Tarihte, sinemada, TV’de, emmesiyle gömmesiyle SPARTACUS

2006
0
Paylaş:

Dünya genelinde “absürd”lüğü elbette tartışırız, fakat Türkiye sinemasında bu işin kralı Natuk Baytan’dır. Kemal Sunal’ın başrollerinde oynadığı nice filmi yönetmesi bir yana, kendisi aslında Cüneyt Arkın’ın tarihi film serileri olan Battal Gazi, Malkoçoğlu ve Kara Murat’ın yaratıcılarındandır. Bu filmleri hep başrol oyuncularıyla bildik ama özellikle Natuk Baytan’dan bahsetme sebebim, kendisinin idolünün bariz bir şekilde Stanley Kubrick olmasından kaynaklı.

[youtube id=”v9lsFxZ-7yU” width=”620″ height=”360″]

Müzik ve de sinema konusunda hep duyduğumuz bir laf var, “imkânlar yetersiz” diye. Bu yetersiz imkânların içinde ellerinden geleni yapanları görünce elbette seviniyoruz. Ve sinema konusunda bu insanlardan biri de bana göre Natuk Baytan. Siyasi duruşu bir yana, asıl tiyatro sahnesindeki duruşuyla pek beğendiğim Ferhan Şensoy da kendisinden etkilenen isimlerdendir ki asıl Kemal Sunal’ın filmografisine baktığımızda Baytan etkisini çok net görebiliriz. 82 filme yönetmenlik yapan, 31 filmin de senaryosunu yazmış olan bir adamdan söz ediyorum.

natuk-baytanKubrick etkisine gelecek olursak, Baytan’ın özellikle tarihi serilerde denemeye çalıştığı kamera atraksiyonlarında bunu görüyoruz. Kubrick tüm dünyanın bildiği bir yönetmenken, Baytan açlıktan kıvranan bir sinema sektöründe var olmaya çalıştı. Nitekim bu serilerin bugün bile geyik malzemesi olan olaylarından, figüranın kolunda saat olması, bir sahnede anlık bir şekilde araba görülmesi gibi mevzular Kubrick’in Spartacus’ünde “film hatası” olarak geçse de, içimden bir ses Baytan’ın en azından figüranın saati olayını kasten yapmış olabileceğini de söylüyor. Keza Spartacus’ü bir Kubrick filmi yapan etkenlerden pek çoğunu aşırı amatör, haddinden fazla basit olan versiyonlarıyla Baytan filmlerinde gördük.

Ve elbette ki Spartacus romanı, daha sonra filmi ve de geçtiğimiz günlerde final yapan diziyle birlikte klişemiz “I am Spartacus!” mevzusunun bir de Kara Murat versiyonu vardır. Tüm bunlar ışığında Natuk Baytan için saygı duruşumu tamamlayıp asıl mevzumuza, Spartacus’e dönelim.

1959 yılında Judah Ben-Hur rolünü dönemin yakışıklı jönlerinden Charlton Heston kapmıştır ve aslında bu rol için konuşulan ilk dedikodular Kirk Douglas hakkındadır. Ben-Hur filmi, şike var mıdır yok mudur bilinmez fakat bolca Oscar da alınca Kirk Douglas epeyce hırs yapar. Öyle ya, Hristiyanlık’ın hikâyesi olan Ben-Hur’dan daha fazla etki bırakacak bir karakter varsa o da olsa olsa Spartacus’tür.

Saygı duruşumuz bitti ama burada da yine Natuk Baytan’dan bahsetmek durumundayım, çünkü Baytan’ın çektiği tarihi filmlerin soundtrack’leri komple Ben-Hur filminden araktır. Olağanüstü bir soundtracktir, sinema tarihi açısından da oldukça önemlidir. Ben-Hur hakkında daha çok şey söylemek isterdi gönül, savaş sahnelerinden, arena sahnelerinden ve çekim sırasında hayatını kaybeden dublörden, hiç efekt kullanmadan o şahane doğallıkla yapılan şaheserden uzun uzun bahsedebilirdim fakat ne dedik, konumuz Spartacus.

1951 yılında Howard Fast, biraz da Musa’nın (daha ziyade Yahudiler’in Mısır’dan ayrılışı)  hikâyesine benzediğinden Antik Roma’nın en büyük kahramanı Spartacus’un hayatını bir romana uyarlar. Kirk Douglas’ın kıskançlığıyla 1960 yılında bu roman bir filme uyarlanır. Ve aynı roman, TV dünyasının en eğlenceli yapımlarından biri olan Spartacus: Blood and  Sand (2010), Vengeance (2012) ve War of the Damned (2013) serisine sebep olur. Bir de mini serimiz var elbette, Spartacus: Gods of Arena (2011) adında ki bu da artık okumaktan bıktınızsa da bir de benden duyun; Spartacus’un Batiatus hanesine gladyatör olarak alınmasından önce hanede ve olayların başladığı Capua’da olanları anlatır.

