Paradise Lost – Tragic Idol (Century Media, 2012)

Paylaş:
Yazarın notu8
8
Okuyucu Puanı: (1 Oy)9.5

Bu albüm ile ilgili uzun zamandır ahkam kesmek istiyorum ama nedendir bilmem, bir şeyler beni engelledi. Olay şu ki Paradise Lost bundan 16 sene kadar önce en sevdiğim gruplardan biriydi. E bahsettiğim 16-17 yaşındaki halim, o dönemlerde insan grup değil, sözcü arıyor kendine. Rol model mi dersiniz, ilah mı dersiniz, ne dersiniz bilmem. Resimlerine baktığın zaman olmak istediğin adamları göreceksin, böyle bir şey işte o dönemlerdeki fanlık hususu. Grup kurmaya kalkacaksın, ilk çalmaya çalıştığın şey o adamların parçaları olacak, kendini moda sokacaksın. Başkasının dinlediğini gördüğün zaman kıskanacaksın, senin daha büyük bir fan olduğunu kanıtlamak için sırana, evinin duvarına, çantana, hatta koluna o grubun adını, sembolünü kazıyacaksın. Eğer bir misfit isen, kendi dünyana kapanacak, o grubu Tanrı ilan edip nefret ettiğin her şeye karşı şarkılarını silah olarak taşıyacaksın. İşte Paradise Lost benim için bu konumdaydı. Elektro gitar aldığımda ilk çıkarmaya çalıştığım sololar Gregor Mackintosh’un “Shades Of God”daki sololarıydı. Arkadaşlarımla okuldan kaçıp itlik yaparken beynimin içinde dönüp duran Paradise Lost parçalarıydı. Kızın tekine platonik aşık olup, sahilde (artık oralara balık lokantaları yapıldı) jiletçilik oynarken Walkman’de gene Paradise Lost çalıyordu, falan filan. 17 yaşındaydım ve o gün o herifleri karşımda görsem ellerini öperdim. Onlar sahip olmadığım hayali abilerimdi. Grupların isimleri değişebilir ancak sosyal fobisi olan çoğu çocuğun böyle bir idolü muhakkak olmuştur. Ha sonra ne oldu? Ben bu deli gibi benimsemiş olduğum idolümü bir anda kaybettim. Benim gözümde hiç kendi kimliklerinden uzaklaşmayacak olan bu adamlar bir anda rotayı başka yönlere kırdılar. Ve ben de hiçbir gruba yapmadığım şekilde Paradise Lost’a öyle bir sırt çevirdim ki, bir noktadan sonra doğru dürüst adını bile anmadım, hayatımdan sildim. Benim için bir zamanlar ne kadar büyük bir grup olduğunu iyice unutayım diye, basitleştirdim kendilerini gözümde. Normalde şu yazıyı da karikatürize bir şekilde yazacaktım. Paradise Lost elemanları hesapta benim büroya gelip albüm tanıtımı yapacaklardı ilaç mümessili gibi, bir sürü zevzeklik falan filan, güya ben de bu şekilde herifleri ne kadar sevdiğimi içimde bastırmış olacaktım. Neyse iş gene ciddiye bindi, elde patladı, bakalım ne olacak. Yukarıda hafiften değindiğim konuları biraz açacak olursak; Paradise Lost 90’lar ekstrem metaline İngiliz kanadından çok güçlü bir giriş yaparak, “Gothic” albümü ile beraber türün en önde gelen isimlerinden biri halini almıştı. Herifler ikinci albümleri ile o dönem İngiliz metal basını tarafından en çok gazlanan yeraltı grup haline geldiler, hem deneysel, hem yenilikçi, hem de melodik bir müzikal yapı ile Death Metal’in tertemiz bir birleşimiydi albüm. Akabinde “Shades Of God” ve “Icon” albümleri ile grubun popülaritesi uçtukça uçtu. Türdeş grupları olan (bu arada tür: halifax kıraathane metal) My Dying Bride ve Anathema’ya göre Paradise Lost’un medyada, kitleler nezdinde daha kolay gazlanabilir olmasının belli başlı sebepleri şu şekilde sıralanabilir. 