LEBANON HANOVER – SELOFAN – SHE PAST AWAY KONSERİ

Paylaş:
LEBANON HANOVER - SELOFAN - SHE PAST AWAY KONSERI - Paslanmaz Kalem

Yer: Salon İKSV 

Tarih: 27.02.2016

2015 yaz ayları. Ülkemizin en klas Rock barı Bar Rasputin Live’da ben, Volkan Caner ve Gamze Koba ortak DJ gecesi yapıyoruz. Olayın ismi “Autonomous Zone,” yani “Otonom Bölge.” Killing Joke’un (o dönem) henüz yayınlanmamış olan şarkısından geliyor. Ben NeoFolk ve Martial Industrial arasında gidip gelerek, o günlerde kafamı taktığım (ve hala da takık olduğum) tarzlar ile kafa sallamaya gelmiş ahaliye istemsizce işkence uyguluyorum. Benden sonra Gamze çıkıp Anarco Punk çalıyor. Bu seti dinlemeye gelen Gamze’nin kitlesi, benim sette afakanlarla mücadele ettikten sonra rahatlıyorlar. Ancak dert maalesef burada bitmiyor… En son Volkan çıkıyor ve şahane Post Punk, Coldwave ve TINZEY şarkıları çalıyor. Kitlenin çoğu tıpkı benim sette olduğu gibi bunda da “bu ne şimdi” dercesine bakıyor, sonra da “baydı burası aga” diyerek çekip gidiyor.

Amma ve lakin işletmeci Tanju Can iyi müzikten anlayan ve de cesur denemelerden korkmayan birisi ve bu olayın ikincisini istiyor bizden. Bu ikinci gece, devamı muhtemelen gelmemek üzere son “Autonomous Zone” gecesi oluyor.

Öncelikle, bu kez sette sıralamayı hafif değiştiriyoruz. Ben bir saat başta, bir saat de sonda çalacağım. Arada ise Gamze / Anarco Punk, Volkan / Tınzey çalacak. Baba figürümüz Tanju Can o akşam mekanda değil. Ben Death In June ile girdiğim ilk 1 saatten Johnny Thunders ile çıkıyorum. Ne alaka diyeceksiniz. Söyleyeyim. Gamze’nin kitle yine gelmiş. Volkan’a da bir kitle gelmiş hatta bu kez. Bana gelen kitle ise tabii ki tek kişiden ibaret: sitemiz yazarlarından Çağlar Neçelik. Ancak kendisi mekana gelmeden evvel diyor ki “kanka efsun var, efsunsuz olmaz.” E tamam diyorum, hadi değişiklik olsun. Böyle bir enerji geliyor, dert tasa gidiyor, Çağlar Neçelik ise durmadan “offfff… OOFFFFF… Mahvoldum kankaaaaa” diyor. Cak cak cak sakız çiğniyor. E haliyle NeoFolk’u bırakıp Junkie Folk semalarına yelken açıyoruz büyük bir kepazelik içerisinde.

Çağlar Neçelik: A True Original

Benim iş bitiyor, Gamze’nin set başlıyor. Çaktırmadan basın güm güm’ünü açıyor, Çağlar Neçelik “offf bu ne abi iyice beter oldum” diyor. Ortam süper, adeta herkes kendini salmış. Ya da öyle görünüyor. Sonra Gamze iniyor, Volkan çıkıyor. Volkan benzer zevklere sahip eşrafının da çevrede olmasının verdiği rahatlıkla, çaldığı müziklere uygun biçimde kendini dansa veriyor, akışa bırakıyor. Onunla beraber efsunlu Çağlar Neçelik de kütüklüğünden arınıp dans figürlerine yelken açıyor, Volkan’a katılıyor. Sarhoş kızlar da cesaret alıp dansa giriştiklerinde Bar Rasputin Live’ın içi artık dans pistine dönüşüyor. Kısa bir süreliğine de olsa, her şey güzel… Ben kumandayı tekrar devraldığımda o kızlardan birinin gelip “Pink Floyd’dan The Wall çalsana” demesine dek her şey yolunda. Büyü o noktada bozuluyor, tekrar yeryüzüne, yani Türkiye’ye iniyoruz. Ben de “en azından akustik gitar var” diyerek ‘Wish You Were Here’ koyuyor ve çıkıp gidiyorum.

