The Cult – Choice Of Weapon (Cooking Vinyl, 2012)

Paylaş:
Yazarın notu9
9
Okuyucu Puanı: (2 Oy)10

Eşsiz İngiliz grubu The Cult, müzik dünyasında “kült” statüsünü en çok hak eden gruplardan biridir. Bir grubun kült olmasını sağlayan en önemli etken, mainstream’in dışında kalmasına ve eksantrik, gelenekselin dışında bir duruşu olmasına rağmen çok uzun süreli bir devamlılığa ve hastalık derecesinde tutkun, spesifik bir fan kitlesine sahip olmasıdır. The Cult söz konusu olduğunda bu durum daha da eksantrik bir hal alır zira The Cult, dönem dönem büyük mainstream başarılara imza atmasına ve daha önemlisi utanmadan tarzını (hem müzikal hem de görsel tarzdan bahsediyorum) daha büyük ticari başarı getirecek çizgilere çekmesine rağmen, istem dışı olarak mainstream’in dışına atılagelmiştir. Yani heriflerin her denemesinde mainstream başarı amaçları ellerinde patlamıştır ancak bununla paralel olarak, artık her nasıl oluyorsa kemik kitlesi zarar görmek yerine daha da oturmuştur. Bunun, bu denli ekstrem bir başka örneği daha yoktur. Sen kalk 80’ler İngiltere’sinin Post Punk camiasında ortaya çık, “Love” albümü ile bol makyaj – androjen imaj kullanarak Post Punk ile Glam Rock’ın orta noktasını bul ve büyük başarı yakala, hemen arkasından 70’ler Hard Rock’ına kay ve makyajı allığı-pulluğu yüzünden silip maço motorcu imajı takınarak “Electric” albümünü yayınla!! 180 derece değişim böyle oluyor arkadaşlar. Diğer yandan kimse de çıkıp “lan siz napıyosunuz” demiyor, aksine sahip oldukları kitleyi koruyup üzerine yenisini ekliyor herifçioğulları. Üzerine Bob Rock prodüksiyonlu zirve albüm “Sonic Temple” geliyor, artık heriflerin imaj öyle bir seviyeye geliyor ki grubun soluk yüzlü Britanyalı tipleri (bol solaryum ve body building sağ olsun) California’lı olup çıkıyor! Çok değil, 4 sene içinde adamların kitlesi Gothic Rock’tan Hair Metal kitlesine kayıyor, grup MTV’de bolca dönmeye başlıyor, liste başarısı, platin plaklar falan filan gırla. 1985: 1987: 1989: Şuraya kadarki olayın bu denlisini, şu gün çıkıp biri yapmaya kalksa anında fanları tarafından aforoz edilir, kariyerini noktalandırır, ama bu herifleri artık anaları mı okutmuş, efsunlamış mı bilinmez, kimse çıkıp gitarist Billy Duffy’e “lan sen The Smiths’in kurulmasına sebep oldun, Marr ve Morrissey ile kankasın, Zakk Wylde imajı ne alaka” demiyor. Ardından solist Ian Astbury “lan biz çok ticari olduk, benim gibi yiğide ters, deneysel olalım” diyip “Ceremony” albümünü yaptırıyor gruba. Sene olmuş 1991, ışıltılı Hair Metal soundunun 70’ler Etnik Rock denemeleri ile birleşimi ticari anlamda başarı getirmiyor. Bir de herifin KIZIRDERİLİ merakı yüzünden kapağa koydukları yerli veledinin anası bunlara zilyon dolarlık dava açıp kazanınca… Normal koşullar altında bunun üzerine grubun bitmesi gerekirdi. 