1. Basit ve kısa parçalar ile her ne kadar yenilikçi ve orijinal de olsalar klasik metal sound’una yakın durmaları: Genel dinleyici kitleleri tarafından yadırganması muhtemel keman, gırnata gibi enstrümanları müziklerine katacak kadar açık olmadılar, standart metal dinleyicisinin en açık olduğu “yeraltı” grup halini aldılar. Entombed, Carcass elemanları falan da denedi ama yemedi çünkü KALAS METALCİ GROOVE SEVMEZ, KALAS METALCİ BUNU KADINSI BULUR (kalas metal uygulama klavuzu, 2012 baskısı, sayfa 36). [youtube id=”mTSXu_ksvyM” width=”620″ height=”360″] 2. Hit yaratabilme kabiliyetleri: Ben konuşmayayım, şarkı konuşsun. (Şarkıyla beraber Erdem Çapar da konuşacak, “nesi hit lan bunun, teh” diye) [youtube id=”8Km4sSsCH4c” width=”620″ height=”360″] 3. İmaj: Tamam herifler laz, ama bir kere grup 5 kişi (EFENDİ GİBİ 2 gitar, bir bas, bir davul, bir vokal) olduğu için metalcinin kolektif bilinçaltından rahatça geçip zihnine yerleşebiliyorlar, yadırganma yok, adamların saç ve grup fotolarındaki renk filtreleri falan hafif HİSLİ-DUYGUSAL ama sakallı-bıyıklı MAÇO imaj ile olayı dengeliyorlar. 4. Gotik mevzusu: Bu mevzu, grubun kendisinin de çevre gazıyla çok sonradan dahil olduğu yalan bir mevzudur fakat medya bu herifleri bir dönem “metalin Sisters Of Mercy’si” ilan etti durduk yere. Almanlar da bu yüzden Paradise Lost çok sever, zira Almanya’nın %82’si Sisters Of Mercy hayranıdır. “metalin Pink Floyd’u” dıravı ise ne Tiamat’ta ne Anathema’da yedi, iki grup da yiyemedi ekmek, o da ayrı konu. Neyse netice o ki, Gothic Rock tayfası da “Shades Of God” gibi Doom albümü yapmış grubu “lan bunlar da bizdenmiş” diyip keriz gibi kucakladı, bu da ekstra mayış demek (Zaten gül gibi grubu da bu saçmalattı, ona daha sonra geleceğiz.) 1995’te yayınlanan “Draconian Times” ile birlikte artık tüm kapılar Paradise Lost önünde açılmıştı. Poster grubu olmuşlardı, yeraltından çıkıp yerüstüne geçiş yapmış, hayvan gibi seyirci kitleleri önünde headliner’lık etmeye başlamış, MTV’s Most Wanted’a bile çıkıp canlı çalmışlardı. “Draconian Times” artık “Icon” ile oturmuş olan Paradise Lost tarzının kusursuz prodüksiyon ve kusursuz düzenlemeler ile herkes tarafından daha ilk dinlemede benimsenebilecek hale getirilmiş şekliydi. Artık single için albümden parça seçmek yerine direkt olarak ‘The Last Time’ gibi single yazıyorlardı amcalar. Dünya ayaklarının altındaydı. [youtube id=”NqOcWE0ZS14″ width=”620″ height=”360″] Eğer Paradise Lost “Draconian Times”dan sonra o yolda ilerleseydi şu an dünyanın en büyük metal gruplarından biriydi. İnanılmaz bir momentuma ulaşmışlardı. Sonrasında biraz daha ticari ancak “metal” bir albüm ile olay bitecekti. Arsayı ucuza kapatmışlardı, nasılsa olay tekrar metale dönecekti, sonrasında tabiri caizse “öttüreceklerdi” ama maalesef bekleyemediler. Bu adamlara “siz aslında Sisters gibi müzik yapıyosunuz” diye kim akıl verdiyse onun ağzına tüküreyim. Birincisi, “Icon”, “Shades Of God” falan, nesi Sisters Of Mercy lan bu albümlerin?? Paradise Lost’un çıkış noktası Celtic Frost adlı bir grubun ‘Mesmerized’ isimli şarkısıdır. Tüm Paradise Lost müziklerini üreten Gregor Mackintosh beste tarzını tamamen buradaki “sert ritm gitar üzeri melodik solo gitar nağmeleri” formatından almıştır. Var mı Sisters’da böyle bir format, a hıyarlar sizi? Paradise Lost’un signature’ı budur.  