Haftalık Bülten #3

Paylaş:

Bana kendimi “Bu ay yeni sayıyı vaktinde çıkarabilecek miyiz? Giriş yazısına ne yazsam acaba?” diye kara kara düşünen telaşlı bir dergi editörü gibi hissettiren Haftalık Bülten’in 3. bölümüyle karşınızdayız. Bu haftanın en çok beklenen albümü, Volbeat’in ilk dönemini özleyenlere ilaç gibi gelecek yeni albümüydü. Yılın son ayına adeta damgasını vurdu, kişisel yıl sonu listelerimizin dengesini son dakika sarsmayı başardı. Bu hafta tabii ki sadece Volbeat ile geçmiyor. Ekibimizin farklı müzik zevklerine sahip üyelerini geçtiğimiz Cuma’dan beri meşgul eden yeni albümler aşağıda sizi bekliyor.

Aquilus – Bellum I

Horace “Waldorf” Rosenqvist…

Extreme metal dünyasında ışıl ışıl parlayan, sahip olduğu müzikal zekası ile projenin arkasındaki tek kişilik orkestra diye tanımlayabileceğimiz önemli bir isim. Zira yeraltı sahnesinde çıtayı kendisinin belirlediği harika albümü Griseus sonrası meydana getirdiği yeni albümünde de benzer bir çalışmaya imza atmış durumda. Neredeyse her duyguya yer veren ve bunları da iyi bir direksiyon ile hizalayan büyük bir yetenek kendisi.

Sarmal piyano arpejleri ve müthiş klasik pasajlar ile bu albümde de ortaya koyduğu efor yine yabana atılmayacak kadar kuvvetli ve aynı derecede ilgi görmesi de gerekiyor. Tabii ki bu unsurları ikna edici bir şekilde extreme metal bağlamına dahil etmekteki yeteneği, albümün görkemli yapısının kaynağını belirgin kılan yegane şey aslında. Herşeyi aslında çok yapıp az göstermek kolay şey değil. Dinleyince anlayacaksınız bu demek istediğimi bence.

Albüme enjekte edilen gösterişli atmosfer her şarkıda başka bir vuruculuk yaratmış. Albümdeki her şarkıda Waldorf’un piyano becerilerini çarpıcı bir etkiyle görebiliyor olmak yüzümüzde beliren şaşırma ifadelerinin nedenini de açıklıyor. Baştan sona bir konsantrasyon ile dinlendiği takdirde sizi etkilememesi imkansız. Ama uzun parça sürelerini de düşünerek- ki ilk albümüne gelen belki de tek eleştiri 80 dakikalık süre idi-bir şarkı dinleyip geçeyim kafasında iseniz beklenen sonucu vermeyebilir diye düşünüyorum.

Bu albüm extreme metal etkisi olan bir neo-klasik albüm mü, yoksa tam mı tersi dinlerken kararı siz vereceksiniz.

Volkan Atay

Of Mice & Men – Echo

Amerikan metalcore’unun sağlam temsilcilerinden Of Mice & Men yeni albümleri “Echo” ile iki yıllık bir aradan sonra geri döndü. 2016 yılında grubun kurucusu da olan Austin Carlile’ın ayrılışı sonrası ciddi bir kan kaybı yaşayan grup, basçı Aaron Pauley’nin vokale geçmesinden sonra üçüncü albüm olan Echo ile sound olarak Carlile’ın gölgesinin ağırlığını iyice üzerinden atmış. Yaşadığı sağlık problemleri sonrası gruba dönmek istediği noktada, Pauley’nin liderliği tamamen ele alarak diğer grup elemanlarıyla birlikte Carlile’ı tamamen devre dışı bırakması -ben de dahil- grubun birçok fanını kaybetmesine yol açmıştı.

Of Mice & Men, Echo’da (2021) önceki iki albüm Defy (2018) ve Earthandsky’dan (2019) çok da farklı bir şey yapmıyor ancak grubun Carlile sonrası yeni formülü bir istikrar zeminine oturmuş. Melodik ve kelime anlamıyla “heavy” diyebileceğimiz riff’lerle bezeli parçalar Echo’yu dinamik bir metalcore albümüne dönüştürmüş. Özellikle nu-metal soslu “Mosaic” ile “Obselete” ve “Levee” yeni dönem Of Mice & Men için umut veren parçalar olarak, Echo’yu da yılın başarılı metalcore albümlerinden birisine dönüştürmüş.

Ersay Uçak

 

Volbeat – Servant of the Mind

Volbeat; yarattığı rockabilly/metal hibriti sound’u ve “Elvis Metal” etiketi ile ana akımın içine virüs gibi sızmış, her albümüyle de biraz daha popülerleşmiş bir grup. Açıkçası günümüzde Ghost ile beraber nostalji temasını en iyi kullanan gruplardan. Yakaladıkları retro damar ve Michael Paulsen’in hit yazma becerisi sayesinde liste canavarı oldular, birçok majör festivalin de vazgeçilmezi haline geldiler.

O yüzden yeni albüm Servant of the Mind, yılın en çok merak edilen kayıtlarından biriydi. Öncelikle yeni albüm ile beraber ilk albümlerdeki “badass” tavrın, yüksek temponun ve enerjinin geri geldiğini söylemek lazım.

