DEATHSPELL OMEGA: İmkansızlığın inşası

Paylaş:

Bugün birçok metal müzik dinleyicisinin kalbinde taht kuran, yine birçok kimsenin de dinleyemediği, yorucu ve sıkıcı bulduğu fakat her ne olursa olsun çoktan efsaneler arasına yer almış, en düz tabirle Fransız black metal oluşumu DEATHSPELL OMEGA’nın müzikal gelişimi, bu gelişim esnasında yaşadığı değişimler ve çok basit anlamda müziğinin formülizasyonu üzerine konuşacağız. Ortalama 17 yıllık geçmişi olan ve bu süreçte bariz değişimler yaşayan bu efsane oluşumun müziğini elbette tam anlamıyla anlatabilmek, hatasız ve eksiksiz izahını yapabilmek imkânsız. DsO birçok kimse için kendine has edebi dili, mesajı ve müziğiyle birbirinden ayrılamaz parça gibi. Kendini ifade etme yordamı tam anlamıyla eşsiz olan, black metal janrına “Ortodoks Black Metal” alt türünü armağan eden, etkisi altında yazılmış her bir notada doğrudan kendisini hatırlatan, ruha nüfuz ettiği anda bir türlü çıkmak bilmeyen bir müzikten bahsediyoruz. Grubun beyni olan Hasjarl mahlaslı şahsın doğruluğu şüpheli olan iki fotoğrafından ve tek bir röportajdan başka hakkında hemen hiçbir bilgi olmamasına rağmen, hakkında sayfalarca yazı, yorum, makale bulunuyor. Bu yazı da, DsO dinleyen ve sevenlerinden çok, bilgisi olmayan, dinlemeye defalarca yeltenip bir türlü sevemeyen, istediğini bir türlü bulamayan ya da nerede arayacağını bilemeyen meraklı metal dinleyicisi için yazıldı. Sevenleri de zaten eminim “bakalım hakkıyla yazabilmiş mi” diye daha bir dikkatle okuyacaktır yazdıklarımı. Öyleyse girişi daha fazla uzatmadan asıl konumuza giriş yapalım.

deathspell-omegaEn başından başlayacak olursak, Hasjarl ve arkadaşları DsO’yu kurmadan önce HIRILORN adında melodik etkileşimli black metal grubu kuruyorlar. “Legends of Evil and Eternal Death” isimli 55 dakikalık albümden ve birkaç grupla toplama albüm yapıldıktan sonra Hasjarl, daha grup dağılmadan DsO’nun temellerini atıyor. HIRILORN’a oranla daha direkt, az melodili, genelde şarkı boyunca 2-3 riffin hâkim olduğu, tek düze, ne davulun ne de gitarların çok öne çıkmadığı bir müzikle ortaya çıkıyor DsO. İlerde müziğinin alacağı bambaşka hale çok uzak ve kişisel olarak da söylemek gerekirse vasatın biraz üstünde, özelliksiz bir müzik icra ediyor o zamanlar. Tabi bu yorumu yaparken, ilerideki devrim niteliğindeki albümlerle karşılaştırarak yapıyorum, yoksa hepsi apayrı atmosfere sahip, yeterince karanlık ve tavizsiz çalışmalar. İnternette de sağda solda görebileceğiniz bir DARKTHRONE benzerliği, DsO’nun ilk dönemiyle ilgili yapılabilecek en iyi betimleme diyebilirim. “Si Monvmentvm Reqvires, Circvmspice” albümüne kadar olan kısmı biraz daha hızlı geçerek, kısadan özetleyeyim. Shaxul’un vokalleri üstlendiği bu dönemde, gitarlar şarkı boyunca tamamen tarama ilerleyip, nadiren değişik riff yapılarına dönüyor. Bununla birlikte “Infernal Battles” ve “Inquisitors of Satan” albümlerindeki şarkıların kumaşı sanki aynı yerden kesilmişçesine, gerek atmosfer, gerekse şarkıların iskeletleri birbirini fazlaca andırıyor. Genellikle Shaxul’un çığlık vokalleriyle şarkılar anlam kazanıyor diyebilirim. Bütün bunlarla birlikte kayıt kalitesinin çok yüksek olmamasından ötürü (belki de leş kayıt olsun diye özellikle de yapılmış olabilir) üzerine söylenecek çok fazla bir şey yok bu dönem adına. Ek bilgi olsun diye yazayım, “Infernal Battles”ın ilk basım plakları deli paralara alıcı buluyor. Eğer sizlerde varsa iyi saklayın, ilerde daha uçuk fiyatlara satabilirsiniz.