Ama birisi çıkıp “Gothic” albümü yüzünden “Paradise Lost’un tarzı Gotik Metal” deyip, bunun üzerinden de konuyu “Gotik Metal zaten Gotik Rock’ın Metal olanı” dıravlığına bağlayıp Paradise Lost’ın Gothic Wave Treffen’e davet edilmesine yol açınca işler değişti. Şimdi sene 1996. Metal diye bildiğimiz tür çoktan mainstream olarak olaydan elini eteğini çekmiş, Grunge’ın gelişinden sonra endüstri metal müziğe sırt çevirmiş, umudumuz Death Metal artık inişe geçmiş, 90’lar başında ekstrem olan gruplar da daha geniş kitlelere ulaşmalarını sağlayacak bir çıkış bulma peşinde. Hamle ne olmalı? E adam bakıyor ekmeğin geldiği yön Avrupa’da, Avrupa’da da dinleyiciler biseksüel ve piercing’li, vereyliyor adam elektronik altyapıyı, bariton slogan vokallere dayalı müziği ve grubun 5 albümdür signature’ı haline getirdiği ne varsa, ki en başta yukarıda bahsettiğim melodik gitar mevzusu geliyor, çıkarıyor müziğinden aheste aheste. Hayır kardeşim, sen gene tarzını elektroniğe kaydır, ne diye seni sen yapan parça yapılarını bozarsın, o gazı sana kim verdi? Yeni şekilleri ile yaptıkları ilk albüm “One Second”da amcalar fena sayılmayacak “poppy” bir albüm üretip güzel satış rakamına ulaştılar. Tabii görmezden gelinen gerçek, o albümün satışı üzerinde bir önceki albüm “Draconian Times”ın ve o dönem kazandıkları fanların alım gücünün etkisinin çok büyük olmasıdır. Öyle olmasaydı bir sonraki radikal deneme ellerinde patlamazdı. Ve geliyor “Host”… Şimdi yanlış anlaşılmasın, tarz yobazı biri zerre kadar değilim, kendimi bu konuda savunmaya bile ihtiyaç duymam. Sevdiğim grupların sürekli olarak değişip gelişmesinden de rahatsız olmam. Tamam da, SANA MI KALDI LAN PLAK FİRMASI GAZIYLA DEPECHE MODE KİTLESİNİN EKMEĞİNE GİRMEK!! [youtube id=”jBTkrtHtIJY” width=”620″ height=”360″] “Hazır Martin Gore daha fazla gitara abanıyor, e biz de Martin Gore’a abanalım” düşüncesinin hakim olduğu “Host”ta bestecilik yeteneği Gregor abiyi henüz terk etmemiş ve halen güzel besteler üretebilir halde de olsa, ilk 5 albümünü METAL tarzında üreten bir grubun 7. Albümünü ‘Electro-Goth Rock Synth Pop Yalarım’ stilinde üretmesini geniş kitleler maalesef yememiştir. Eski fanların söz konusu tarz ile hali hazırda alakalı olanları “lan ben zaten bu müziği başkalarından daha iyi biçimde dinliyorum, size ne oluyo” yorumunu yaparken, o dönem “Metal hakkaten banal gotik motik bi inceleyip daha klasss.sss..ss… olmam gerek hacı” moduna girenleri albümün büyük destekçisi olmuştur… Da dünyanın geride kalanı İDRİS şekilli bu 5 adamı pop star olarak kabullenmemiştir, bir kere en başta heriflerin metal grubu gibi 5 kişi olması kitleye itici gelmiştir, afedersin elinde fotomaçla Makine Elemanları dersine geç giren Makine Mühendisliği öğrencileri gibi. Neticede “Host” ticari açıdan elde patlayıp Paradise Lost EMI’ın yüzünü güldüremeyince, ipler EMI’ın eline geçmiştir. “Siz beceremiyonuz, biz işimizi biliriz” diyerek biraz daha sertleşen ancak Paradise Lost’un kimliğinden hepten kopuk, bugün grubun bile “kayıp albüm” olarak andığı “Believe In Nothing” albümünü yaptırırlar heriflere. Laf aramızda, sırf klas olmak adına Paradise Lost’un bu albümünü bile sırf “moderen” bir Paradise Lost albümü olduğu için öncekiler kadar beğendiğini kaydeden ülkemiz dinleyicileri de olmuştur ki bu durum “kültür edinmek ile algı sahibi olmayı karıştırmamalı” şeklindeki deyimin kusursuz bir karşılığıdır. Sonrası? Sonrası karman çorman. Grubun bir yandan önüne baka baka baba ocağına dönercesine her albümde biraz daha sertleşmesi, ama bu albümlerin her birinde de “ulan acaba popülariteyi yakalar mıyız ya” mantığında gene de modern esintileri eksik etmemeleri. Medyanın gotik ayağına bunları gazlayıp belgesel çekmesi, bunların KONT GİBİ giyinip rezalet pozlar vermeleri falan. Benim kalbim dayanmadığı için bakamadım gruba o dönem pek. Çünkü saçma kararları olmasa Metal’in zirve gruplarından olmuşlardı o dönemlerde çoktan. Neticede istemeye istemeye de olsa ana kucağına geri döndü