Zorlu PSM Konseri Öncesi STEVEN WILSON Röportajı

1333
0
Paylaş:
Steven Wilson röportajı 2018 - Paslanmaz Kalem

Kahramanlarınızla tanışmak bazen harika olabiliyor. (Örnek 3)*

Geçen senenin Ağustos ayında yayımlanan “To the Bone” albümü turnesi kapsamında, 22 Temmuz 2018’de Zorlu PSM sahnesine çıkacak olan Steven Wilson’la telefonda görüştük. Müzikal kahramanlarımızdan addettiğimiz bu multi-enstrümantalist ile efsane albümlere yaptığı remiksler, sahnedeki çalma listesi tercihleri, son albümü ve genel olarak müzik hakkında keyifli bir sohbet yürüttük. 

Emre Karacaoğlu: Tünaydın, Bay Wilson. Sizi Paslanmaz Kalem’den arıyorum. Aslında bütün müzik türlerine adanmış bir bloguz. Ve ben de sıkı bir dinleyiciniz olduğum için sizinle konuşma görevi bana düştü, Bay Wilson.

Steven Wilson: Merhaba, Emre. Tanıştığıma memnun oldum. Sana bugün ne anlatabilirim?

EK: Her şeyden önce, aslında söylemem gerekmese de kahramanlarımdan biriyle konuşuyor olmak benim için gerçekten bir mutluluk ve gurur. “Lighbulb Sun”dan beri sıkı bir dinleyicinizim. Albüm sanırım 2000 yılına aitti.

SW: Vay canına… Neredeyse 20 sene önce.

EK: Aynen. O yüzden bu imkân için çok teşekkür ederim.

SW: Benim için bir zevk.

EK: Kısıtlı zamanımız olduğu için size sadece güncel işleriniz ve turneniz hakkında sorular ileteceğim. Bütün çalışmalarınız içinde en çok prodüksiyon ve remiks işlerinden keyif aldığınızı eski röportajlarınızdan biliyoruz. Bunu bizzat ifade etmiştiniz. Bunu teyit eder misiniz? Ve eğer öyleyse, sizin gibi üretken bir besteci ve çalgıcının bu uğraşı şarkı yazarlığına tercih etmesinin nedeni nedir?

steven wilson - paslanmaz kalem

SW: Çünkü şarkı yazarlığı oldukça zor bir şey. Ben onu oldukça acı verici ve bunaltıcı buluyorum. Bestecilik zanaatı, hiçlikten bir şey üretme zanaatı ya da boş bir sayfayı doldurmak… Kendi benzetmeni seç burada… Daha önceden var olmayan bir şeyin ortaya çıkması fikri oldukça zorlayıcı. Bunu yapabildiğim zaman onun oldukça neşelendirici olduğunu görüyorum. Bu, dünyadaki en güzel duygulardan birisi. Ama beste yapma sürecinin oldukça zorlayıcı olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla sorunu cevaplamam gerekirse, prodüksiyon ya da remiks işleriyle uğraşırken, yaratıcı kısımlar önceden başka biri tarafından bitirilmiş oluyor. Ben de sadece başka birisine, müziklerini en iyi işitsel kaliteyle ortaya çıkarmalarına yardım eden birisi olarak işe katılıyorum. Ve ben bundan çok zevk alıyorum. Yalnız bunun en tatmin edici şey olduğunu söylemiyorum. En tatmin edici şey, tabii ki, kendi müziğimi yapmak ve onun prodüksiyonunu üstlenmek. Ama bunu oldukça acılı bir süreç olarak görüyorum. Her bir anından da keyif aldığımı söyleyemem. Bu bir anlam ifade ediyor mu?

EK: Fazlasıyla ediyor, Bay Wilson. King Crimson, Yes, Jethro Tull, Caravan, ELP, Gentle Giant ve yakın zamanda Roxy Music’in remiks işlerini üstlendiniz. Aralarında hangisi favoriniz oldu? Bu soruyu, ortaya çıkan esere ya da remiks sürecine bağlı olarak cevaplayabilirsiniz, az önce söz ettiğiniz gibi.