Kirk Douglas’ın kaprisleri film çekilmeye başladığında da bitmez elbette. Önce filmin yönetmeninin Antony Mann olması kararlaştırılır. Söylentilere göre filmin üçte birini de kendisi çeker zaten. Daha sonra Kirk Douglas’ın ısrarlarıyla koltuk Stanley Kubrick’e devredilir. Geçmişte de birlikte çalıştıklarından ve Kubrick’in dehasından mütevellit ortaya oldukça iyi bir film çıkar. Tabi ki dönemine göre. Ha Spartacus ile Ben-Hur’u kıyaslamaya kalkarsak, sembolü oldukları şeyler minvalinde elbette gönlümüz özgürlük mücadelesi veren Spartacus’ten yana, fakat filmlerin başarısından söz edeceksek üzgünüm ama Ben-Hur, Spartacus’u tokat manyağına çevirir.

spartacus stanley kubrick

Gelelim filmin senaryosuna. Ortada bir roman var fakat bu romanı Douglas’ın istediği formatta bir senaryoya dönüştürebilecek kabiliyette senarist var mı? Spartacus, özgürlüğü temsil eden, tarihin ilk köle isyanını ve iki sene süren bir savaşı başlatmış.

Sakın ola bir yere ayrılmayın, burada flashback yapıyoruz!

Tarih aralığı: 1937-1960 Yer: Amerika. UCA (Unamerican Activities Comittee) kurulmuş ve FBI yaptığı araştırmalar sonucunda Komünist olmasından şüphelendikleri ünlü insanların bir listesini yapmıştır. Komite de harekete geçmiştir ki amaçları Amerikan halkını Komünizm’den arındırmaktır. Görüşmelere çağrılan ünlülerden bunu reddeden üç yüz küsür kişi Komünist ilan edilmiştir ve içlerinde Charlie Chaplin de vardır. Senator McCarty’nin adıyla anılan bu uygulamalar sonunda listede adı geçen yönetmenlerin filmleri gösterilemez, yazarların kitapları satılamaz bir hal alır. Ve bu listede elbette halkın çok sevdiği insanlar da vardır. Bir süre sonra (1947) liste daraltılır ve nihayetinde baskılara dayanamayan biri, sona kalan insanlardan on bir kişilik Hollywood listesinden biri olduğunu fakat dört sene içlerinde bulunduktan sonra partiden ayrıldığını, diğer on kişinin de Komünist olduğunu iddia eder. O zamana dek bu listedeki insanların hiçbiri hakkında tek bir delil dahi bulunamamıştır ve bu tek kanıtla birlikte Hollywood için varlığı çok mühim olan on kişi hapse mahkûm edilir, işlerinden olur ve nice zorluk yaşarlar. Bu listedekilerden bir kısmı başka ülkelere gidip oralarda filmler çekerler fakat bunun yaşadıklarını telafi edebilecek bir getirisi olamaz.

Bunun Spartacus’le ne alakası mı var? Spartacus romanını Kubrick filmine dönüştüren senaryoyu yazan kişi Dalton Trumbo’dur ki kendisi de o on kişilik listede yer almıştır. Ve Spartacus de bu Komünizm düşmanı fırtınadan sonra gerçek adıyla yer aldığı ilk proje olur. Bunun Kirk Douglas’la ne alakası mı var? Gerçek adının yazılmasında ısrar eden kişi Kirk Douglas’ın ta kendisidir.

Antik Roma uygarlığının tarihini değiştiren bir kölenin hikâyesidir Spartacus’ünkü. Sadece başlattığı isyanla, kölelere verdiği umut ve amaçla değil; bu isyanı bastıran General Crassus’un (Marcus Licinius Crassus) daha sonra Roma’ya dönüp, Pompey (Gnaeus Pompeius Magnus) ve Jul Sezar (Gaius Julius Caesar) ile yaptığı gizli anlaşmaya bağlı olarak anayasayı değiştirmeleri ve Triumvirlik müessesesinin açılmasına sebep olduğu için. Bu neye mi yaradı? Roma’nın uygarlıktan imparatorluğa doğru yol almasına. Doğrudan tek sebep değil elbette, çünkü Roma hiyerarşiyle yönetilen bir uygarlık ve asilliğin çeşitli dereceleri var. Doğal olarak bazen para konuşuyor, bazen aile adı ve dengeler sürekli değişebiliyor. Nitekim bu da Roma’nın tarihinde önemli bir olay haline geldi. Crassus’un parasına para katmasına, Jul Sezar’ın Crassus’un desteğini almasına ve olaya sonradan dâhil olan Pompey’in senatoyu kasıp kavurmasına sebep olan şeylerden biri de Spartacus’tür diyebiliriz.

