MY DYING BRIDE – A Map Of All Our Failures (Peaceville Records, 2012)

Paylaş:
my-dying-bride-a-map-to-all-our-failures
Yazarın notu8
8
Okuyucu Puanı: (2 Oy)9.9

Not: Bu kritiğin Paradise Lost – Tragic Icon kritiği ile senkronize biçimde gözden geçirilmesi, konunun kafada daha iyi oturması açısından faydalı olacaktır. Paslanmaz Kalem’deki yazılarımı okuyanların artık çözmüş olacağını tahmin ettiğim üzere, Doom Metal benim en sevdiğim müzik türü. Bu bana hayatımda herhangi bir artı değer sağlamadı, muhtemelen bir sürü de eksisi olmuştur ancak hiçbir zaman şikayetim de olmadı. Müzikal açıdan inanılmaz dolu bir sürü albüm hayatımın fon müziği oldu, hayattan nefis bir biçimde koptum, başka dünyalarda yaşadım falan filan. Amerikan Doom’u ile magandaca bir yok oluşu, Avrupa Doom’u ile engizisyon zindanlarının karanlığını, Stoner Doom ile beyni miyorlaşmış halde soygun yapan paf-küfçülerin çılgınlığını, Funeral Doom ile depresyonun dibindeki intiharın trajik çekiciliğini, bol gıy-gıylı Çek-Slovak-Orta ve Doğu Avrupa Doom/Death’i ile o yörelerin dağının, tepesinin, ormanının yalnızlığını ve güzelliğini tattım. Ancak kökü 70’lere dayanıp aslen 80’lerde yeşermeye başlamış olan bu müzik türünün bir sonraki safhasına geçişi İngiliz kıraathanelerinde gerçekleşmiştir. Burada Doom Metal ile pek alakası olmayan bir diğer ruh hastası grup Celtic Frost’un parmağı vardır. Heriflerin kırık, yenilikçi fikirleri ve kapkaranlık müziği artık bu İngiliz kırolarını nasıl etkilemişse, Amarıkalı Trouble, İsvençli Candlemass ile Celtic Frost’un metal müzikte denediği karanlık ve yenilikçi fikirleri (orkestrasyon, “karı” vokal, gıy-gıy, Christian Death vs tarzı ağlamaklı vokal) alıp, dönemin revaçtaki tarzı olan Death Metal ile birleştirmiş ve ortaya o dönem için acayip orijinal, bugün için ise artık başkaları tarafından defalarca taklit edilmiş bir müzik çıkarmıştır bu arkadaşlar. Buna İngiliz Doom’u deriz, oysa bu, 80’lerde icra edilen Doom ile tek bağlantısı yavaş, ağır riffler olan bir türdür. Artık günümüzde ilerleyen bilimsel çalışmalar sebebiyle biliyoruz ki, bu türün başını çeken 3 grup Paradise Lost, Anathema ve bu yazının konusu olan My Dying Bride’dır. Bu grupların tümünün bir çatı altında toplandığı Peaceville Records firması da, türün bir nevi dini mabedidir. Paradise Lost her daim daha bir beste-tabanlı müzik üretmiş, daha kısa ve akılda kalıcı parçalar üzerine giderek dev-grup olmaya oynamış, diğer iki gruptan ticari anlamda sıyrılmıştır. Anathema 2. albümünden itibaren daha trippy, atmosferik, Floydian bir yönelime girmiş, akabinde de yavaş yavaş Doom Metal etkilerini geride bırakarak kendi özgün Rok tarzını oluşturmuştur. Diğer yanda ise My Dying Bride vardır. Paradise Lost metalci tipleri ile genç delikanlılara, Anathema da ağlamaklı atmosferi ile platonik aşktan muzdarip şişmanlara ve çirkinlere hitap ederken, My Dying Bride’ın daha ilk günden itibaren çevresinde bir gizem bulutu mevcut bulunmuş, albüm kapaklarında kullandıkları soyut, esrarlı görseller adeta yüzlerini örtmüştür.