Ertesi gün telefona bir mesaj. Tanju’nun eleman demiş ki “abi bu akşam ortam efsunlu, Çağlar ve Volkan kesin, diğerlerini bilmiyorum.” Diyorum ki “valla Çağlar’a diyecek bir şey yok ama Volkan’a kefilim.” Adamın alkolle alakası yok, içtiği en sert şey cappuccino! Bar kapısından içeri girilmiyor normalde adamla.

Sonra düşünüyorum ve aklıma Volkan’ın geçtiğimiz sene yaptığımız röportajda söylediği şey aklıma geliyor: “Maalesef darbe sebebiyle 80’li yıllarda tüm dünyada tarih yazılırken bizde yaşanan koca bir boşluk oldu.” 80’lerin başında Post-Punk denilen tür dünyayı kasıp kavururken, bizde bu dönem hiç yaşanmadı. Bu nedenle diskoda kıç kıvıran kitle ile dana gibi kafa sallayan metalci arasındaki geçiş bölgesi hiç oluşmadı. Orada koca bir boşluk söz konusu.

The Sisters Of Mercy - First & Last & Always kapak fotosu. Zamanında bu CD'yi Ankaralı Metalci bir arkadaşım görüp "bu ne lan KARI gibi herifler" yorumunu yapmıştı. Maalesef kendisi hala yaşıyor ama grubu çok şükür dağıldı.

The Sisters Of Mercy – First & Last & Always kapak fotosu. Zamanında bu CD’yi Ankaralı Metalci bir arkadaşımın yanında almıştım. Fotoyu görünce “bu ne lan KARI gibi herifler” yorumunu yapmıştı. Maalesef kendisi hala yaşıyor ama grubu şükürler olsun ki dağıldı.

Peki Çağlan Tekil ne anlatmıştı yakın zamanda yaptığımız röportajda, bir de onu hatırlayalım: “Beni müzikal anlamda kalıplardan kurtaran kişi o dönem Kerim Tunçay’dır. Almanya’ya taşınmıştı ve beni bir metal diskosuna götürdü. Suicidal Tendencies, Faith No More, Clawfinger gibi gruplar çalıyordu ve herkes dans ediyordu, çok efsaneydi.” İşte bunun muadili mekan, Autonomous Zone Vol. 2’nin gerçekleştiği gece, birkaç saatliğine de olsa Bar Rasputin Live’da oluştu. Bu da “diskocu olmadan dans eden erkek ancak TATAKÇI olabilir”e takıldı, geçemedi. Zira biliyorsunuz arkadaşlar. Erkenk adam dans etmez. “ZKER.”

Böylece ülkemizde Wave ortamı da haliyle oluşmadı. Mutlaka arada bir denemeler yapıldı ama o denemeler klozete atılan ergen sperminden farksız bir kadere sahip oldu: Hedef bulamadı. Ama bunun da güzel bir tarafı oldu: Bu tarz müzikler tam anlamıyla “outsider” yani İT-KOPUK alanına dönüştü. Yazıya bahis olan Fabrika Records gecesi eğer Avrupa’da bir yerlerde yapılsaydı, benim gibi kot montla gezen bir herif bu konserde kendini yabancı hissedecekti ve “mehehe ben gidiym?” falan diyecekti. Zira mekan tamamen gavurovların “Goth” dediği tiplerle dolu olacaktı. Oralarda bunlar “janr” müzikleri ve spesifik bir alıcıları var. Bizde ise rengarenk bir kitlenin uyumu söz konusu: Indieciler, Hipisterler, Post Punklar, Punklar, açık fikirli ve olgun birkaç metalci, aslında müzikten çok moda ile ilgisi olan gay’ler, TATAKÇILAR, cankiler ve HEYVANOĞULLARI olarak o gece hepimiz uyum içinde orada, o salonda bir yerlerdeydik.