tears for fears - paslanmaz kalemSW: Herhalde aralarından hiçbirini favorim olarak seçmezdim. Favorim Tears for Fears’dı. Ardından da XTC’yi söyleyebilirim. Tears for Fears çünkü, kısmen, ben 80’lerde büyüdüm. 80’lerde bir ergendim ve Tears for Fears, büyürken dinlediğim gruplardan biriydi. 80’lerin en büyük gruplarından biriydiler. “Shout” ve “Everybody Wants to Rule the World” gibi şarkılar her yerdeydi. Bu şarkıları duymadan bir alışveriş merkezine giremezdin. “Songs from the Big Chair” ve “The Seeds of Love” albümlerinin remikslerinde Roland (Orzabal) ile birlikte çalıştım. Ve bu albümlerin Surround Sound sisteminde kulağa muhteşem geldiğini düşünüyorum. Benim bu albümleri remikslerkenki öncül amacım onların Surround Sound misklerini yapmak. Yakın zamanda çıkacak olan “The Seeds of Love” yaptığım remiksler arasında büyük ihtimalle favorim. Ve bir de XTC projesini zikrettim. XTC yine gençliğimde dinlediğim bir grup. Bir açıdan, hak ettikleri değeri yakalayamadıklarını düşünüyorum. Dinleyerek büyüdüğüm, favori gruplarımdanlar. Bu yüzden de Andy Partridge ile XTC diskografisini remisklemek ve yeni dinleyicilere sunmak bir onurdu. Her hâlükârda bütün bu işlerin hepsinden keyif aldığımı söylemem lazım. Ama oldukça kişisel nedenlerden dolayı bu iki proje benim favorilerimdi.

EK: Eminim ki öyledir. Ben bir röportajınızda Robert Fripp’le remiksler üzerinde çalışırken onla sohbet etmenin muhteşem bir şey olduğunu söylediğinizi okumuştum. Ben King Crimson’ı söylemenizi bekliyordum. Post-punk türüne doğal bir yakınlığınız olduğunu varsayıyorum.

SW: Ben o müzikle büyüdüm. 70’lerin sonunda ve 80’lerin başında çocuktum, 1979-1980’de ergenliğime eriştim. O müzik benim çocukluğumun müziği. Bütün projelerimde, istisnasız olarak, bu müziklerin yaratıcılarıyla birlikte çalışmanın gururunu yaşadım. Bu şahane bir biçimde eğiticiyken, aynı zamanda bir onurdu. Roland, Robert ya da Tull’dan Ian Anderson olsun, hepsinden bu albümleri nasıl yaptıklarını dinlemek muazzamdı.

the raven that refused to sing - paslanmaz kalemEK: The Raven That Refused to Sing” ve “Hand. Cannot. Erase.” albümlerinde kayıtlara katkı sunan bir grupla çalışmaya karar vermiştiniz ama “To the Bone”la yine yalnız çalışmaya döndüğünüzü sanıyorum. Bu albümde de stüdyo müzisyenleri olduğunu gördüm ama sanırım bu sefer grup modelinden vazgeçtiniz. Buna katılır mıydınız? Bu sorum Porcupine Tree’nin geleceğiyle de ilgili. Umarım bu soruyla özelinize burnumu sokmuyorumdur, Bay Wilson.

SW: Haklı olduğunu düşünüyorum. İçinde olduğum gruplardan çıkıp bir solo sanatçı olmaya karar vermemin temel nedeni albümden albüme, parçadan parçaya müzisyenleri, müzikal yaklaşımı, tarzı, türü zaman zaman değiştirebilme özgürlüğü idi. Ve bunun ancak bir solo sanatçıyken sahip olabileceğin bir şey olduğuna inanıyorum. Bir topluluktayken böyle bir özgürlüğün yok. Dolayısıyla haklısın; sabit bir ekiple birkaç albüm yaptım. Ama kaçınılmaz olarak değişik bir şeyler yapmak istediğim bir noktaya geldim. Başka bir istikamette ilerlemek, başka müzisyenlerle çalışmak, müzikal tarzımın başka yönlerini denemek istedim. Bu yüzden de bazı şeyleri değiştirdim. Bu da bir solo sanatçı olmanın avantajlarından biri: Çok daha hızlı ilerleyebiliyorsun. Çok daha hızlı değişebiliyorsun. Bu, David Bowie’nin bildiği, büyük solo sanatçıların yapabildiği bir şeydi. Büyük bir solo sanatçı olduğumu söylemiyorum ama bu olgu, Prince’ten David Bowie’ye, Madonna’dan Neil Young’a kadar birçok büyük solo sanatçıyla kanıtlanmış bir şeydi. Sen hep sabit kalırken, etrafındaki insanları değiştirebilirsin. Bu, müziğini ileriye taşıyan, onu taze tutan şeylerden birisidir. Bu zamanla benim için oldukça aşikâr ve önemli olmuştur.

EK: Çok tatmin edici bir cevaptı bu arada.

SW: Teşekkürler.

EK: 2016’daki İstanbul konserinizde, albümlerdeki mükemmeliyetçi ses hassasiyetini sahnede de taklit ettiğinizi gözlemledim. Bununla da tamamıyla ilgili misiniz? Ya da mikserin başında bütün işi bu olan birileri mi var?

