1980 Sonrası En Sevdiğimiz Akustik Kayıtlar

363
0
Paylaş:

Merhaba, Paslanmaz yazarlarından bendeniz Kerem Onan ve suç ortağım Volkan Atay ikilisi olarak, pandeminin sonuna doğru yaklaştığımız bu güzel bahar günlerinde, yeniden sosyalleşmenin tam arifesinde, elinizin altında bulunsun isteyebileceğiniz bir akustik albümler listesi hazırladık sizlere.

Volkan ile akustik kayıtlar hakkında ne zaman muhabbet etsek aklımıza hep Lauryn Hill gelir, pop dünyasında pek kimsenin cesaret edemediği bir sürü şeyi tek konsere sığdırdığı bu albümü övmeden geçemeyiz. Kendisi akustik albümler tarihinde double olarak kaydedilmiş ( belki de tek mi acaba, araştırmadık açıkçası ) çok az sayıda eserden biridir. Sanatçının müzik endüstrisine, eski grup arkadaşlarına ve müzik basınına duyduğu kızgınlığın çok net hissedildiği, şarkı aralarında kadın erkek ilişkileri, politika ve aşk hakkında çok güzel tiradlar içeren nefis bir manifestodur. Son olarak Springsteen’in kariyeri boyunca arada bir yaptığı gibi, hiç stüdyo albümünde yayınlanmamış bir sürü şarkının karşımıza ilk defa akustik olarak çıktığı sürprizlerle dolu bir kayıttır. Soul, r&b, hip hop, blues’un harmanlı duygusunu ve ozan şarkıcıların ortak aklına seslenen ruhu bir arada hissedebilir, beyaz adama Asya’dan gelmiş telliler ile Afrikalı Amerikalıların köle gemilerinde yanlarında getirdiği vurmalıları bir araya getirerek modern çağın baskın müzikal kültürünü yaratan Kuzey Amerika kıtasının her gün televizyonda göremeyeceğiniz köklerini duyabilirsiniz.

Burada Hill’in albümünü özel yapan, sanatçının kendisi kadar, tüm performansın akustik olmasıdır da aynı zamanda. Müzik yolu ile iletişimin insan ruhunda yarattığı terapi etkisine tanık olurken, dil ile iletişimin etkili kullanıldığında ufacık bir kitleyi bile nasıl büyüleyebildiğini hayret içerisinde izleriz. Pop müziğin bazen çok sesliymiş gibi yapan ama etkisiz kalan müzikal cümbüşünün akustik forma indirgenmesinin karşısında, dili çok iyi kullanan şarkıcının kelimelerinin, etkili cümlelerle büyümesi bu dengeyi sağlar.

Sanırım bizi bu listeyi yapmaya neyin ittiğini anlatmaya yukarıdaki cümleler yeterli olacaktır. Ama bir diğer sebebin, artık sadece şarkılarda atmosfere ve sound’a önem vererek, lirik anlamda çoook sınırlı kalıplarda müzik icra etmeye başlayan 2010 sonrası pop ve rock şarkıcıları olduğundan da şüpheleniyorum. Müziği sadece o anda tüketilen bir keyif verici maddenin arka planına indirgeyen ve sözde anlam aramayı bırakan bu yeni alışkanlığı kabullenemiyor, ona kendimizi bırakmakta zorlanıyoruz. Şarkı sözlerini ezberleyen, albümleri detaylarıyla incelemeye vakit ayıran bir dinleyici çizgisinin her nesilde sabit olduğunu varsayarak bu listeye girişiyoruz.

Kişisel olarak 1988’de Tracy Chapman’ın kendi adını taşıyan ilk albümü ile bu dünyaya girmiş bir müzikseverim ama 90’larda grunge patladığında Pearl Jam’e sahnede eşlik eden Neil Young’ı keşfettiğimdeki heyecanı taşıyorum hala akustik müzik dinlerken. Zamanın bayrak dergileri Modern Rock Postası, Stüdyo İmge ve Roll gibi neşriyatlarda sürekli okuyacağımız bu isim, 1960’ların sonundan günümüze gelen ozan şarkıcı ekolünün Bob Dylan, Joan Baez ve Leonard Cohen ile birlikte en çok adını duyduklarımızdan biri olarak kalacaktır Türkiye müzik basınında. Aslında tam da bu sebepten, akustik albümler 60’lı yıllardan bugüne çok uzun bir zaman dilimine yayıldığı için kendi listemizi 1980 sonrası yayınlananlar ile sınırlı tuttuk. Zira müzik tarihi Robert Johnson ve Big Bill Broonzy’nin akustik blues 45’liklerinden Dylan ve Young’ın sayısız albümüne kadar, yüzlerce akustik klasikle dolu, bunları tekrar tekrar anmak yerine, kendi çağımız olan 80’ler 90’lar ve 00’lerden en sevdiğimiz albümlere yer vermeyi tercih ettik.