Servant of the Mind açılışından son saniyesine kadar frene basmadan devam ediyor. Albümü dinlerken ışıl ışıl bir Mustang’in içinde yol alıyor gibi hissediyorsunuz ve doludizgin akıyorsunuz. 13 parçalık albümü ikiye böldüğünüzde, “filler” beste olmadığını görüyorsunuz.

Volbeat’i Volbeat yapan imza gitar işçiliği, kana hızla karışan nakaratlar, Michael Paulsen’in Elvis Presley, Roy Orbison gibi isimlerden aldığı karakteristik “crooner” vokalleri direkt şekilde çarpıyor. Ancak bu albümü özel kılan bir başka husus daha var.

Albümü dikkatli şekilde dinlediğinizde Metallica’ya  açıkça gönderilen selamları fark ediyorsunuz. Servant of the Mind içerisinde Metallica kataloğundan fırlamış birçok riff ve dolgu bulunuyor. Özellikle The Sacred Stones, Say No More, Mindlock ve Lasse’s Birgitta gibi bestelerde tipik Metallica yürüyüşlerini net şekilde duyuyorsunuz. Bu anlamda Volbeat’in bu albümler beraber mutasyon geçirerek Voltallica’ya dönüştüğünü de söylemek mümkün.

Bunun yanı sıra albümdeki sound’un ve prodüksiyonun parlaklığını da belirtmek lazım. Servant of the Mind’daki düzenlemeler ve cilalar gerçekten çok temiz. Bu nedenle albümü dinlemek çok keyifli. Tüm bunları düşününce, Volbeat’in yeni albümü Servant of the Mind’ı yıl sonunda gelen güzel bir hediye olarak görmek gerekiyor.

Orçun Onat Demiröz

Unanimated – Victory in Blood

Satırlara konu olan Unanimated, adını anmadan geçemeyeceğim Dissection ile birlikte black ve death metali birleştiren ve bu karışıma etkili bir melodik hassasiyet katan en etkili gruplardan birisi. Özellikle ikinci albümleri, 1995 tarihli Ancient God of Evil, türün bir klasiği olarak kabul edilir.

Fakat bir grubun uzun ömürlülüğü ne olursa olsun, uzun bir hareketsizlik süresi olduğunda – bu arkadaşlar için tam 12 yıl – ilk başta dikkate alınması gereken şey kendilerini bir güç haline getiren müzikal yeterliliklerin hala yerinde olup olmadığı. Bazı gruplar için albümler arasındaki bu uzun boşluklar, hayran kitlesini büyütme potansiyeline zarar verebiliyor. Bence oldukça yetkin bir albümle dönmüş olmalarına rağmen Unanimated da bu kısımda gol yiyecek ekiplerden.

Victory in Blood, Unanimated’ın şimdiye kadarki en agresif albümü olabilir ve zımba gibi anlara sahip. Bu güzel anlar, oynadıkları agresif parkurları düşününce pırıl pırıl parlıyor. Genel toplamda oldukça iyi iş çıkarmışlar. Albümün şarkı sıralamasını şahsen hatalı bulsam ve bazı filler parçalara sahip olmalarını da görmezden gelemesem de beğendim.

Bu tür bir black metali bu kadar yüksek kalibrede çalmak için etrafta pek de fazla kişi yokken bir sonraki albüm için bu kadar beklemek zorunda kalmamayı umuyorum.

Volkan Atay

So Hideous – None But A Pure Heart Can Sing

Dinlemeye başladığım ilk dakikalardan itibarem çok ama çok hızlı bir şekilde çarptı diyebilirim. Yaşadığım bu çarpıntı kesinlikle herkese göre değil ama görmezden gelmenizi de hiç istemiyorum diyerek girişini yapayım.

Grubun 2015 tarihli albümüne başta çok heyecan duyup sonrasında hızlıca unutmuştum. Bir şekilde oluşturulmak istenen kimya eksikliydi. Ama yine de kartvizitlerini saklamıştım. Geçen günlerde yeni bir albümün çıkacağını okuduğumda içimden bir his “lan bu sefer çok daha deli ama iyi bir şey” yapmış olabilirler diye geçti. Neden böyle düşündüm bilmiyorum. Nedense aksini hiç geçirmedim aklımdan. Haklı da çıktığımı düşünüyorum zira tam anlamı ile deli işi bir albüm buldum karşımda.  BA-YIL-DIM!!! Demek istiyorum.

Şimdi size grubu tanımayanlar için biraz kelime salatası yapayım. Eğer dikkatinizi en az 2 bileşen bile çekiyorsa çok ama çok mutlu olacaksınız.

Büyük ölçüde Japon gruplar Mono ve Envy ilk akla gelebilecek isimler olacak. Arvo Part ve Max Richter gibi besteciler de dinleme boyunca hafızalarınızı meşgul edecek. Ve elbette Deafheaven, Les Discrets , Ghost Bath , MØL gibi gruplar ekseninde yürüyen bir müzikal çizgi de fark edilmiş olacak. Birçok müziğin etkilerini içerecek şekilde, sürekli genleşen bir sıcak hava yumruğu gibi grup anlayacağınız.

Bu, birbirine karıştırılmış birçok stil gibi geliyorsa haklısınız, ancak aralarındaki uyum hem kusursuz hem de o kadar ustaca ki, her birini ses kalabalığından seçip kendi başına takdir edebilirsiniz.

Her zaman yıl sonu listelerimi sarsmakla tehdit eden bir aralık albümü vardır. Bu o albüm olabilir. Üzerine düşüneceğim bu konunun…

Volkan Atay

 

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.