HOPE DRONE – Cloak of Ash (2015, Relapse Records)

Paylaş:
Albüm Kritiği: HOPE DRONE - Cloak of Ash (2015)

Hope Drone, Cloak of Ash’i Ağustos 2015’te yayımladıktan birkaç ay sonra Relapse Records reklam postlarında dikkatimi çekmişti. Son zamanlarda beni müzik konusunda çok şaşırtan Avustralya kıtasından çıkıp Relapse ile anlaşmış bir metal grubu neye benziyormuş, anında duymak istedim. Albümü başlattığımda içinden nasıl bir metal türü çıkacağına dair hiçbir fikrim yoktu. Bundan sonraki 80 dakikayı ağzım açık, arada bir de “vay başımıza gelenler” edasıyla alnımı karışlayarak geçirdim. Her bir iki yılda bunun gibi hayat sarsan gruplara denk gelirim. Cloak of Ash’i ilk kez dinlediğim o 80 dakika içinde yeniden böyle bir grup bulmuş olmanın verdiği huzursuz sevinci benimsemeye çalıştım. Bu 80 dakika, gelecekte harcanacak pek çok 80 dakikanın ilkiydi…

Cloak of Ash; bana göre ambiyans ve atmosferik özellikleri her metal türünden daha ağır basan, black metal, doom, post-metal, drone, post-hardcore ve biraz da post-rock’ın muhteşem bir bileşimi. Bu kadar post’u bir arada görüp burun kıvıracaklar için, bu grup ve bu albüm aynı anda pek çok trende denk gelen birçok şey olabilir ama, kesinlikle tek bir şey değil. Olmadıkları tek şey ise, son zamanlarda her yerde çoğalmakta olan ‘‘hem majör hem mutsuz’’ olmaya ant içmiş post-black grupları. Bu albümün en yüksek anlarında bile genel anlamdaki umuda ve huzura dair bir ipucu bulmak mümkün değil. Sadece kaostan huzur duyabilen bünyeler için tasarlanmış.

Albümlerin tamamını bir konsept olarak ele alan, tutarlılık ve devamlılık sağlayan gruplara çok büyük saygım var. Yaptıkları işi bir bütün olarak ele aldıklarını, şarkıları sadece tüketilmeye hazır birer bünye olarak değil, birbirlerine bağlı organizmalar olarak gördüklerini, hikayeyi tek şarkıda anlatmak yerine albüme yaydıklarını düşünürüm. Nitekim Hope Drone’un Cloak of Ash’i ifade gücünün sınırlarını zorlayan bir dışa vurumla, gürültü ve ambiyansın tam ortasındaki ince çizgi üzerinde hiç durmadan devam eden 80 dakikalık bir hikaye gibi. İlk dinlediğim günden bu yana her seferinde albümü çalmadan önce bitirecek zamanım var mı diye kontrol ediyorum ki haşa, yarıda kalmasın.

Bireysellikten ve olgulardan tamamen arınmayı başarmış bir anlatımla dünyaya atmosferinin dışından seslenen, yarı nihilist yarı boş vermiş, umutsuz ve güçlü bir izleyicinin manifestosu değerinde albüm içeriği. Olup bitende nedensellik ve çözüm aramak yerine gözlemleyici bir anlatım seçilmiş. Sözlerle ifade etmesi oldukça güç olsa da karanlık ya da aydınlıktan ziyade, daha da gri, hep arada kalmış, vahşetin sınırında sürüklenen dünya ve kaybolmuş insanlarının tüm hislerini aynı anda bünyesinde toplayabilen yabancı bir karakterin çektiği acının anlayış ve kabullenişle bir araya gelişini dev bir gürültüyle dışa vuran bir albüm. 