Hatırlarsınız, Gezi mevzusunda Taksim’de yüzbinlerce insan vardı fakat tek bir polis yoktu. Her cinsten, hemen hemen her politik görüşten insan vardı (çakallığı ve ortayolculuğu politik görüş saymıyorum, onlar evlerindeydi,) kimin girip çıktığı da belli değildi fakat ne tek bir kadın tacize uğradı, ne de tek bir hırhızlık vakası yaşandı. Kısa bir süreliğine de olsa orada herkes birbirine karşı hoşgörülüydü, içinde bulundukları şeyin tadını çıkarıyordu. Bu konserde de aynısı oldu. Tam olarak belirli bir köşeye ait olmayan insanlar, kendilerinden çok farklı ancak yine “köşesiz” başka insanlar ile aynı salonda toplandılar ve gecenin tadını çıkardılar. Ne bir kavga oldu, ne de yarısı kadınlardan oluşan mekanda tek bir sarkıntılıkla bağlantılı tatsızlık yaşandı. Ki, erkeklerin yürüyen penis olduğu bir ülke için harika bir durum bu. Bırak kız beğeniyorsa sana yanaşsın, ne bliym bakış makış atsın, halüsinatif sapık eşşoğlueşşek, köyden yeni gelin kaçıran ayıdan bir farkın olsun.

DSC_7595Neyse konuya şöyle bir girelim: Fabrika Records, Yorgoların kurmuş olduğu bir şirket ve spesifik olarak Minimal Synth, New Wave ve Electropunk etkileşimli isimler ile çalışıyorlar. Günümüzün müzikal çizgilerinden tamamen uzak, sanki zamanın bir yerinde asılı kalmış gibi duran müzikler yayınlıyorlar ki aslına bakarsanız, sonunda “Wave” takısı bulunduran tarzların da güzelliği burada. Şahane bir gerçeklerden kaçış imkanı sunuyorlar dinleyiciye. B*ka iyice sarmış günümüz dünyasından çıkmış oluyorsunuz bu tip albümlerin içine girdiğinizde. Bununla ilgili derin bir analiz yapmak isterdim ancak benim beyin ve bilgi kapasitemin ötesinde kaldığı için bu konuyu nadide yazarımız Emre Karacaoğlu’na bırakıyorum.

Firmanın en önemli üç grubu ise medarı iftiharımız She Past Away, yarı İngiliz yarı (yanlış bilmiyorsam) İsvinçreli Lebanon Hanover ve Karadeniz Yunanlarından kurulu ve aynı zamanda Fabrika Records’un da sahibi olan Selofan. Selofan’ı daha önce ülkemizde Anadolu tarafında ağırlamıştık (Anadolu derken Kadıköy tabii, Çorum veya Siirt değil.) Ancak Selofan daha marjinal bir imaja sahip olduğu için olsa gerek, Lebanon Hanover daha büyük bir merakla bekleniyordu ülkemizde. Ayrıca grubun en popüler şarkısının ‘Gallowdance’ adını taşıması ve nasyonel biçimde gönülden yaralı nevrotikler olmamız da bunda bir etken olabilir.

Sıralama da buna göre yapılmıştı. Ev sahibi She Past Away birinci, Selofan ikinci, Lebanon Hanover da üçüncü olarak sahne alacaktı. Aslında mantıklıydı bir sıralamaydı da bu. She Past Away İstanbul dinleyicisinin en aşina olduğu isim olduğundan kolay bir adaptasyon sağlayacaktı. Bol bol analog synthesizer’a (yazının geri kalanında SİNTİZAYER olarak geçecek) yüklenen hareketli tarzıyla Selofan bu ısınmayı pekiştirecek, Lebanon Hanover da minimal, kaba ve depresif müziği ile hasadı toplayacaktı. Kağıt üzerinde böyleydi tabii bu, reelde nasıl vücut bulduğunaysa birazdan geleceğiz.