fullDsO’nun ilk dönemini kısaca inceledikten sonra şimdi geldik asıl zor olan kısma. Yazıyı yazmadan önce albümleri ve EP’leri ayrı iki kategoride inceleme kararı almıştım, üçleme dışında albüm olmadığı için üçlemeyi topyekün ele alıp, ardından geri kalan EP’lere büyüteç tutmak mantıklı gelmişti. Gel gelelim, sonrasında bunun pek mümkün olamayacağının farkına vardım, çünkü Deathspell Omega bütün büyük değişimleri, hatta ve hatta şimdiki müzikal karakterini EP’lerdeki uzun soluklu şarkılara borçlu. Birazdan da ele alacağım gibi, örneğin Mass Grave Aesthetics olmasaydı Fas Ite gibi efsane bir albüm hiç yazılmayabilirdi veyahut Kenose EP’si (ki albüm olarak da itibar görüyor, çünkü 36 dakika) olmasaydı, belki bunca kompleks davul partisyonlarını sonraki albümlerde duyamayacaktık. İşte bu sebeple en mantıklısı kronolojik sırayla ilerlemek diye düşündüm. Bu sıralamanın ilk basamağı, elbette üçlemenin ilk albümü olan ve hala birçokları tarafından DsO’nun en iyi albümü olarak görülen Si Monvmentvm Reqvires, Circvmspice.

deathspell-omega-album

1 – Si Monvmentvm Reqvires, Circvmspice

bigBlack metalin ciddi anlamda seyrini değiştiren, DsO’nun kimliğini tam olarak simgelemese de, bariz bir değişikliğe gittiğinin ilk belirtisi olan “Si Monvmentvm Reqvires, Circvmspice” albümü 2004 yılında piyasaya çıkıyor. Bu sırada Shaxul mahlaslı vokal, Ortodoks Black Metal fikrini benimsemediği için gruptan ayrılıyor ve onun yerine Mikko Aspa isimli her şeyiyle anormal olan şahıs vokallere geçiyor. Böylelikle 1 saat 17 dakikalık destan gibi bir albümle, eski defterlerin kapatıldığını ve yeni bir müzikal yolculuğa çıkıldığını yüzümüze vuruyor DsO. Dinleyiciyi birçok yeni öğeyle karşı karşıya bırakan albüm, aslında en büyük hedefini gizliden gizliye yürütüyor diyebilirim. Avangart dokunuşların yanında, DsO’nun Trademark hareketi haline gelen birkaç özel gitar tekniğini de çok nadir olsa da duyuyoruz. Örneğin; “First Prayer”daki basit ancak arızalı notalar kullanılarak oluşturulmuş melodiler grubun ilerleyen zamanlarda kullanmaktan oldukça haz edeceği birkaç hareketten biri denilebilir. Bununla birlikte Sola Fide II’daki geçişler, şarkının sonu geldi dediğimiz anda birden tamamen değişmesi ve benzeri durumlar önceki tek düze riflerin sıralandığı albümlerde hiç görülmüyordu. Ayrıca ilerde çok daha ayrıntılı değineceğim bütün o karanlık ve karamsarlığın içinde mevcut olan oldukça optimist riffler de ilk defa bu albümle birlikte kulaklarımıza çalınıyor. Ancak dediğim gibi Si Monvmentvm DsO’nun şimdilerde kafamızda oluşan kimliğini tam olarak simgeleyebilen bir albüm değil. Gerek Riff yapıları, gerekse davul partileri yüksek oranda ilk iki albümden esintiler taşıyor. Ancak buna rağmen hiç kimse bu albüme de bir geçiş albümü diyemez, zira her ne kadar bir basamak olarak görünse de hala en iyi DsO albümü olarak itibar görüyor. Sözler üzerinden olmasa da hala belirli bir nakarat anlayışını içeren şarkılar, atonal akorlar ve çok fazla kullanılmasa da atonal melodiler albüme genel olarak serpiştirilmiş diyebiliriz. Albümdeki davul işçiliği de, ilerideki aşırı karmaşık davul partisyonlarına göre biraz daha sade kaçabiliyor. Gitar işçiliği hakkında da ‘insanın çalabileceği’ düzeyde dersem isabet olur, zira bu albümden sonraki hemen hemen bütün DsO şarkıları ne gitarla ne de davulla çalınması cidden imkânsızlık derecesinde. İlerde yine bu konudan da bahsedeceğim. Son olarak vokaller için de şunu söylemek mümkün, DsO’nun özellikle bu albümünden itibaren hemen hemen sıfır vokal melodisiyle birlikte, nameden yoksun uzun konuşmalar biçimde vokal kullanımı söz konusu. Bu alışkanlık Drought EP’sine kadar birkaç minik istisna dışında hiç değişmiyor. Mikko Aspa kimilerine göre en iyi black metal vokali. Elbette tartışmaya açık bir konu bu, ancak DsO’yu cidden tamamlayıcı bir rol oynayan, gerek tonu gerekse verdiği duyguyla, şarkılarda çok önemli bir yeri olduğu su götürmez bir gerçek.