SW: 19 senedir aynı ses mühendisiyle çalışıyorum. İsmi Ian Bond. İstediğim sesi, ulaşmaya çalıştığım şeyi çok iyi anlayan birisi. Tabii ki sık sık bir araya gelip ses düzeninde aradığım şeyler üzerine konuşuyoruz ama nihai olarak, birlikte çalıştığım insanlara güvenmem gerekiyor: müzisyenler, ışık tasarımcıları, sesçiler, tur menajeri, hatta tişörtleri bastıran, İnternet sitemi işleten kişilere bile. Dünyaya yansıttığım Steven Wilson imajını oluşturmada bütün bu kalemleri bu kişilere güvenle teslim ediyorum. Sonuçta bütün bu saydıklarım da bana yansıyacak. Pek tabii ki ses benim için çok şey ifade ediyor… Önceden konuştuğumuz gibi stüdyodaki ses kalitesi de benim için çok önemli. Ve bu ses kalitesini canlı performanslara taşıyabilmek de… Soruna cevaben de ses mühendisime takımımın önemli bir üyesi olması konusunda oldukça itimadım var. Neredeyse 20 yıldır benimle.

EK: Anlıyorum. Peki, Temmuz’un 22’sindeki İstanbul Zorlu PSM konserinizde neler bekliyoruz? Hiç eski parçalardan çalınacak mı? Çalınacaksa, onları tercih etmenizdeki kriterleriniz neler oluyor? Bu, benim biraz merak ettiğim bir şey: Geçmişteki albümlerinizden parça seçiminde hiç yasal engeller var mı?

to the bone - paslanmaz kalemSW: Yasal engeller mi? Kesinlikle yok. “To the Bone” turnesindeki müzik senin beni ilk dinlediğin zamanlara, 1999-2000’e kadar gidiyor sanırım. Soruna cevap vermem gerekirse, çalmak istediğim şarkıları seçerkenki kriterlerim tamamen keyfi. Canım bir parçayı çalmak istiyorsa, çalıyorum. Pek tabii ki artık aralarından seçebileceğim birçok, hatta yüzlerce şarkım var. Ama dürüst olmam gerekirse her birini beğenmiyorum. Birçok şarkı yazarı gibi bazı parçalarımla gurur duyuyorum, bazılarıyla da duymuyorum. Sanırım ki bir şey daha var: Parçanın şu anda yaptığım şeylerle alakadar olması da gerekiyor. Bu da şarkının sözlerindeki konuyla ilgili olabilir ya da şarkı “To the Bone”daki temalarımla alakalı güçlü çağrışımlar uyandırıyor olabilir… Ki bu temalar eski şarkılarımda bahsettiğim şeylerdir. Alakadar olduğunu düşündüğüm şeylerden birisi de bu: Şarkılar güncel repertuarımla uyumlu mu? Ama en sonunda sorduğum şey canımın neyi çalmak istediği oluyor. Hit şarkı sahibi olmamanın iyi yanlarından birisi çalmak zorunda olduğum bir parça olmaması. Çalmam gereken bir “Everybody Wants to Rule the World”üm yok. Bir “Purple Rain”im yok. Sonuçta, bir açıdan, bu oldukça özgürleştirici bir şey. Seyircilerin özellikle beklediği bir şarkı olmadığı için istediğimi seçebilirim. Ve ben de bunu böyle yapıyorum işte.

EK: Pekala. Sırada nihai ve kısa birkaç soru var… Ki bu sorular da tamamen ben ve sizin müziğinizdeki tercihlerimle alakalı. Mesela, Tim Bowness’la yürüttüğünüz işbirliği, No-man’e her zaman aşıktım. Kıymetinin yeteri kadar bilinmediğini düşünüyorum. Gelecekte bu projeye dair bir şeyler bekleyebilir miyiz?

no-man - retruning jesus - paslanmaz kalemSW: Umuyorum. Bütün projelerimi durdurduğumu söylediğimi biliyorum. Ve hakikaten de birkaç sene önce durdurdum, bir çizgi çektim. Bütün işbirliklerim: Porcupine Tree, Blackfield, No-man… “Yeter!” dedim, “Bundan sonra sadece kendi ismim altındaki albümlerimle ilgileneceğim.” Ama aslında bu işleri tamamen terk ettiğim anlamına gelmiyor… Ki geçen sene bir Blackfield albümü de yaptım zaten. Konu tamamen zamanla alakalı. Tim’le birlikte yeniden bir albüm yapabilmek için zaman yaratabilmeyi çok isterim çünkü bu her zaman çok zevkli. Ve her albümde değişik bir şeyler yaptığımızı düşünüyorum –ki bu benim için önemli bir şey. Soruna istinaden: Şu an için herhangi bir plan yok. Ama gelecekte mutlaka yeniden bir şeyler yaparız.