1990-2000

My Dying Bride’ın fan kitlesi ortaya çıktıkları 90’lı yıllarda diğerlerinden ayrı olmuştur. Bunun başlıca üç sebebi vardır: 1) Diğer 2 grubun daha önceden belirli klasik gruplar tarafından denenmiş fikirleri temel alıp kendi tarzlarını yeni şeyler ekleyerek oluşturmak istemelerine karşılık, My Dying Bride upuzun, inişli çıkışlı ve deneysel parçalar yazarak daha en baştan kolay dinlenilebilir sınıfından kendini men etmiş, hedef fan kitlesini kısıtlamıştır. My Dying Bride müzikal yolculuğunda neredeyse hiçbir eski müziği referans almamıştır. 2) Celtic Frost misali, arada bir bayan vokal, gıy-gıy gibi müzikal eklentilerin diğer 2 grubun müziğini ziyaret etmesine karşılık, My Dying Bride’ın kadrosunda “klasik 5’li metal kadrosu”na ek olarak bir de Kemancı bulunmuştur. Keman, arada bir girip müziği renklendiren bir pasta kreması olarak değil, müziğin temel yapı taşlarından biri olarak kullanılmış ve grubu geleneksel Rock Müzik formatının daha en baştan dışına atarak herkes tarafından benimsenemeyecek bir noktaya ulaştırmıştır. 3) My Dying Bride diğer 2 türdeşinin aksine kısa, akılda kalıcı, “hit” olma hedefli parça yazmamış (‘As I Die’, ‘Sleepless’), belirli parçaları hit olmuşsa da bu gayet kazara olmuştur (‘TheCry Of Mankind’ lan, 12 dakika!) Heriflerin en azından ilk dönemlerinde doğru düzgün fotosu yok, olsa bile 6 kişilik kadroları ile mankafa metalciyi irrite edecek bir durumları var, parçalar kısa değil, içine kolay girilir hiç değil, peki nasıl oldu da bu herifler ticari açıdan Paradise Lost ile Anathema arasında bir yere oturdular??? Cevap: Medya. Medya, My Dying Bride ile ne yapacağını bilememiştir. Normalde müzikleri pazarlanması zor olduğu için es geçmesi gerekirken, bu grubu o kadar iyi bulmuştur ki, ıkınarak da olsa “yaa böyle bi herifler var, sever misiniz bilmem ama dürüst olmak gerekirse eşşoğlular hayvan gibi çalıyolar, doğruya doğru, isterseniz bir deneyin” gibilerinden tanıtmıştır. Yoksa göz var nizam var kardeşim, yaptığı ilk beste aha bu olan bir grubun ‘Sleepless’ yapan Anathema’dan daha popüler olması mümkün olabilir mi?! [youtube id=”7brX1ZxRNm8″ width=”620″ height=”360″] (Dikkatinizi çekerim, klipte heriflerin yüzleri gizleniyor – Parçanın tam halinin 10 dakikadan uzun sürmesini de unutmayalım.) My Dying Bride’ın ilk birkaç senesi boyunca çevrelerini örten bu esrar perdesi, inanılmaz güçlü müziği ile örtüşerek daha başlangıçta grubu “kült grup” mertebesine ulaştırmış, bir nevi dokunulmaz kılmıştır. Grubun o noktada yapması gereken şey, mevcut esrar boyutunu korumak ve her albümde grubun en büyük silahı olan bu “gizem”i sabit tutacak biçimde kendini yenilemek, metal müzik içinde yeni “icat”lar sergilemektir. Paradise Lost ‘As I Die’ı yaparken, Anathema solistleri Darren White’ı şutlayıp daha kolay dinlenilir ve enerjik müziklere rota kırmaya hazırlanırken My Dying Bride “Turn Loose The Swans” ile 90’lar Doom Metal’inin en etkili albümüne imza atar. Şöyle diyelim, Avrupa’da 93 senesinden sonra üretilmiş hemen her Doom Metal albümü bir biçimde bu albümün etkisini taşımıştır. Girintili çıkıntılı parça yapıları, güçlü clean ve brutal vokal birlikteliği, orkestral klavyeler ve tabii ki yaylılar… My Dying Bride bu karışım