hope-drone-band

Albümün hem yüksek, hem alçak; hem dingin, hem de kaotik bir yapıya sahip olmasını mümkün kılan en büyük özelliği usta soundu. Gitarlar öylesine geniş ve çoğul bir bünyeye sahip ki, yer yer enstrüman olmaktan çıkıp noise’un (gürültü deyip durumu saptırmak istemedim) kendisi oluveriyor. Aynı zamanda drone elementler müziğin içerisine ustaca yerleştirilmiş. Kulağın bunları teker teker ayırt etmesini imkansız kılmışlar. Her şeyi bir bütün olarak algılamaktan başka bir seçenek bırakılmamış. Reverb’e doymuş bu ortam içinde her şeye rağmen davullar ne yok olmuş, ne de çiğ kalmış. Genelde bu tarz ambient black soundlu gruplarda davul zili tercihleri beni bir noktadan sonra rahatsız etmeye başlar. Böyle bir şey kesinlikle söz konusu değil. Şarkıların yükselen ve alçalan dinamiklerini dinleyiciye -olması gerektiği gibi- davul eşliğinde takip ettiriyor.

Açılış parçası Unending Grey, hazmedilmesi zor ve çok çarpıcı. Adeta albümün devamındaki anlatımı kolaylaştırmak adına verilmiş 20 dakikalık bir ön söz niteliğinde. Yalnızca bu eşiği, şarkıyı yarıda kesmeden atlatabilenlerin bir sonraki bölüme geçmeye hak kazanacağı bir test sanki. Böylesine uzun bir parçanın her anının birbirinden farklı olması hem grubun şarkı yazarlığının dinamikleri konusunda, hem de sound konusunda ustalıklarının canlı kanıtı. Eğer uygarlığın duygu-durum bozukluklarını tanımlayabilecek tek bir şarkı var mıdır diye sorulsaydı, kesinlikle Unending Grey derdim. Manifestoyu da baştan belirtmek adına, açılış dizeleri albümün tamamına hakim olan gözlemleyici ve pes etmiş anlatıma büyük bir referans oluşturuyor:

Unending grey, of time, distance and conscience
And I have resigned myself
For every breath and footfall is nothing

Riverbeds Hewn in Marrow ve The World Inherited, her ikisi de 10’ar dakika olan bu serüvenlerin ortak noktası sert black girişleri ve aniden doom yapıya geçişleri. Tempoyu yerin dibine kadar yarılayıp adeta havada uçuşan öfkeyi aniden bin tonluk bir metal kütleye çeviriyorlar. Dünyanın yükü birden insanın üstüne çöküyor. Tüm bu hisleri geri püskürtmek yerine kabullendiriyor.

All rivers diverge from the centre
Torn away, into the quiet

Favori seçmek çok zor olsa da Every End is Fated in its Beginning ve The Chords that Thrum Beneath the Earth favorilerim. Bu kritiği yazmadan önce, önde gelen metal müzik yazarlarının aynı albüm hakkındaki yorumlarını okuduğumda bu iki şarkının ya en sevilen ya da en sevilmeyen şarkılar seçilmiş olduğunu gördüm ve çok şaşırdım. Bu iki şarkının beğenilmediği yorumların albümü bütünlemesine ele almayan kulaklar tarafından yapıldığını düşünüyorum. Çünkü bu şarkılardan önce gelen 40 dakikalık yaşanmışlığın sabit soundlu uzun kayıtlar dinlemeye sabrı olmayan algı süresi düşmüş bireyleri yorabilmesi pek olası ve doğal. Benim açımdan bu iki şarkı, bütünsel anlatımın en kritik anlarına sahip. Eğer bu albüm 80 dakikalık bir tiyatro oyunu olsaydı, bu iki şarkı tüm olayların kör düğüm olduğu, climax -ya da çözlülme- öncesi perdeye denk gelirdi. Blast beat’lerin havada uçuştuğu, tremolo gitarların uzun uzun melodilere dönüştüğü ve tempo düşüşlerinin ‘’bir nefes aldırmak’’ dışında neredeyse hiç gerçekleşmediği bu iki şarkı albümün en yüksek noktası, uygarlığın en çirkin ve gerçek yüzünün betimlemesi.