 EK: Daha fazlasını duyabilmek için size uzun bir ömür diliyorum.

SW: Teşekkürler!

EK: Çoğu progressive müziğin aksine, şarkı sözlerine çok önem verdiğinizi düşünüyorum. Progressive müzik ve genel olarak tüm müzikte en sevdiğiniz söz yazarları kim? Aklınıza ilk gelen birkaç ismi soruyorum.

SW: İlk olarak, seni orada durdurmak zorundayım çünkü sorun bir yanılgıyla başlıyor. Bir prog müzisyeni olmakla hiç ilgilenmedim… Hiç. Herhangi bir türle anılmakla da ilgilenmiyorum. Müziğimi progressive rock olarak da görmüyorum. Hatta hiçbir janra uyduğunu da düşünmüyorum. Sadece “Steven Wilson müziği.” Bu, tekil olarak sorunu nasıl etkiliyor bilmiyorum. Sanırım sen bana favori şarkı sözü yazarlarımı soruyorsun.

EK: Aklınıza ilk gelen birkaç isim sadece.

SW: Joni Mitchell bence gelmiş geçmiş en iyi söz yazarlarından.

EK: Kanadalı şarkıcı-besteci.

SW: Biliyorsun, 80’lerde büyümemden bahsettik. The Smiths’ten Morrissey çok iyi bir şarkı sözü yazarı. Father John Misty isimli birisini duydun mu?

EK: Hayır, duymadım.

SW: Yeni bir Amerikalı şarkıcı-besteci ve şarkı sözleri harika. Varoluşçu ama aynı zamanda mizahi… Sözlerinden çok keyif alıyorum. Prog rock gruplarına geldiğimizde ise bu türün sözlerini hiçbir zaman sevmedim. Roger Waters dışında… Eğer Pink Floyd’u bir prog rock grubu addedersek. Pink Floyd’un bir prog rock grubu olduğunu düşünüyor musun?

EK: Bazıları öyle düşünüyor.

roger waters - paslanmaz kalem

Roger Waters

SW: Onun sözlerinin muhteşem olduğunu düşünüyorum. Aslında Ian Anderson oldukça iyi. Ama Jon Anderson’kiler tamamen rezalet. Yani, Yes’i seviyorum ama onların sözleri korkunç. Benzer olarak başka prog rock gruplarının da şarkı sözlerinin en yetkin oldukları alan olmadığı kanısındayım. Müzikleri, yaratıcılıkları güçlü oldukları alanlar ama Roger Waters ve Ian Anderson dışındakilerin söyledikleriyle pek ilgilenmedim. Joni Mitchell, folk şarkıcıları ve Bob Dylan gibilerin iyi söz yazarları olduklarını düşünüyorum.

EK: Doğru. Size katılıyorum bu arada. Son iki sorum… Hiç dinlediğiniz bir Türk grup ya da müzisyen var mı? Fark ettiğinize eminim: Şu anda Batı’da 60’lı yıllara ait Türk psychedelic ve funk müziklerine muazzam bir ilgi var. Siz de bu ilgiyi gösteren kalabalığa katıldınız mı? Ya belki de önceden ilginiz var mı?

SW: Dürüst olmam gerekirse, bundan haberdar değildim. Karşıma kimler çıkmış olabilir mesela?

EK: Birçok isim var: Barış Manço, Cem Karaca… 60’ların rock gruplarının soundunu alıp, Doğu’ya ait ezgileri müziklerine iliştirdiler. Şu anda yeniden popüler olmalarının nedenini pek bilmiyorum ama 60’lı ve 70’li yıllara ait Türk psychedelic ve funk müziklerine büyük bir ilgi var.

SW: Kulağa çok heyecan verici geliyor. Kendi açımdan konuşursam, Birleşik Krallık’ta büyümüş birisi olarak… Ana akım pop müziklerinin çoğu buradan veya Amerika’dan geldi. Büyürken bunları duymaya, onların müzikal dağarcığına aşina olmaya daha yatkınsındır. Hal böyleyken, bu yeni, daha önce duymadığın müziklerden haberdar olmak etkileyici olmalı. Uzun bir süre İsrail’de zaman geçirdim. Pek de aşina olmadığım o kültürden birçok yeni müzik keşfettim. Bu oldukça heyecan vericiydi. Bu açıdan, bu her zaman böyle heyecan verici olacak. 60’lara baktığın zaman, The Beatles’ın Hint müziğine, ragalara ve sitara olan ilgisini görüyorsun. Bunun öncül bir örnek oluşturduğunu düşünüyorum. Batı’daki müzisyenler onlara ilham verecek bu egzotikliği aramışlardır. Çünkü geleneksel Amerikan/İngiliz müzik dağarcığı artık bize fazla tanıdık gelmeye başladı. Hatta neredeyse tükenmiş durumda. O yüzden bu söylediklerini çok enteresan buldum, ilgimi çekti. Bundan haberdar değildim ama sonra araştırmak için kendime not aldım.