içinde hüzün, trajedi, mahvolmuşluk ve kaybetmişlik hislerinin öne çıktığı, ancak ilk dönemlerinden arta kalmış hiddet ve yıkım duygularının da iniş-çıkışlarla yüzeye vurduğu eşsiz bir müziğe imza atmıştır. [youtube id=”SI1njxeeN00″ width=”620″ height=”360″] Bence en güçlü My Dying Bride albümü olan “The Angel And The Dark River” ise, grubun o güne dek taşımayı sürdürdüğü Death Metal izlerini (bilhassa brutal vokalleri) tamamen kapı dışarı ederek, Codeine, Low gibi Slow-Core gruplarının Metal Müzik muadili olarak tanımlayabileceğim, son derece minimal, lineer, ağır ve dinleyeni sırf bu sebeplerden dolayı zorlayan, şiirsel bir başyapıt halinde dinleyicinin karşısına çıkmıştır. Metal müziğin genel mantığı olan  “müziğin sertlik boyutu azalırsa bu bir ticarileşme hamlesidir” düşüncesi de bu albüm ile geçersiz kılınır zira albümün klip parçası olan ‘The Cry Of Mankind’ 12 dakika, albümün balladı ‘Two Winters Only’ de 9 küsur dakika sürmektedir – grup hala “zor dinlenilir müzik” sularında yüzmektedir. Bu albümdeki hamleleri hali hazırda özgün bir yapıya sahip olan müziklerini daha da özgünleştirmek adına yapılmıştır. Solist Aaron Stainthorpe vokallerini bu albümde mükemmelleştirir, Martin Powell’ın kemanları grubun müziğine iyice yerleşir, gitaristler Calvin ve Andrew Trouble’dan devraldıkları cüzzamlı gitar riflerini zirveye taşır ve Ade Jackson ile Rick Miah’tan oluşan ritim departmanı bu albümde adeta şahlanır. [youtube id=”xUtwPSsUxAg” width=”620″ height=”360″] Grubun üzerindeki “esrar perdesi” bu albümden itibaren hafiften azalmaya başlar; ‘The Cry Of Mankind’ klibinde Aaron DONLA kamera karşısına geçer, grup Iron Maiden’ın alt grubu olarak turneye çıkar falan filan. Bu gelişmeler üzerine gruptan beklenen hamle Paradise Lost misali müziklerini daha geniş kitleler tarafından dinlenebilecek bir yapıya getirmeleridir. “Like Gods Of The Sun” bu düşüncenin ürünüdür. “The Angel And The Dark River” ile ulaşılan rafine müzikal yapı bu albümde içine daha kolay girilir, daha kısa parçalarda kendini gösterir. Grubun ilk “hit yaratma projesi” olan ‘For You’, Doom Metal ile Pop Metal’in harika bir karışımını sunar. Diğer yandan enteresan bir biçimde grup ‘Like Gods Of The Sun’, ‘Here In The Throat’ ve ‘Grace Unhearing’ gibi parçalarda klasik Doom grupları Candlemass ve Trouble’a iyice yaklaşan bir kimlik sergiler. [youtube id=”UUZPaC2CEsQ” width=”620″ height=”360″] Amerika’da Dio’nun alt grubu olarak turlayan My Dying Bride için kırılma noktası işte bu albümün ertesine denk gelir. Paradise Lost “One Second”ı yaparak Avrupa Gothic Rock kitlesinden ekmek yemeye odaklanmış, Anathema “Alternative 4” ile müziğini Metal çerçevesinin dışına iterek Starsailor gibi grupların yol ayrımına geçmeye hazırlanıyor, peki My Dying Bride ne yapacak?