Hey sen! Sadece dizi için yazıya başlayan mutsuz arkadaşım! Sıra sende.

spartacus vengeance

Spartacus’u neden izlemelisiniz?

1. Yönetmen ve prodüktör referansları için. Bir dönem hepimizi ekranlara kilitleyen Zeyna (Xena) ve Herkül (Hercule) dizilerinin ekibini aynen alıp, üzerinde çeşitli güzellikler de koyup neredeyse Woltran oldukları için. Sam Raimi mi desem, Lord of the Kings görselliğinden sorumlu arkadaşlar mı desem…

2. Senaryo ekibi için. Ki ortaya karışık referans verecek olursak: Carnivale, Battlestar Galactica, Smallville, Angel, Buffy the Vampire Slayer, Lost, Futurama, Friday Night Lights, Mortal Kombat: Legacy, Sanctuary, Dollhouse, Alias, Xena, Hercule diye uzayıp gider liste.

3. Soundtrackin güzelliği için. Bkz.

[youtube id=”mSUDF9P5jpQ” width=”620″ height=”360″]

4. Antik Roma’nın kendisi için. Arenada gladyatörler dövüşürken memelerini gösteren kızlar, alenen görebildiğimiz estetik anlamda (lütfen kimse yanlış anlamasın) ziyafet sunan sevişme sahneleri (sapık değilim ben!), homofobinin olmaması (her şey serbest!)…

5. Kan efektleri, kostümler, makyajlar mükemmel olduğu için.

6. Güzel kızlar, güzel erkekler için.

7. İnsanlık için!

[youtube id=”PRLydjPbEV8″ width=”620″ height=”360″]

Spartacus oyuncularının değiştiğini, hatta başroldeki Andy Whitfield’ın ilk sezonu tamamlar tamamlamaz baş gösteren hastalığı ve sonrasındaki ölümüyle birlikte yerine Liam McIntrye’ın geçtiğini uzun uzun anlatmak istemiyorum. Ya da Ashur karakterine duyduğum nefretten, son sezonda başımızın belası olan Crassus’un veledi Tiberius’un yaptığı şerefsizliklerden de ayrıntılarla bahsetmeye hiç lüzum yok. Bunun yerine filmde olup, dizide olmayan ya da tam tersi durumlardan bahsetmek niyetindeyim.

 

Yani –Spoiler-

Filmde “I am Spartacus!” efsanesi, içlerinde Spartacus’un de bulunduğu kölelerin, binlerce insanın çarmıha gerildiğini öğrenip ele geçirilmelerinden sonra oluyordu. Kalabalığa “Hanginiz Spartacus?” diye sorulduğunda köleler tek tek ayağa kalkıp Spartacus olduklarını iddia ediyorlardı. Fakat dizide bu efsaneye farklı şekilde yer verildi. Spartacus’un ve beraberindeki kölelerin yağmaladıkları Roma şehirlerinde, komuta eden kişilerin kendisini Spartacus ilan etmesi şeklindeydi. İşte bu aceleye geldi ve hiç olmadı. Beğenmedik!

Filmde Spartacus’un yenilmesine, bizzat kendisinin teslim olmasına sebep olarak karısı gösterilir. Crassus, Spartacus’un karısını bulmuş ve diğer kölelerle birlikte çarmıha germiştir. Spartacus de aşkından dağları delmek suretiyle koşar gelir ve teslim olur. Fakat dizide Spartacus’un karısını ilk sezonda öldüren senaristlerin, finalde ne halt yiyeceklerini bekleyerek üç sene geçirdim ben. Spartacus’un karşısına çıkardıkları her kadın için, acaba bunun için mi teslim olacak diye diye kendimi yedim bitirdim. Ve ne oldu? Spartacus teslim olmadı. Aksine Crassus’u asıl hikâyedekinden bile daha fazla şekilde zorladı. Ve ağır yaralanıp, kendi insanları tarafından bir mezara konuldu. Ha böylesi daha iyi oldu tabi. Salak âşık modunda bir Spartacus izlemek hiç de eğlenceli olmayacaktı. Zira o moddan bir lider moduna doğru adım adım ilerleyişini hepimiz görmüştük. Bunu beğendik mi beğenmedik mi, kafamız biraz karışık.

Film yaklaşık üç buçuk saat sürerken, (mini diziyi saymazsak) dizi 3 sezon’un toplamında 33 bölümden oluşuyor. İlk sezonda Spartacus’ün adım adım gladyatör olmasını izliyoruz. İkinci sezonda firar eden kölelerin bir orduya dönüşmesini, üçüncü sezonda ise gerçek zaman diliminde 2 sene sürmüş olan Crassus’la aralarında geçen savaşı izliyoruz. Filmin ise kısa bir kısmı kölelerin isyan etmesine dek geçiyor. Çok daha uzun bir kısmı Crassus’un ordusuyla aralarındaki savaşı anlatıyor.