Paradise Lost. “Popçular kaçar” diye uzak durmaya çalıştıkları karanlık imgeler grubun kapaklarına geri döndü, “mainstreamciler fazla metal bulur” diye basitleştirdikleri gitarlar tekrar komplike oldu, solist Nick Holmes tekrar çığırmaya başladı falan filan. Bir önceki albüm “Draconian Times”ı takip etmesi gereken albüm gibiydi. “Tragic Idol” ise “Draconian Times” zamanlarından beri yapılan tek gerçek Paradise Lost albümü. Her şey ölüme bakıyor. Mackintosh abimiz babasını kaybettikten sonra ilk Paradise Lost albümü ayarı Vallenfyre isimli Death/Doom projesini kurunca herhalde Metal çalmayı ne kadar çok sevdiğini hatırladı. Ya da “Draconian Times”ın yıldönümü turnesinde “lan biz ne kadar iyi albüm yapıp sırtımızı çevirmişiz aslında yaa” diye kafalarını duvarlara vurdular. Ya da artık popülerlik umutları tamamen öldü, serbest kaldılar. “Tragic Idol”, Paradise Lost’un Doom köklerine dönüş arkadaşlar. Paradise Lost, birkaç zevzek basın elemanı “Gothic” yakıştırması yapmadan evvel Doom Metal grubu olarak bilinirdi. Sonra kendileri de unuttular. E malum, Doom popüler olamayacak bir tür. İşte “Tragic Idol” bu kaybı kapatıyor. Sert, öküz gibi, ağır, kıro, hırbo, sakallı, kıllı rifflerin Paradise Lost müziğine dönüşünü müjdeliyor. ‘Crucify’daki ders niteliği taşıyan İngiliz Doom rifflerini dinleyin. ‘Fear Of Impending Hell’in, ‘The Glorious End’in epik Doom atmosferini bir tadın. Ya da ‘Solitary One’ın Trouble çıkışlı klasik Doom armonilerine bir kulak verin. Orada Paradise Lost’un Paradise Lost olduğu ilk 5 albümü duyacaksınız. Hayır kardeşim, sen gene elektronik ol ama sen gel bunun elektroniği ol! Ah işte bunu yapamadınız hırbolar sizi. “Tragic Idol” ilk 4 Paradise Lost albümüne çok yakın duran, bunun üzerine hemşoları My Dying Bride gibi hızlı ve agresif bölümlerin de eklendiği, modern sound’lu bir albüm. Modern, cızcız sound benim ilgi alanıma girmiyor ama gençler seviyor ne yapalım. Bir iki vasat parça var, gerçek anlamda “hit” parça da yok ama ne fark eder? Üzerinde hayvan gibi vakit harcanmış bir albüm olduğu ortada. Ama her şeyin ötesinde, bu albümde sevgi var arkadaşlar; Müzik sevgisi, beraber müzik üretme sevgisi, büyük olmaya değil, bir şeyler ortaya koymaya duyulan sevgi var. Yıllardır yayınladıkları tüm albümlere kulak verdim heriflerin, hiçbirinde ‘Yearn For Change’deki samimiyeti hissedemedim. Bu albümü dinlerken “iyi yapmışlar aferin” derken ‘Honesty In Death’in sonundaki final bölümünde istem dışı şekilde birden gözlerim doldu. Kimsenin içinden gelmeden bu kadar güzel bir melodiyi, öyle bir parçanın sonuna koyamayacağını anladım. Heriflerin kaybettikleri yılları gördüm (NAAAH kaybetmedikleri yıllar, kaybetmedilerse tekrar bu tarzda işleri ne?), hayal kırıklıklarını gördüm, daha önemlisi 17 yaşındaki halimi, arkadaşlarımı, gözüm gibi baktığım çekim kasetlerimi, 50 kere okuyup eskittiğim fanzinlerimi falan gördüm. Kendimi kötü biri olmaya zorladığım, en yakın arkadaşlarımın bile mikropluk yapabildiğini gördüğüm zamanlardan öncesini, çocuk olduğum zamanı gördüm. Bu nedenle “Tragic Idol”, her ne kadar o ilk 5 albümden geride kalsa da, beni tekrar Paradise Lost fanı yapmayacak da olsa, eskiyi bu kadar canlı hatırlatabildiği için benim için önemli bir albüm olarak kalacak. [youtube id=”kU18F6yTuHo” width=”620″ height=”360″] Evet durum bundan ibaret, başka diyecek bir şeyim yok. Bu cümleyi de artistliğine değil, cidden kapanışa bir şey bulamadığım için yazdım.

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.