… Alabilecekleri en radikal kararları ardı ardına alırlar: Grubun en büyük özelliği olan Keman bölümlerinin mimarı Martin Powell gruptan atılır, hayvani davulcu Rick Miah gruptan uzaklaştırılıp yerine Alternative Rock/Metal tandanslı Bill Law getirilir. En önemlisi, grup o güne dek sahip olduğu gizemli, gotik imajını tek celsede boşayarak Future-Noir olarak tanımlayabileceğimiz yepyeni bir görsel ve liriksel yönelime adım atar. “34.788%… Complete” gibi gizemli bir isme ve yine bir o kadar gizemli bir kapağa sahip olan albüm, günümüzde bile herhangi bir benzeri üretilmemiş bir müzik sunar. Neredeyse tamamı gitarist Calvin tarafından yazılmış albüm (zira diğer gitarist Andrew daha bir muhafazakardır ve bu albüme müzik yazmaz), My Dying Bride’a özgü Doom Metali ve dolambaçlı parça yapılarını korur, ancak grubun minimalist eğilimlerini kırarak kulağa son derece sentetik gelen klavyeler, efektli vokaller ve çok farklı gitar tonlarını aranjmanlara katar. Aaron Stainthrope’un tipik trajik gotik öykülerinin yerini uyuşturucu bağımlılığı, seks ve fütüristik cinayet hikayeleri almıştır. [youtube id=”oT2dR3QNi5U” width=”620″ height=”360″] “34.788%… Complete” Doom Metal tarihinin muhtemelen en riskli albümüdür. Bu albümde fanları grubun müziğine yabancılaştıran etken “yumuşama” üzerinden oluşan bir “ticarileşme” değil (albümün halen hayvan gibi sert ve içine zor girilir olduğunu belirtmek gerek), grubun o güne dek hayran kitlesini oluşturmasına sebep olan hüzünlü ortaçağ atmosferini tamamen üzerinden atarak yepyeni bir yüz ile ortaya çıkmasıdır. Hikayeler halen trajiktir ancak anlatılan aşk/ölüm trajedisi değil, insanın varoluş boşluğunun trajedisidir. Önceki albümlerin liriklerinde dişi karakterler ulaşılması imkansız, ulaşıldığı noktada da kaybedilen periler olarak tasvir edilirken, bu albümde erkeğin içinde bulunduğu hapisten kaçabilmesi için son çare olarak kullandığı seks objeleri, hırpalanan bez bebekler olarak resmedilir. My Dying Bride’ın araya semboller koymaksızın ilk (ve son) kez reel hayata yakın bir duruşla acıdan bahsettiği albümüdür “34.788%… Complete”… … Ve bu albüm ile grup bir anlamda dağılır. Çalışmakta oldukları Music For Nations firması ile problemler zirve yapar, albümün mimarı Calvin grubu terk eder, yeni davulcu Bill Law da istifasını verir. Grubun üç top sakallısı, Aaron, Andy ve Ade ne yapacaklarını bilemeden bir başlarına mal gibi kalakalırlar. Grup havlu atmak yerine yanlarına eski Cradle Of Filth ve Anathema davulcusu Shaun Steels’i alır ve dörtlü bir kadro ile son başyapıtına imza atar. Önceki albümde müzikal açıdan adeta kendini nadasa bırakmış olan Andy baba, “The Light At The End Of The World”ü tek başına besteler. Bu albüm grubun “34.788%… Complete” albümüne kadar yapmış olduğu albümlerin tümünün özetidir. “Turn Loose The Swans”tan sonra müziklerinden atmış oldukları brutal vokaller ile birlikte eski logo geri döner, uzun, hüzünlü pasajlar geri döner, en önemlisi Aaron efendinin trajik gotik öyküleri geri döner. Grubun eski günlerini özleyen fanlar için bir ziyafettir “The Light At The End Of The World”. Dahası, “her yeni My Dying Bride albümü bir yenilik içerir” şeklindeki geleneği de devam ettirir: Eski My Dying Bride’ın en önemli özelliği olan kemanlar bu albümde mevcut olmadığından, “o albümlerde keman olmasaydı sonuç nasıl bir şey olurdu?” şeklindeki kritik sorunun yanıtını taşır. [youtube id=”iQzisL_aDxM” width=”620″ height=”360″] Birkaç paragraf öncesinde grubun kırılma noktası olarak “34.788%… Complete” albümünü göstermiştim ya. Vazgeçtim lan, geri alıyorum o lafı. Kırılma noktası asıl “The Light At The End Of The World” albümünün sonrasıdır.