Spartacus’un bir de çocuğu var filme göre, final sahnesinde karısı çocuğu Spartacus’e gösterip, “oğlun artık özgür, hoşça kal aşkım” diyor hatta. Fakat dizide Spartacus’un karısı ilk sezonda öldüğünden doğal olarak hikâye bambaşka şekilde ilerledi.

-Spoiler bitti!-

 

Spartacus’ün adalet anlayışı orijinal hikâyeye göre kadınlardan gelmektedir. Neredeyse bugün bile bazı topraklarda hayal olan bir “eşitlik” amacıyla isyan etmişlerdir. Ki bu anlayışa göre sadece kölelerin Romalı soylularla olan denkliği değil, aynı zamanda kadın ve erkek arkasındaki denklik de söz konusudur. İşte bunun temel dayanağı da karısından ayrı olduğu senelerde kölesi olduğu Batiatus hanesinin kendisine gönderdiği hiçbir kadına Spartacus’un el sürmemesi olarak görmek mümkün. Hatta içlerinde mücadelenin öne çıkan neferlerinden biri olan Varinia da vardır ki kendi rızasıyla Spartacus’un yatağına girmeden aralarında hiçbir şey geçmemiştir. Elbette dizide de filmde de bu tip ayrıntıları yakalamak epey güç.

spartacus-kadinlari

Spartacus’ten sonra Romalıların gladyatör eğitimleri de oldukça değişmiştir. Sıkı denetimler bir yana, uzunca bir süre sonra askeri eğitim almış olan “soylu” Romalılardan da gladyatör olarak eğitilenler çıkmıştır ve bu insanlar arenalarda ölümüne dövüştürülmüştür.

Elbette tarih spesifik bir alan, Howard Fast Yahudi olmasaydı ve Spartacus’ün hikayesine el atmamış olsaydı ne roman olacaktı, ne film, ne de dizi. En çok bilinenin Kubrick’in Spartacus’u olması nedeniyle sanılmasın ki tarihteki tek Spartacus filmi bizim izlediğimiz. Dedim ya spesifik bir şey bu ve yazı öncesinde göz attığım iki belgeselde de, vasatlıkta yerlerde sürünen birkaç filmde de Spartacus konu edilmiş. Hali hazırda Roma üzerine de çok fazla yapım var zaten. Bunlardan en fazla hâsılat yapanı da lüzumsuz yere Oscar’a boğulan, Russel Crowe’un başrolünde olduğu Gladiator (Gladyatör) filmi.

Dönemin tarihini daha ziyade karakterlerin mitleştirilmelerinden biliyoruz. Spartacus de kendisini kanlı canlı görmeyen insanlara göre tanrı ya da peygamber gibi algılanmış insanlar arasında. Tabiattaki her şey için tanrısı olan bir uygarlığın o dönem insanları tanrısallaştırmasına da, çok sonraları Hristiyanlık’ın ana merkezi haline gelmesine de şaşırmamak gerek bu sebepten. Ama dizideki din anlayışına gelecek olursak senaristlerin hepsinin “allahsız” olduğu gibi bir gerçek var.

 

-Spoiler-

Misal, Lucretia karakterinin (Lucy Lawless) kocasına bir evlat vermek için tanrılara sığınması, daha sonra da hayatta kalmak için kendisinin tanrılar tarafından kutsandığı söylentisine malzeme olmayı kabul etmesi var. Tüm bunlar bir yana ölümden sonra da yaşayacağına kadın kendini öylesine inandırmış ki Ilithyia’nın (Viva Bianca) çocuğunu, kadının karnını kesmek suretiyle alıp, kucağına bebekle kendini uçurumdan atar.

-Spoiler bitti-

 

Karakterlerin tanrılara inandığını gördüğünüz bir andan sonra o inanç sebebiyle başlarına her haltın gelmesinin “allahsızlık”tan daha iyi bir tanımı olamaz.

Eksisiyle, artısıyla, tarihe dokunuşları ya da onu aktarışlarındaki tutarsızlığı ya da tutarsızlığıyla muhteşem bir yapımı daha geride bırakmış olduk. Ben kendi adıma Spartacus serisini çok beğendim. Yeri geldi (haşa) tahrik olduk, yeri geldi dövüş ve savaş sahnelerinde gaza geldik, yeri geldi sadece eğlencesine izledik. Ben kendi adıma pişman değilim, aksine inanılmaz keyifli bir yapımdı. Umuyoruz ki bu ekip onca talihsizlikten sonra dağılmasın ve bize yine tarihi bir dizi izletsin.

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.