80’ler bitmiş, 90’larla beraber Grunge kıraathaneleri basmış, herifler İngiliz köklerini bırakıp Amarıkan gibi olmuşlar ve yeni albümleri elde patlamış… Bir halt olmuyor şerefsizlere! İşte bunun sebebi, bir yandan şekilleri ile popçu kızların gönüllerini çalarken, bir yandan da kemik kitlelerini -ki bunun içinde heriflerin geçirdiği değişimlere paralel olarak Punkçusu, Gotiği, Hard Rokçusu, Metalcisi, ne ararsan var, it kopuk toplama merkezi gibi- ceplerinde tutabilmeleri. Bunun sebebi ne şimdi ona gelelim, ordan da lafı fazla uzatmadan yeni albüme geçezeez. (İngiliz aksanı) The Cult, Billy Duffy ve Ian Astbury gibi iki zıt ötesi karakterin çekişme hikayesidir. Ian Astbury, Jim Morrison stili CEREYANLI Rock frontman’i prototipinin Punk versiyonudur. Ruhani bir adam olmasa da (bir frontman, diğer bir deyişle mesleki olarak egomanyak olması gereken bir adam, zaten egodan nasıl arınmış olabilir ki anasını satiym) kendini öyle zanneder, öyle olmaya kasar, öyle olmak için elinden gelen her şeyi yapar. Gider KIZIRDERİLİLERLE takılır, ordan gider Himalayalar’a tırmanır, o yetmeyince “ben açık fikirliyim” diye gider rapçisiyle funkçıyla kanka olur, “çok param var ama ben sokağın sesiyim lan” diye New York sokak kültürünü benimser, sokakta bıçaklı kavga görünce topuklayıp California’ya kaçar falan filan. Bu herifin hayat hikayesi başlı başına bir macera gibidir zira adam için “normal” olan şey kötüdür, o her zaman normalin üzerindedir, muhaliftir, ruhanidir, aykırıdır. Haa ama grubunun underground olmasından da hazzetmez; Classic Rock dergisi röportaj yapalım diyince bile “o ne yaa, nostalji grubu muyuz lan biz” diye reddeder. Ringin diğer yanında ise kalas-adam Billy Duffy vardır. Ian Astbury ne kadar naif, ne kadar hassas bir herifse Manchester’ın gülü Billy Duffy de bir o kadar öküz, bir o kadar kaba bir heriftir. Zamanında The Smiths kurulurken Johnny Marr’a verdiği ilk tavsiye “her zaman güneş gözlüğün ve birbirlerinden haberdar olmayan iki kız arkadaşın olsun, yeter” olmuştur. Romantizm de neymiş? Ian Astbury efsane kız arkadaşı Renee Beach ile takılıp kendini gruptan soyutlarken, Billy Duffy kendisini groupie’ler ile basan kız arkadaşına “ne var kardeşim, sadece YİYİŞTİK” demiştir (özrü kabahatinden büyük). Billy Duffy “İdol” Rock gitaristi prototipidir, amacı vücut yapmak, şekilli imajı ile sahneye Les Paul’ü ile çıkıp ikon haline gelmektir. Kökten Rocker’dır o, derdi de Rock yapmaktan fazlası değildir. Ian Astbury’nin hem yenilikçi olup hem de mainstream’de kabul görme isteğine karşılık Billy Duffy “kardeşim ben Rock kariyeri yapıcam, APAÇİ-SİYU diye yorma beni” diyen taraftır. İşte bu nedenle bir yanıyla çok aykırı, bir yönüyle de inanılmaz gelenekselci bir gruptur The Cult. Astbury “ben herkesten iyi biliyorum, insanlara müzikten fazlasını vericem” dedikçe Duffy “yaa bir dur arkadaş, Keith Richards’tan daha iyi bilmiyon ya” diyerek Astbury’i tekrar zemine çeken adam rolünü oynar. Budur The Cult’ı müzik dünyasında bu denli anormal yapan şey. Ve tam olarak bu şeydir o kemik kitlenin oluşmasını sağlayan: The Cult’a benzeyen 2. bir grup olmaması! Ha bir de şu etken var tabii, Billy Duffy’nin dediği gibi, “The Cult fanı olmak her zaman için cool bir şey olmuştur”. Lan normal tabii, adamlar hem müzikal olarak herkesin sevebileceği bir grup değil, o nedenle okulda “sırf ben dinliyom, bu benim grubum” diyebiliyosun, hem de maaşallah, imajları kapı gibi, kızların da beğenme imkanı yüksek: [youtube id=”YV8o1VmRftM” width=”620″ height=”360″] “Ceremony” 1991’de yayınlandı. O günden bu yeni albüme dek The Cult yalnızca 3 stüdyo albümü yayınladı. 