2000-2010

Bir sanatçının sahip olduğu gücün devamlılığını sürdüren en önemli etkenlerden biri, kendinin ve yaptığı şeyin farkında olmayışıdır. Ne zaman ki sanatçı yapmakta olduğu şeyin güçlü yönlerinin başkaları tarafından nasıl tanımlandığına, nasıl analiz edildiğine kulak verir, işte o noktada içinden gelerek, doğal bir biçimde ortaya koyduğu sanat ile ilgili ön yargılarla sınırlanarak üretime başlar. Kendinin farkına varmak, bir sanatçının üretim gücünün sonunu getirmez ancak heyecan vericiliği için ölümcül bir darbedir. My Dying Bride’ın “kendinin farkına varması” işte “The Light At The End Of The World” ile gerçekleşir. Çok uzun müddet Celtic Frost’un vizyonerlik bayrağını devralmış bir grup olarak her yeni üretimi fanlar ve medya nezdinde takdir gören My Dying Bride, gayet doğal, yenilikçilik içgüdüleri ile ortaya çıkardığı “34.788%… Complete” albümü ile anormal tepkiler alıp tüm kariyerini kaybetme tehlikesi atlatmıştır. Akabindeki “The Light At The End Of The World” ise hem basın, hem de fanlar tarafından “özlenen My Dying Bride’ın dönüşü” olarak kutlanır. Artık My Dying Bride kendini tanımıştır, ilk kez aynada kendini görmüş ve aşık olmuştur; onlar hüzün dolu, görkemli, ortaçağ atmosferli Doom Metal’in krallarıdır, bu sebepten ötürü takdir görmüş, bu sebepten ötürü örnek alınmış, bu sebepten ötürü kariyer sahibi olmuşlardır. (Bu aslında kısmen bir yanılgıdır, ancak o kısma daha sonra geleceğiz – hala sıkılmadan yazıyı okuyanlar olursa tabii.) Kaldı ki Paradise Lost ve Anathema’nın tarz değişimi denemeleri hüsran ile sonuçlanmıştır (ya da sonuçlanmaktadır). Grup da “lan biz zaten ekmeğimizi günlük işlerimizden kazanıyoruz, bari durduğumuz yerde ağır olalım” diyerek ilk kez belirli sınırlar çerçevesinde, güvenli bir müzikal alanda üretime odaklanır. Bundan sonra gelen albümlerin tümü (“The Dreadful Hours”-2001, “Songs Of Darkness, Words Of Light”-2004, “A Line Of Deathless Kings”-2006, “For Lies I Sire”-2009) “The Light At The End Of The World”ün varyasyonlarından ibarettir – My Dying Bride’ın ilk 4 stüdyo albümünün kemansız biçimde tekrar ısıtılıp sunulmasından. Kaynak albümler o denli güçlü, dolu ve özgündür ki bu 2000’ler albümleri için yeterli miktarda malzeme üretilmesine olanak tanır. Amma ve lakin bu durum, kendini Celtic Frost’un mirasçısı olarak anan bir grup için aksi istikamette bir ilerlemedir: Artık yenilikçi denemeler yoktur; tipikleşmiş beste yapılarında daha fazla hüner kazanma çabası vardır. Bir zamanlar belirli bir arayış çerçevesinde üretim yapan sanatçılar iken, el işçiliğinde her geçen yıl aynı hatları tekrar tekrar kazıyarak daha da ustalaşan zanaatkarlar halini almışlardır. Grup sabit ve her geçen yıl daha kolay kabullenilir bir rota üzerinde ilerlediğinden yeni bir fan kitlesi de edinir. Öyle bir kitledir ki bu, grubun geçmişte yapmış olduğu ‘Le Cerf Malade’ gibi denemelere, ya da ‘The Cry Of Mankind’ın uzayıp giden final bölümüne anlamadan, çözemeden bakar; grubun trajik aşk öyküleri sunması ile yetinip mutlu olur. Bir zamanlar Avant Garde bir grup olarak anılan My Dying Bride’ın yeni kitlesi, Avant Garde tanımından bile habersiz bir