Violence, in the chords that thrum beneath the earth
Malice, in the chords that thrum beneath the earth
A low note, it carries on the winds

To every riven chanel’s depths 
And to every quiet corner, 
Where history resonates
The world: at its end and unending


hope drone - cloak of ash
Defalarca bahsettiğim bütünlük açısından son iki şarkı albüm hikayesinin sonucu ve bitmeyen bir rezonansı gibi. The Waves Forever Shatter Upon Our Shores, kesinlikle albümün kalanından farklı bir sounda sahip. Bu nedenle ve sıralamadaki yeriyle de bu şarkıyı albümün çözülme anı olarak görüyorum. Ambiyansın ve umutsuzluğun yükseldiği bu noktanın farklılığının en büyük kanıtı bana göre davul tonlarında. Yukarıda bahsettiğim gibi, albümün tamamında kaçınılmış olan daha klasik ambient black metal davul zilleri bu şarkıda can buluyor. Uzun uzun çınlayan gitar rezonansları ile birleşen sonsuz ziller şarkının tamamına hakim. Yapı olarak, kaos ve gürültüye çok daha yakın olan enstrümantal bu şarkı aynı zamanda 6.30 dakikayla albümün en kısa anlatımına sahip. Yorumum isabetli midir bilmem ama, sanki grup dinamiklerini seçerken gezegenin doğasındaki en güçlü yaptırımlardan esinlenmiş gibi. Kasırgalar -albüm kapağı- ve kesintisiz dalgalar -şarkı isimleri- gibi….

Carried Apart by the Ceaseless Tides, ‘tek şarkı’ olarak bakarsak en az favorim olacak şarkı olmasına rağmen kapanış konuşması olmak için çok isabetli bir seçim. Belki de çok sevdiğim bir hikayenin sonuna işaret ettiği için, belki de son 5 dakikasında tekrarlayan derin umutsuzluğun etkisine her zaman yakalandığım için böyle hissediyorum. Sebep her ne ise, misyon tam olarak yerine getirilmiş gibi. Son söz öylesine derin ki, her baktığımda başka bir anlam çıkartıyorum. Kendi yorumumu eklemek yerine bu cümleyi ortaya bırakmayı daha doğru buldum:

Impermanence is to be as one against the world. 

Uzun aradan sonra ilk defa müzik hakkında yazmak ve hatta plak arşivi oluşturmak için beklediğim itici gücü yaratan bu albüm hakkında konuşurken klasik albüm kritiği şablonlarından kaçınmaya çalıştım. Dinleyicinin albümün nerede ve nasıl kaydedildiğini, kim tarafından master edildiğini, grup elemanlarının kim olduğunu ve müziğe nasıl etkide bulunduklarını, hatta benzer gruplarla kıyaslanmalarını başkalarından okumasına gerek olmadığını düşünüyorum. İki internet hamlesiyle elde edinilebilecek bu bilgilerden bu nedenle pek bahsetmedim. Albüm kritiklerini profesyonel bir rapor olarak okumak yerine, gönülden bağlı hayranlarının cümleleriyle duymayı her zaman tercih etmişimdir. Umarım bu devirde halen daha şarkı sözlerine böylesine önem vermem, konsept bütünlüğü hakkındaki betimlemelerim ve belki de yazının uzunluğu pek çok okuyucuyu bezdirmemiştir.

Brisbane, Avustralya’lı bu dört adamın müziği ile henüz tanışmamış ya da görüp dikkat etmemiş iseniz yeniden bakmanızı öneririm. Benim gibi yeni keşfeden ve beğenenler için en büyük sürpriz ise bu albümü bitirdikten sonra bakabileceğiniz hiç dokunulmamış 2013 çıkışlı Hope Drone isimli başka bir albümlerinin daha olması (aslında 4 şarkı olduğu için EP olarak geçiyor ama 40 dakika bence bir albümdür). Cloak of Ash’e kıyasla daha dar bir ambiyansa sahip ama bir o kadar güçlü başka bir 40 dakikalık hikaye sizi bekliyor olacak. Hatırlatmak gerekir ki 2013 çıkışlı bu albüm, grubun bağımsız yayımladığı ve hemen ardından Relapse Records bünyesine katılmalarına sebep olmuş albümdür. 

Konuk Yazar: Saba Arat

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.