Albüm kritiği yazmadığım için normalde sayfalar dolusu yazıyı hak eden Si Monvmentvm Reqvires, Circvmspice albümü için bunları söylemem yeterli diye düşünüyorum. Daha çok yazılacak materyal var sonuçta.

Gelelim asıl devrimin ilk adımlarına. DsO’nun tam olarak akıllarda canlanan o manyaklığını bize ilk olarak yaşattığı toplama albüm olan From the Entrails to the Dirt ile başlıyoruz.

432005-300x300

2 – From the Entrails to the Dirt

Mütiilation, Antaeus , Malicious Secrets ve elbette Deathspell Omega dörtlüsünün bir araya getirdiği bu albümün son şarkısı olan Mass Grave Aesthetics, DsO’nun müzikal gelişimine dair düşünülenden çok daha fazla önem taşıyor.  İlk döneme dair hemen hemen hiçbir benzerlik içermeden, farklı bir yaklaşımla karşımıza çıkıyor Mass Grave Aesthetics. Yukarıda da söylediğim gibi DsO’nun yapmayı en çok sevdiği şeylerden biri olan optimist rifflerin baskınlığını ilk olarak en çok bu şarkıda duyuyoruz. Optimistten kastım da tam olarak şu, o riffi o atmosferin içinde değil de farklı bir şekilde dinlediğinizde veya gitarı elinize alıp çalmaya çalıştığınıza (ve elbette başaramadığınızda) aslında riffin hiç de karanlık olmadığını, aksine içinde tatlı bir pozitif hava olduğunu seziyorsunuz. İşte DsO’nun bütün kariyeri boyunca yapmaya doyamadığı ve milletin genellikle en çok aklını aldığı konu burası. Mevzu bahis şarkıda da bu tarz rifflerden 2-3 tane rahatlıkla duyuyorsunuz. Geri kalanları ise elbette black metalin isim hakkını karşılayan daha tekdüze, altyapı riffleri oluyor. Si Monvmentvm’la birlikte DsO’nun şarkı yapısına giren ve Mass Grave Aesthetics ile yerini sağlama alan bir diğer rutin ise bol bol tekrar konusu. Deathspell Omega’nın şarkıları uzunluğu ne olursa olsun genelde 4-5 adet riffin ardı ardına sürekli tekrarlanmasıyla oluşuyor. Sürekli tekrar olmasına karşın dinleyiciyi sıkmamasının sebebi ise bir yaptığını bir daha yapmayan davul partisyonları diyebiliriz. Mass Grave Aesthetics’teki davullar belki de DsO’nun en düz davullarından birini içeriyor olmasına rağmen bile yeterince karışık ve zor. Bununla birlikte dediğim gibi 19dakikalık bu şarkıda aynı riffler farklı sözler ve farklı davullarla birlikte sürekli tekrarlanıyor. Sanki anlatacakları daha bitmemiş birinin şarkıyı yeniden ortasından itibaren çaldırması gibi hissettirebiliyor dinleyiciye. Şarkının bir diğer özelliği de birkaç anıyla doğrudan FAS-Ite’ye gebe olması. Özellikle 5. Dakikada giren atmosfer kısmının aynısını sonradan FAS Ite’nin temelinde duyacağız. Gitar ve davul kullanımı ise sonraki Kenose EP’siyle bambaşka bir hal alıp, kaçırmadık akıl bırakmayacak.

Özetle Mass Grave Aesthetics DsO’nun ilk olarak black metal sınırlarını aşmaya yönelik teşebbüsü olarak nitelendirilebilir. Ayrıca sonradan gelecek birçok EP ve albümün temelini oluşturduğu için de ayrı bir önemi var. Ancak DsO’yu taklit edilmesi imkansız bir grup haline getiren ilk çalışma, şimdi hakkında konuşacağımız Kenose EP’si olacak.