kitledir! Ve grubun bir dönem imajının çok önemli bir parçası olan albüm kapakları da değişir. Aaron efendinin elcağızlarıyla ürettiği heykellerin enteresan ışıklandırmalar altında çekilen fotoğrafları gitmiş, yine Aaron efendinin fotoşopta ürettiği, standart Gotik Metal albüm dizaynları gelmiştir. Buradan: Buraya: Eh, böylece grubun üzerindeki gizem bulutu da artık darmadağın olur. Zirvede bulundukları 90’lar boyunca neredeyse yüzlerini gizleyen adamlar özel sahne kıyafetleri tasarlarlar, Aaron orasına burasına boya falan sürer, imza günlerinde kızlara öpücük dağıtan Joey Demaio gibi bir tip olur çıkar. Neredeeeen nereye be arkadaş! “A Line Of Deathless Kings” albümü için My Dying Bride’ın yaratıcılık anlamında dibe vurduğu nokta demek mümkün. Müzik artık değil 90’lar albümleri, 90’lar albümlerinin varyasyonlarından ibaret 2000’ler albümlerinin tekrarı halini almıştır. Müziği bir kenara koydum, Aaron’ın o benzersiz lirikleri bile kendi kendinin parodisine dönüşmüştür: Hemen her parçada “lay down”, “walk away”, “walk with (somebody)”, “dark embrace”, “comforting (somebody)” gibi laflar geçmekte, daha önceden defalarca My Dying Bride albümlerine konuk olmuş “sevdiği kadını elde edemeyince öldüren manyaklar”, “aşk acısından ‘yandım anam’ diye ağlayan adamlar”, “yarabbim yanımda neden yoksun diyen garibanlar” gibi konulara girilmekte, üzerine bir de adetten olduğu üzere bir Fransızca, bir de içinde “Raven” kelimesi geçen parça ismi kullanılmıştır. Grup açık bir biçimde kendilerini oldukları biçimde seven genç ve vizyonsuz hayran ordusu yüzünden otomatik pilota bağlamıştır ve bu sayede ilk kez bir My Dying Bride albümü “vasat” olarak tanımlanır. My Dying Bride müziğinin REJİM YAPAN KIZ KRAKERİ gibi yavanlaşmasına bir sebep de maalesef tek albümlük keman kullanmama “şakasının” birkaç albüme uzayınca şaka olmaktan çıkıp kakaya dönmüş olmasıdır. “The Light At The End Of The World” “acaba kemansız nasıl olurdu?” düşüncesinin karşılığı olarak tek seferlik bir deneme olarak kalmalıyken, My Dying Bride’ın hali hazırda deneyselliğini yitirmiş olan müziğinde bu enstrümanın yokluğu iyice ön plana çıkmaya başlar. “For Lies I Sire”da orijinal kadrodan geriye yalnızca Aaron ve Andy kalmıştır ve doğru bir seçimle kadroya yeni bir gıy-gıycı katarlar. Bu yeni abla (2000’ler My Dying Bride’ının kadro istikrarsızlığının bir sembolü olarak grupta çok kısa bir süre kalmıştır – adını sanını çoktan unuttum) eskiyi kopyalayan bir müzik söz konusu iken eskinin en önemli güçlerinden birini geri getirmek adına keman partisyonları ekler. Martin Powell’ın yerini tabii ki dolduramaz, hatta şöyle diyeyim, My Dying Bride’ın sahip olduğu en sönük keman partisyonları bu albümdedir. Diğer yandan, bu albüm “The Angel And The Dark River” dönemini andıran ağır, depresif parça yapılarının dönüşünü ve daha önemlisi Aaron’un artık kusturma noktasına getirdiği gotik aşk öyküleri anlatma takıntısından kurtulup ‘Shadowhaunt’ ve ‘Bring Me Victory’ gibi daha farklı lirikler yazmaya başladığını müjdelemektedir ve grubun 2000’lerdeki en iyi çalışmasıdır. Ve geldik yeni My Dying Bride albümü “A Map Of All Our Failures”a (sonunda!)