1994’te yayınlanan “The Cult”, grubun Alternatif tarzlarla dirsek temasına girdiği, riskli bir denemeydi. Bu albümden sonra grup dağıldı. Astbury Holy Barbarians ile, Duffy de Colorsound ile takıldı. 99’da tekrar toplanıp yaptıkları şahane “Beyond Good And Evil” ise son derece sert ve modern soundlu bir albümdü, bu kez de plak firması ile kapışmalarından dolayı grup patladı. Astbury The Doors’a, Duffy de Circus Diablo’ya kaçtı. 2007’de gelen “Born Into This” ise çiğ, karambol soundlu bir albümdü, bol bol grubun Glam Rock köklerine göz kırpıyordu, tek problemi biraz aceleye gelmiş olmasıydı. [youtube id=”BvxwKpCLM9A” width=”620″ height=”360″] “Born Into This”te yeterince destek alamadıkları firmaları Roadrunner ile yollarını ayırdıktan sonra herkes “Astbury aga gene The Doors’a falan kaçar” diyordu ki bu sefer de herif “albüm devri bitmiştir, artık çabucak parça kaydedicez, bir iki yeni parça, bir iki konser parçası, bi de video falan olacak, bu yeni bir format, dünyada ilk ben yapıyorum, adını da GAPSÜL koydum” diyerek ortaya çıktı. Grup prodüktör Chris Goss ile kaydettikleri 4 yeni parçayı 2’şer 2’şer 2 ayrı GAPSÜL’de yayınladı. Kafa karıştırmasın, bu GAPSÜL denilen şeyin EP dediğimiz üründen bir farkı yok arkadaşlar, sadece herif EP tabiri ile tatmin olacak bir adam değil, o kadar. Bu yeni parçaların her biri grubun Post-Punk, Klasik Rock, Endüstriyel Dance-Rock ve Hard N Heavy gibi farklı yönelimlerini son derece organik bir sound ile sunuyordu. Ardından grubun Cooking Vinyl ile anlaştığı ve Chris Goss efendi ile yeni albüm kaydına giriştiği haberi geldi. Açıkçası ben grubun Chris Goss ile çalışması taraftarı pek değildim ve bu haber beni sevindirmedi. Goss, Kyuss, Queens Of The Stone Age, Masters Of Reality gibi ESRARKEŞ kafası müziklere daha gevşek, daha organik prodüksiyon yapan bir amca neticede; The Cult’ın en güçlü albümleri ise prodüksiyonun en şatafatlı olduğu Bob Rock’lı albümlerdir (Sonic Temple – The Cult – Beyond Good And Evil) zira sahip oldukları en iyi vokal ve gitar kayıtları hep bu albümlerdedir. Diğer yandan Goss abinin “gevşeyin he mi” demesiyle grubun daha deneysel bir yöne kayarak kendini yenilemesi ihtimali vardı ki bu bize “The Cult” albümü gibi enteresan bir şey de getirebilirdi. Neyse, sonra adamlar oradan gidiyolar, karşılarına bi ev çıkıyo, eve giriyolar, evde bi sandık var, tam o sırada Ninjalar saldırıyo… İyice film anlatır moduna girdim, baydım mevzudan, ne dertli grupmuş yaa. 1 sene falan bir yandan turlayıp bir yandan Goss ile stüdyoda, dağda, tepede