EK: Kulağınıza su kaçırdığıma göre artık daha fazla dikkatinizi çekeceklerine eminim.

SW: Kesinlikle. Tavsiye için teşekkür ederim.

EK: Son sorum, Bay Wilson: Size kendinizi mahcup hissettiren bir zevkiniz var mı?.. Ki ortadaki özne sizin gibi bir müzik tutkunuyken, bunlara “mahcup hissettiren” diyebilir miyiz, o da tartışılır. Neyi kastettiğimi anladığınızı düşünüyorum. Bir de geçen sene sarf ettiğiniz bir sözle alakalı olarak, hip hopun daha yenilikçi olduğunu düşünüyor musunuz bu aralar?

sting - paslanmaz kalem

Sting

SW: Son on yılda çıkan deneysel müziklerin çoğunun kent kültüründen, DJ kültüründen ve hip hoptan geldiğini düşünüyorum. Hâlâ birçok rock müziğini çok seviyor, birçok rock grubunu dinliyorum. Ama bu müzik türünün 21.yüzyılda ilerlediğini ya da evrim geçirdiğini düşünmüyorum. Oysaki hip hop, DJ kültürü öyle değil. Mahcup hissettiren zevklerim var mı? Senle bu konuşmaya başlamadan 15 dakika önce başka birisiyle bu konu hakkında tartıştım. Bundan birkaç gün önce Sting’le birlikte bir konser verdim. Sting festival headlinerı idi, ben de ondan önce sahne alıyordum. O kişi bana, “Sting nasıldı? O benim mahcup hissettiren zevklerim arasında,” dedi. Sting neden sana kendini mahcup hissettirsin ki? İnanılmaz, değil mi? Sting muhteşem şarkılar yazdı… Bir yandan çok iyi gözüküyor, sesi kulağa çok iyi geliyor. Neden birisi Sting dinlemekten mahcubiyet hissetsin ki? Ben kesinlikle duymuyorum ve onu harika buluyorum. O yüzden bu kişiyle bir tartışmaya tutuştum ve mahcup hissettiren zevklere inanmadığımı söyledim. Ben müziğin sende bazı duyguları uyandıran, bir büyüsü olan bir şey olduğunu ve kimilerinde de bunları uyandırmadığını düşünüyorum. Evet, tabii ki bazı parçaların bir miktar yavan/çapsız olabileceğini, kitsch bir havaları olabileceğini biliyorum… Ki zaten insanlar da buna istinaden bu “mahcubiyet hissettiren” yorumunu yapabiliyorlar. Birçoklarının Abba hakkında böyle konuştuğunu hatırlıyorum. Artık kimse bunu yapmıyor sanırım. Abba kabul edildi.

EK: Abba artık kült!

SW: Evet, Abba artık yeniden cool. Ama benim gençliğimde insanlar Abba dinler ama dinlediklerini inkâr ederlerdi. Ama bunun bir açıdan üzücü bir şey olduğunu düşünürdüm çünkü bence Abba inanılmazdı. Soruna dönersem, “mahcup hissettirme” kavramına pek inanmıyorum. Dolayısıyla bana kendimi böyle hissettiren müzikler de yok. Beğendiğim şeyleri beğeniyorum işte.

EK: Size tamamen katılıyorum. Aynen size benziyorum. Bu yüzden de neyi kastettiğinizi de çok iyi anlıyorum. Bay Wilson, ayırdığınız zaman ve ilginiz için yeniden çok teşekkür ederim. Bu gerçekten harikaydı. Teşekkürler. Görüşmek üzere.

SW: Hoşça kal. Görüşmek üzere.

 

(*) Örnek 1 için buraya tıklayın.

(*) Örnek 2 için buraya tıklayın.

 

(Not: Röportajım için  her zaman olduğu gibi yardımlarını esirgemeyen sevgili dostlarım Deniz Dağcı, Yavuz Angınbaş ve Osman İncebay’a teşekkürler.)

Steven Wilson röportajı – Türkçe altyazılı

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.