2010-

Bu albüm “For Lies I Sire”daki iyileşme sürecinin bir devamı. Grup 2000’li yıllarının büyük kısmını lekeleyen standart parça yapılarından uzaklaşıp daha riskli, içine girebilmek için birkaç kez dinlenmesi gereken aranjmanlar üzerine gitmiş. Avant Garde eğilimler geri dönmüş diyemeyiz ancak “The Barghest O’ Whitby” isimli upuzun, tek bir parçadan oluşan EP’leri sayesinde olacak ki, müzik ve liriklerin bir bütün halinde hikayeler anlatmasına odaklanılmış. Bu, My Dying Bride’ın 2000’lerde kazandığı saftirik/konformist fan kitlesini kaybetme riskini göze alması anlamına geliyor tabii ki. [youtube id=”4p1UWmPbMrY” width=”620″ height=”360″] İşte bu riski göze alan dolambaçlı, belirli bir zirve noktası olmayan parçalar sebebiyle de aslında “A Map Of All Our Failures” 90’lar albümlerine en yakın duran “yeni My Dying Bride” albümü. “A Map Of All Our Failures”ın söz konusu albümlerin ruhuna yakın durmasını sağlayan ikinci önemli faktör tabii ki Shaun Steels’in tekrar kadroya katılması. Shaun Steels aslen orijinal My Dying Bride davulcusu Rick Miah’ın tarzını kopyalaması ile bilinir, ancak bu albümde sanki Shaun Steels değil de Rick Miah çalıyor, o denli coşmuş eleman. Ve buradan geliyoruz 3. faktöre: DOOM. Malumunuz, My Dying Bride’ın müziği, Doom, Death ve zaman zaman Black Metal esintileri içeren bir müzik olsa da, kendileri Doom Metal adını verdiğimiz esnek müzik türüne aittir. Grubun 2000’lerde kazanmış olduğu kitlesi ile 90’lardaki fan kitlesi arasındaki en önemli fark, 90’lar kitlesinin spesifik olarak Doom Metal dinleyicisi, 2000’lerdeki kitlesinin ise ortaya karışık bir kitle olmasıdır. İşte bu kitle “A Map Of All Our Failures”da iyiden iyiye zorlanacak çünkü bu My Dying Bride’ın en yavaş albümü. Albümde bir iki parçadaki Death Metal blast-beat’leri dışında tüm parçalar çok ağır, monoton, gri renge boyalı ve neredeyse Funeral Doom türüne yakın bir çizgide seyrediyor. E Funeral Doom’un ana fikri “sabır” ve 2000’ler ciks My Dying Bride dinleyicisinin dikkatini koruma süresi de kısa olduğuna göre… Bunları geçip albüme yakından bakacak olursak… Karşımızda bilinmedik bir şey yok. Açılıştaki ‘Kneel Till Doomsday’, ‘The Dreadful Hours’ albümünün isim parçasının yeni versiyonu gibi, ‘The Poorest Waltz’ (klip parçası olacak) da ‘Blue Lotus’ ya da ‘Black Heart Romance’ parçaları çizgisinde. Yani ilk iki parçada 2000’lerden farklı bir numara mevcut değil. Ancak asıl mevzu ‘A Tapestry Scorned’un cenaze havası ve uzayan gitar feedback’leri ile başlıyor. Yürüyüş açısından tam anlamıyla “Turn Loose The Swans” dönemi ruhunda bir parça bu. Bu parça ile beraber albüm sürekli olarak dinleyiciyi ters köşeye yatırmaya, beklenen o klasikleşmiş zirve bölümleri yerine daha da dibe vuran, içine girmesi zor bölümlerle geliyor. Özellikle albümün isim parçasının bir My Dying Bride başyapıtı olduğunu söyleyebilirim. [youtube id=”ePUIGWJXxwU” width=”620″ height=”360″] Albümde öne çıkan diğer iki parça da “The Light At The End Of The World” albümünden fırlamışa benzeyen ‘Hail Odysseus’ (kız arkadaşını onunla bununla boynuzlayıp, terk edilince kafasını duvarlara vuran bir hıyarın öyküsünün sembolik anlatımı) ile Andy’nin Deathspell Omega introlarına benzeyen arpejler kullandığı ‘Abandoned As Christ’. 