kayıt yaptıktan sonra bir de baktık ki The Cult sitesinde bir fotoğraf: Billy Duffy, Bob Rock ile oturmuş kayıt yapıyor. Aha dedim işte olay budur. Anlaşılan o ki herifler bu kez büyük oynamakta kararlı, ve tahmin ettiğim üzere Goss’u “içlerindeki deneysel yönü ortaya çıkaran adam” olarak kullandıktan sonra Bob Rock’a gidip soundlarına “şatafat” ekletmeyi akıl etmişler. Defalarca prodüktör değiştirmekle ünlü bir grup olarak The Cult’ın kariyeri boyunca gösterdiği en akıllıca davranıştır belki de bu. Neticede karşımıza çıkan “Choice Of Weapon”, grubun “Sonic Temple”dan beri ürettiği en güçlü albüm. Ve şöyle diyeyim, bu adamların bu gün bundan daha iyi bir albüm yapmaları mümkün değil. [youtube id=”WTKLJUZcUFw” width=”620″ height=”360″] Kısa, öz ve birbirinden çok farklı yönelimler taşıyan 10 parça içeren “Choice Of Weapon”un en büyük müjdesi Billy Duffy’nin “Ceremony”den sonra modaya uyma adına bıraktığı vayşi gitaristlik konumuna geri dönmesi. Albüm baştan sona üst üste kaydedilmiş gitar katmanlarıyla, şekilli sololarla, wah pedal çığlıkları ile dolu. “Choice Of Weapon” tam bir gitarist albümü. Hem sert, agresif parçalarda, hem de akustik altyapılı, rüyasal parçalarda gitarlar inanılmaz güzel tınlıyor albüm boyunca. Bu konuda sorumlunun Bob Rock olduğu aşikar zira Billy Duffy’i Billy Duffy yapan adam Bob Rock’tır. Buna karşılık Astbury’nin vokalleri bariz biçimde Goss etkisinde ve çok çok doğal. Ama bunların ötesinde grubun bu albümdeki en büyük avantajı davulda John Tempesta ve basta Chris Wyse ile çalışıyor olmaları. Her ikisinin de inanılmaz müzisyenler olmaları Billy Duffy ve Ian Astbury’e bu albümde adeta fantezi yapma imkanı vermiş. “Choice Of Weapon”da grup her parçada farklı bir şeyler denemiş denilebilir, bu nedenle albüm grubun diskografisinde en çok “The Cult” albümüne yakın duruyor, ancak ona göre çok daha çiğ ve sert bir albüm. Açılıştaki punky ‘Honey From A Knife’, tipik bir Billy Duffy bestesi diyebileceğimiz muhteşem ‘The Wolf’ (albümdeki favorim) ve The Stooges vari single ‘For The Animals’ grubun enerjik, agresif ve gitar tabanlı yönelimlerini temsil ediyor. Albümden yayınlanan ilk parça ‘Lucifer’ ise eski hit ‘The Witch’i anımsatan baştan çıkarıcı bir dans-rock şarkısı. Bu parçalarda Bob Rock’ın yüze tokat gibi inen prodüksiyon mantığı konuşuyor. Albümün gizli silahı ise ballad’ları. Kapanıştaki buğulu ‘This Night In The City Forever’ bir yana, ‘Wilderness Now’ ile ‘Life>Death’ bir yana. Arkadaşlar genellikle vokalistler (Erdem Çapar, Kerem Onan ve Max Cavalera hariç) ballad parçaları çok severler zira bu tip parçalar dinleyicinin duygularına oynayan ve de vokalist dediğimiz egomanyak yaratığın tamamen ön plana çıkacağı eserlerdir. Bu yüzden de solistlerin besteleri genelde ülkemizde “slov” şeklinde anılan parçalar olur. Önceki albümde Astbury efendi bu yönelimi ile ‘The Holy Mountain’ diye bir faciaya imza atmıştı. Bu albümde ise bu iki muhteşem parçayı getirmiş. ‘Wilderness Now’ Kali yuga’dan bahseden