Deathspell-kenose

3 – Kénôse

EP'den bir artwork

EP’den bir artwork

Deathspell Omega I’deki hafif ve uzun introsuyla bile birlikte müzikal olarak topyekün bir rahatlığa ulaştığını gösteriyor bizlere. Tek bir gitar partisinin defalarca tekrar etmesi, yukarıda da dediğim gibi ‘tekrar’ mevzusunun şarkı iskeletindeki yerini iyice sağlamlaştırdığının bir göstergesi oluyor. Bununla birlikte davullar ise artık hemen hemen çalınması imkânsız hale geliyor. Deathspell Omega’da davulları kimin çaldığı belki de grubun kimliğinden daha çok merak edilen bir hale gelen bir konu oldu. Yıllardan bu yana çok fazla tahmin yürütüldü. Sağda solda sizlerin de görebileceğiniz bu tahminlerin arasında Absu davulcusu da geçiyordu. Diğer yandan grubun Si Monvmentvm’dan itibaren Drum Machine kullandığını, zaten o kadar karışık davul partisyonlarının bir insan tarafından çalınamayacağını iddia edenler çıktı. Grup hakkında bilgi almak imkansız olduğu için elbette bunun doğru yanıtı yok. Ancak sanırım en mantıklısı cidden Drum Machine gibi geliyor. Kénôse her ne kadar çok uzun çalışmalar sonucunda çalınabilir bir hal alabilecek olsa da, örneğin “Chaining The Katechon”da veya Fas Ite’de cidden tamamen imkansız davullar söz konusu. İşte bütün bu karmaşanın başında ise Kénôse’deki davul işçiliği var. Hemen hemen hiçbir tekrar içermeyen, sürekli varyasyonlara sahip olan davulculuk, gitardaki karmaşayla birlikte öyle bir hal alıyor ki, işte tam olarak DsO müziği bu dedirtiyor insana. Gelelim gitar işçiliğine. Bundan önceki hiçbir şarkısına benzemeyen, baştan sonra sanki dinleyiciyle, hatta bütün kutsal olan veya olmayan bütün her şeyle alay edercesine yazılmış ve çok büyük ihtimalle asla tertemiz biçimde canlı olarak çalınamayacak gitar riffleri ardı ardına geliyor bütün EP boyunca.

Ortalama bir DsO riffi

Ortalama bir DsO riffi

Fotoğrafta da görüldüğü üzere çalınması pratikte pek mümkün görünmeyen bu rifflerden Kenose EP’sinde çokça mevcut. Hal böyle olunca acaba perdesiz gitar mı kullanılmış bile dedirtiyor insana. Deathspell Omega’nın gitarda yapmaktan hoşlandığı, hatta müziğinin temel formülizasyonu olarak söyleyebileceğim hareket; notaların diyezlerinin alt veya üst teller yardımıyla sürekli basılarak oldukça disonans bir atmosferin yaratılması diyebilirim. Bu yalnızca melodilerde veya arpejlerde değil, kullanılan akorlarda da mevcut. Öyle ki 39 dakikalık Kenose EP’sinde normalde kullanılan power akorlar dediğimiz akorların hemen hemen hiç kullanılmamış olması, melodilerin genelde en akla gelmeyecek nota kombinasyonlarıyla ortaya çıkarılmış olması savımı destekler nitelikte bir etken. Ayrıca yer yer o kadar karışık tel değişimleri ve atak kısımlar var ki, onca karmaşayı kontrol edebilecek bir sağ elin daha var olmadığına bile inandırabiliyor insanı. İşte bu anlarda DsO’nun cidden agresif müziğin sınırlarını çizdiğini hissediyorsunuz. Asla bundan daha karışık gitar riffleri, bundan daha karışık davul partisyonlarıyla bir arada bu kadar uyumlu olamaz diyor insan. İşte Kenose, DsO’nun artık durdurulamayan ve asla taklit edilemeyecek bir grup olduğunun ilk kanıtı oluyor.

(II’nin davullarını çalmaya cesaret edebilmiş ve elektronik davul olmasına rağmen oldukça iyi iş çıkartmış bir DsO fedaisi)