2 de vasat parça var tabii, ‘Like A Perpetual Funeral’ ve ‘Within The Presence Of Absence’. Ancak bu kez My Dying Bride tek bir parçaymışçasına ilerleyen, inanılmaz bütünlüklü bir albüm yapmış olduğundan şahsen beni dinlerken rahatsız etmediler. Haa, albümde bir de keman var tabii gene, bu kez gençten bir eleman çalmış… Ancak yok da sayılabilir. Çok çok az kullanılmış, kullanıldığı yerlerde de süreklilik söz konusu olmadan çeşni niyetine kullanılmış gibi duruyor. Lan madem yazıyı buraya dek okudunuz, o zaman birinci ağızdan duyduğum bir bilgiyi size aktarayım da dedikodu olsun: Grup 2 sene önce Martin Powell’ı gruba geri davet etmiş, hatta reunion meselesi varmış. Martin Powell şimdilerde müzikoloji bölümünde bir üniversitede öğretim üyeliğinde olduğundan ve My Dying Bride’dan yemiş olduğu kazıktan dolayı dönmeyi kesinlikle kabul etmemiş. Bu adam geri dönene dek de maalesef My Dying Bride asla eskisi kadar güçlü olamayacak çünkü grup 90’lara ne kadar yaklaşırsa, ki bu albümde ruh olarak iyice yaklaşmışlar, kemanın yokluğu bir o kadar açığa çıkıyor. Daha kötüsü de, yeni bir kemancı gelse bile, o kişinin Martin Powell’ın yerini asla dolduramayacak olması. “A Map Of All Our Failures”, My Dying Bride’ın “The Light At The End Of The World”den beri yapmış olduğu en iyi albüm. Evet, ‘Catherine Blake’, ‘My Hope The Destroyer’ ya da ‘My Body, A Funeral’ gibi öne çıkan parçalar içermiyor ancak klasik My Dying Bride mantalitesi gereği parçadan ziyade albüm bütünlüğünün önemi söz konusu olduğundan bu durum hiçbir anlamda eksi getirmiyor, hatta kendi adıma artısı olduğunu bile söyleyebilirim. Eğer 90’larda My Dying Bride hayranı idiyseniz ancak 2000’lerde bu hayranlığınız sönüp gittiyse bu albüme şans verin derim. My Dying Bride fanlığınız “The Dreadful Hours” ile başladıysa… Kusura bakmayın, zaten bu yazı sizin için yazılmamıştı, hayatınıza mutlu mesut devam edebilir, albümü hiçbir şey olmamış gibi (biraz sıkılarak) dinleyebilirsiniz. Haa, Martin Powell’sız My Dying Bride nereye kadar ilerleyebilir orası meçhul, zira bence yapabilecekleri en uç şey şu albümdeki müzik. Bir noktada sıkılıp bırakacaklar, ya da ikinci bir “34.788%… Complete” gelecek, ortası yok. Reunion olma şansı da Martin Powell’ın iddiasına olmadığına göre, en azından silahlarına sarılıp bunca senedir müzik yapmayı sürdürdükleri ve sürekli olarak isimlerinin büyüklüğünü sabit tutabildikleri için heriflere saygı duymak ve varlıkları ile yetinmek gerek belki de. Sonuçta, her zaman geriye dönüp, şu şarkıyı dinleyip, bir zamanlar üretmiş oldukları inanılmaz müzik için My Dying Bride’a minnettar olmak kaçınılmaz bir şey. [youtube id=”F-UE-KbCQD8″ width=”620″ height=”360″]

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.