inanılmaz coşkulu, derin bir parça. Asıl olay ise göz yaşlarının sel olduğu ‘Life>Death’. Astbury bu parçayı yakın zamanda intihar eden bir arkadaşı için yazmış, böyle bir vokal performansı, böyle bir final olamaz. The Cult’ın en iyi parçalarından biri, bence ‘Edie’yi falan solda sıfır bırakıyor. [youtube id=”n-ockhwCbFM” width=”620″ height=”360″] Lirikler konusuna gelirsek; Astbury artık kadınlarla ilgili parçalardan ziyade yukarıda bahsettiğim gibi “sokağın sesi” kıvamında, yer yer “gençlere öğütler” taşıyan sözler yazıyor. E herif 50’sine merdiven dayadı, farklı şey beklemek saçma olur. Tabii albümde hiç kadına yazılmış parça da yok değil. Malum, herifte en başından beri bir kadın takıntısı var, ‘She Sells Sanctuary’, ‘Love Removal Machine’, ‘Fire Woman’ hep “sen nasıl bir kadınsın ki ruhumu şenlendirdin benle zevişerek (e bi daha zeviş de tam olsun)” dıravında parçalardı, çok kızın kalbini çalmış, çok kızın bekaretini yitirmesine sebep olmuştu. “Ceremony”de sosyal konulara değinicem dedi, ‘Indian’ diye bir parça yaptı, bir de baktık ki orada da “Indian woman” diye giriyor, KIZIRDERİLİLERİN sorunları yerine karılarına el atıyor! ‘The Witch’ diye bir parça yaptı, zannettik gotik köklerine dönecek, meğer bu “cadı” dediği “yatakta adamı çıldırtacah” bir kadınmış! Efsane kadın Nico’ya parça yazdı, zannettik kadını adam gibi anacak, “ölmeden önce bi öpüşeydih” diyor! Bu albümde de ‘Lucifer’ var, ŞİYTANLI-CİNLİ parça yazdı herhalde derken bir de ne görelim, İbrahim Tatlıses gibi “sen benim şiytanımsın yavrum, hadi kıvır yandan” diyor! Tabii Astbury Astbury olduğu için “orada vermek istediğim mesaj farklı, o aslında başka bir şeyi sembolize ediyor” falan diyecektir ama ben malımı bilirim, kadın manyağı bu herif, 40 sene geçse de değişmez. “Choice Of Weapon”ın normal baskısında 10 parça yer alıyor, özel baskısında ise daha önceden bahsetmiş olduğum bu GAPSÜLLER için kaydettikleri önceden yayınlanmış 4 parça da ayrı bir CD’de yer alıyor. 10 yeni parça ile aynı döneme ait sayılabilecekleri için bu parçaları tekrar yayınlamaları doğru karar, özellikle bir diğer enfes üstü ballad olan ‘Embers’a dikkat diyorum, başka da bir şey demiyorum. [youtube id=”B7h4izeMb2E” width=”620″ height=”360″] Neticede bu sene efsane gruplar efsane albümler ile bizi ödüllendirmeye devam ediyorlar. Kendi adıma Killing Joke, Saint Vitus, Rush, The Smashing Pumpkins geçmişlerine yakışacak albümlerle geri dönerek beni sevindirdiler, ancak The Cult’ın bu denli iyi bir albüm yapmasını gerçekten beklemiyordum. “Choice Of Weapon” The Cult’ın üzerinde en çok çalışılmış, üzerinde en çok kafa patlatılmış, en iyi prodüksiyonlu ve tartışmasız en iyi albümlerinden biri. Her zamanki gibi The Cult kendisinden başka hiçbir gruba benzemiyor, her zamanki gibi tek bir türe sığmıyorlar ancak bu kez ne istediklerini de, istediklerini nasıl elde edeceklerini de çok iyi biliyorlar. Mutlaka ama mutlaka kulak verin.

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.