyafetle geldiğini, kadınların sadece garson olup, mini şort ve dar tişörtlerle dolaşmasını kabul etmediğini söyler.

Diyelim ki siz bir dizi senaryosunu yazıyorsunuz, çok izlensin istiyorsunuz, böyle bir diyalogu neden yerleştirirsiniz? Ha işte ben de bundan bahsediyorum: True Blood sadece kanın gövdeyi götürdüğü, bir yandan da pornografik malzeme verme amacı güden, çok satsın diye vampirlerle doldurulmuş bir dizi değildir, kesinlikle bundan fazlasıdır.

Ve evet, inanılmaz güzel bir jeneriği var dizinin.

[youtube id=”vxINMuOgAu8″ width=”620″ height=”360″]
Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.