She Past Away konsere “Belirdi Gece” isimli ilk albümünden iki parça ile bir ısınma turu yaparak başladıktan sonra rotayı ikinci albümleri “Narin Yalnızlık”a kırdı. ‘Soluk’ konserde inanılmaz bir atmosfer yaratıyor ancak albümün tatlı-hüzünlü isim parçası adeta bir hit. İlk albümün klasiği ‘Ritüel’ ile beraber insanların en fazla kaptırdığı parça buydu, demek ki “Narin Yalnızlık” albümünü insanlar artık sindirmişler. Sahnede kısa kalacakları için mantıklı davrandılar ve ağır parçalara girmediler. Böylelikle yeni albümün en sevdiğim iki parçası ‘Uzakta’ ve ‘Hayaller?’ es geçilmiş oldu ama onları da solo konserlerinde dinleriz artık.

She Past Away ile ilgili ufak iki not daha düşelim. Birincisi eski basçı İdris’in yokluğu. Önceki konserlerde sahne önünde “İdris nerde?” diye seslenenler olurdu. Son birkaç konserde bunlardan iz yok. İdris’in bu tip müziğe adeta “cuk” diye oturan bir imajı olduğu gerçek. Ancak kimse de çıkıp şunu sormuyor: “Sahnede basçı yok ama hala gümbür gümbür bas sesi geliyor?” E sebebini söyleyeyim: Kayıtlardaki basların tamamı zaten SİNTİZAYER da ondan. Şu an SİNTİZAYER çalarak sahnede duran Doruk ise artık tamamen oturmuş ve grubun imajını bambaşka bir yöne çekmiş. İyiden iyiye soğuk ve statik, mekanize bir mod gelmiş ve ben bunun özellikle “Narin Yalnızlık” çizgisine çok daha iyi oturduğunu düşünüyorum. Tek kelimeyle “fevkalade canım, tebrikler.” İkinci konu ise şu ki, eskiden Volkan Strat kullanırdı, şimdi Telecaster kullanıyor. Bildiğiniz gibi Telecaster bir İZMARİT gitarıdır. Keith Richards, Ron Wood gibi adamlar sahnede cagada-cugada vurarak bu gitarı kullanırlar. Başka türlü de kullanılamaz. Ancak bu konserde duyduğum gitar sound’u, şu ana dek She Past Away konserlerinde duyduğum en iyi gitar sound’u idi. Anlaşılan gitar ruhunu hem müziğe, hem de gitarı çalan kişinin yani Volkan’ın tuşesine katmış.

Selofan kariyerlerinden leziz bir karma ile çıktı karşımıza. Grup Dimitris ve Joanna isimli klas bir çiftten oluşuyor. Joanna’da efsane bir sahne hakimiyeti var, Dimitris de hem SİNTİZAYER cambazı, hem de multi-enstrümantalist bir abimiz. Kısacası yarabbi herkeşe böyle ilişki nasip etsin. Zaten dikkat ederseniz, bu tarz Wave gruplarında kadro genelde 1 adam ve 1 kadından oluşur. Bunların da çoğu sevgilidirler. Zilyon tane grup sayarım böyle, Frozen Autumn ile başlar Keluar’a dek gider mevzu. (Ek parantez: Keluar’daki hatun çok güzel ve çok arıza. Önceki grubu, o herifle ayrıldığı için dağılmıştı. Keluar’daki herifle de ayrılmış ve haliyle Keluar da dağılmış. Bu işlerde böyle riskler de olabiliyor a dostlar.)