Şu zamana kadar birçok DsO’ya benziyor diye tavsiye edilen grubu dinledim. Birkaç akor benzerliği ve bir iki davul atağı dışında hiçbir benzerlik bulamadım. Gerçekten aralarında DsO’yu iyi özümsemiş gruplar mevcuttu, ancak vokal kullanımı benzerliğinin ötesine geçemediler. Geçemezler de zaten. Emin olun burada amacım DsO müziğini yüceltmek değil, daha karmaşık müzikler yok mu? Elbette var. Çalınması imkansız gibi görünen tek müzik bu mu? Elbette hayır, ancak kaosu, karmaşayı, yokluk hissini, ezilmişliği, kutsal değerlere küfrü DsO’nun tarzıyla verebilecek başka bir oluşum asla olamaz. Örneğin Blut Aus Nord aynı ülkeden çıkmış, aynı sudan, aynı ekmekten beslenmiş bir diğer mükemmel grup. Ancak DsO’yla karşılaştırmak söz konusu bile olamaz. Diğer bir örnek de yine çok mecrada ismi DsO’yla birlikte anılan Merrimack. Sağlam bodosluk, acımasızlık ve karanlık mevcut, ancak ifade biçimi bakımından uzaktan yakından bir alakaları yok. Eminim demek istediğimi Deathspell Omega sevenler anlıyordur. Benzetilebilecek, karşılaştırılabilecek bir oluşum asla olamaz.

Облога

4 – Crushing the Holy Trinity

“Fas – Ite, Maledicti, in Ignem Aeternum” çıkmadan hemen önce çıkmış son toplama albüm de içinde birçok grubun yer aldığı “Crushing the Holy Trinity” toplaması. Ayrıca bu toplama albümde şimdilerde yana yakıla dinlediğimiz Mgla’nın black metal arenasına attığı ilk adıma da şahit oluyoruz. (son albümlerinin mükemmelliğinden gelen aşkla açıp dinlediğinizde özellikle vokaller biraz tadınızı kaçırabilir haberiniz olsun) Tabi konumuz bu değil. Kutsal üçlüyü darmadağın eden bu toplama albümü DsO’nun 22 dakikalık şarkısı olan Diabolus Absconditus ile açılıyor. Bu şarkıda DsO önceki Kenose manyaklığından sonra sanki vites düşürüyormuş hissine kapılmak mümkün, ancak önyargılardan arınıp bakıldığında diskografi içinde belki de en farklı DsO işiyle karşılaşıyoruz diyebilirim. Ağır ilerleyen giriş kısmı, ortalarındaki 4,5 dakikalık şu zamana kadarki ilk akustik bölüm dikkatleri çekiyor. Yalnızca şarkının çıkışında ve akustik kısımda biraz optimist melodilere rastlıyoruz, onun dışında tek bir olumlu nota basımı mevcut değil. Yine de Kenose’deki II’nin sonunu andıran bol git gel yapan gitar riffleri ve elbette farklı davul paternleri altında bolca tekrar eden kısımlarla elbette DsO imzasını atmayı unutmuyor. Yine de bu şarkının normal gidişatın biraz daha dışında yer aldığını dinlediğinizde anlayacaksınız. Uzun akustik kısım ilk girdiğinde Kenose’deki I’in mantığıyla yazılmış olduğu çok belli oluyor. Ancak ilerlemeye devam ettikçe DsO’nun farklı bir şey denediğini fark ediyoruz. Neyse ki pek beğenmemiş olacaklar ki sonraki işlerin hiçbirinde bunca uzun ve hafif bir kısımla karşılaşmıyoruz. Bence de bu şarkı içerisinde kabul edilebilir olan bu bölüme benzer kısımların sonradan başka işlerde tekrar edilmemesi isabet olmuş. Bu tarz yavaşlamaların Paracletus’daki Dearth’e ya da Drought’taki Salowe Vision’a evrilmiş olması elbette beni daha çok mutlu ediyor. Diabolus Absconditus bütün diskografi arasında en az alışabildiğim, en az dinlediğim şarkı olarak bana kalırsa DsO’nun diğer işlerine göre bir puan daha düşük bir çalışma. Yine de müzikal karakterin çok dışında bir şarkı olmadığı için, özellikle yeni bir DsO şarkısına muhtaç olduğumuz bu zamanlarda dinlememiş kimseler için bulunmaz hint kumaşı gibi.

Bir sonraki hafta geride kalan iki EP ve iki albüme büyüteç tutacağım. O zamana kadar eğer metal müzik seviyor ve kendinizi açık görüşlü bir dinleyici olarak görüyorsanız, kaosun ve karanlığın asla taklit edilemeyecek bu ifade biçimine mutlaka kulak kabartmanız gerektiğinin altını çizerek yazımın ilk bölümünü sonlandırıyorum. Belirtmediğimi düşündüğünüz şeyler elbette vardır, yazı daha bitmedi, ancak olumlu veya olumsuz yorumlarınızı özellikle beklediğimi söyleyeyim. Haftaya görüşmek üzere.

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.