Konserin sonlarına doğru Salon’un üst katına çıktık ve biraz da oradan izleyelim dedik. Önlerdeki ÇILGIN gençleri daha net görme imkanımız oldu bu vesileyle. Sahneye atlayan kızlar, Mario bıyıklı Dimitris’i sevgi yağmuruna tutup pantolon askılarıyla oynarlarken, Joanna tabiri caizse ANACAN bir tavırla “mehehe hadi canım, hadi aşağıya” diye kızları SEVGİYLE indirdi. Yanımdaki Çağlar Neçelik bu duruma “hele hele ortama bak” şeklinde bir yorumla geldi. Ama onu mazur görün, normalde bu ortamlara ait birisi değil, “görüntü alırım yazıya koyarsın kanka” sebebiyle konsere geldi. Maalesef aldığı görüntülerde sesler patlıyor, bu görüntülerin de hiçbirini kullanamadık. Sağlık olsun diyelim.

Dimitris ve Joanna sahneden indiler, fondan da müzik girince biz zannettik ki konser bitti. Sigara içmeye çıktık. Meğer daha sonra She Past Away ile birlikte sahne alıp bir şarkı daha çalmışlar, biz de kaçırmışız. Bu olayın ertesi günü sigarayı bıraktım.

Son olarak sahneye herkesin merakla beklediği Lebanon Hanover çıktı. Eee, wave tarafı az, Post-Punk tarafı çok, bol cereyanlı, bol üzücülü, bol intiharlı, kırılgan adamlı, soğuk ve sert ablalı grup ne de olsa. Herkese bir şeyler var. Açıkçası benim de Selofan’dan daha fazla merak ettiğim isimdi Lebanon. Yine iki sevgili tarafından kurulmuş bir grup, tahmin edeceğiniz üzere. Ki sonradan ilişkileri de bitmiş. Ama Keluar gibi dağılmak yerine “yahu yaptığımız müzik her şeyin üstünde” diyerek devam kararı almışlar. (Alem Dergisi / Aykut Işıklar)

7

İyi ki de böyle bir karar almışlar. Çiğ, kaba ve duygu yüklü bir performans sergilediler ve açıkçası bayıldım. Amma ve lakin nedense beklenen atmosfer bir türlü oluşmadı. Aslında “nedense” demeye gerek yok. Davulun sesi uzaktan kulağa hoş gelir derler ya, Lebanon Hanover’da salonun yarısı boşaldı. “E fotolarda pek bir romantik pek bir yalartik duruyordu bunlar, gerçeği böyle değilmiş bildiğin bunaltıcıymış” diyenler, St. Louis polisinden dötünü tutup “ay ay ay” diyerek kaçan Axl Rose misali mekanı terk ettiler.

E bunun da getirisi, grubun klasik kapanış parçası ‘Sunderland’i çalmaması oldu. Normalde bu şarkıda (ki şarkının ismi memleketinden geliyor) William sahnede çıldırıyor, deliriyor. Bu duygusal zirveyi görememiş olmamız maalesef büyük eksiklik.

Kısacası gayet güzel, enfes bir gece geçirdik. Bu üç grubu aynı sahneye çıkarmak kimin fikri idiyse, kendisine teşekkürlerimi iletiyorum. Diğer yandan bu tip müziklerin “kuru kafayla” da tadının çıkabileceğini bir kez daha gördük. Zira insan aslında efsun, kıntazi, TATAK gibi şeylerle değil de, kendi olabildiği, buna kimsenin karışmadığı, derdi tasası olmadığı yerlerde en mutlu haline ulaşabiliyor. Gerisi komple dırav. Henüz Wave ortamı oluşmamış olduğu için de böyle “Otonom Bölge”lerin tadını çıkarmaya devam etmek lazım diyor ve Lebanon Hanover’ın çalmadan indiği ‘Sunderland’in bir gavur eller videosunu paylaşıp konuyu kapıyorum.

Fotoğraflar: Atalay Özocak / Ayşe Melek Gürcan

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.