Diğer yandan listede mesela Cat Power, Sun Ra, Conor Oberst, Bright Eyes gibi göreli modern ve yenilikçi indie kökenli isimler de yok, kabul eksiklerimiz vardır, ama amaç en iyileri değil, en sevdiklerimizi paylaşarak, köşelerde kıyılarda kalmışlarla modern klasikleri bir anda anmaktı ne de olsa. Eksiklerimize ithafen, listenin sonuna yaşadığımız çağda bağımsız müzisyenlerin yaşadıklarını çok güzel bir kara mizah ile anlatan ve müzikleri ile 1940’lardan günümüz modern ozan çalgıcılarına kadar çok uzun bir döneme damgasını vurmuş olan sanatçıları başarıyla anan Coen Kardeşler klasiği Inside Llewyn Davis’i koyduk. Eğer kazara izlememişseniz, müzik ile ilgili fimler ile ilgili kafanızda bugüne kadar oluşmuş o pembe dekoru kırıp dökmeye hazırlanın ve ilk fırsatta izleyin..

Ama yine de alternatif rock’dan hard n heavy’e, Americana’dan protest folk’a; R&B’den caz müziğe kadar, eğlenceli bir seçki hazırladık bence. Benim sloganvari propaganda ile dolu hissiyatları haykıran vokalcilere, Volkan’ın ise büyüleyici akustik soundlara olan ilgisinin bir karışımı oldu liste.

Son olarak, misal sadece bir yarısı akustik olan GNR Lies gibi albümleri listemize katmamış olmakla beraber, sadece bir synth ya da elektro bass içeriyor diye kimi albümleri de dışlamadık akustikhaneden.

Haydi buyurun, uzun bir yolculuk sizi bekliyor..

Lauryn Hill – MTV Unplugged (2002)

Volkan Atay: Bu topraklarda verdiği konserin etkisi üzerinden geçen yıllara rağmen sürerken, listemin en tepesine bu albümü tüm bilinç ve idrak yollarım açık olarak ekliyorum. Arşivimde neredeyse her formatı bulunan, zamansız ve büyük bir kayıt. Mr. Intentional çalarken tüm hücrelerimle hazır kıta çivilendiğim doğrudur. Ve öyle kalacaktır.

Tesla – Five Man Acoustical Jam (1990)

Volkan Atay: Tesla dönemdaşı çoğu hard rock grubunun aksine bilinçli olduğunu düşündüğüm şekli ile ihtişam ve parıltıyı en az kullanmaya çalışan gruplardan birisi oldu. Bu nedenle de bu kaydın doğallık ile ama aslında ışıl ışıl parlayan bir sahne ve işitsel zevk gösterisine ev sahipliği yapması, işin en keyif verici noktalarından birisi. Dinlemek için bahane yaratacağınız, duble keyifli bir iş olması nedeni ile hala da etkisini korumakta.

Eric Clapton – MTV Unplugged (1992)

Volkan Atay: Biraz radikal bir şekilde düzenlenmiş “Layla” bu kayıttaki versiyonu ile uzun zaman boyunca hatırlanıp sevilen kült bir şarkıya işte bu albümle dönüştü. Grammy’lere boğulan bu albüm iş akustik işleri konuşmaya geldiğinde her zaman üst sıralardan kendine bir konuşma yeri edinmiş durumda. Bu arada Eric Clapton’un bu kayıtta çaldığı gitar da bir açık arttırmada oldukça yüksek bir fiyata satılmıştı. Nasıl satılmasın ki?

Alice In Chains – MTV Unplugged (1996)

Volkan Atay: Azımsanmayacak bir kitle tarafından bu listenin en tepesine yerleştirilecek kadar çok sevildiğini düşündüğüm bir konser albümü. Orada bulunmasanız bile, bu albümün kaydedildiği samimi ortam ve atmosfer, sizi çok hızlı bir şekilde sahnenin en yakınından eşlik ettiğiniz bir yere ışınlamayı beceriyor. Üretilen performansın suratınıza dokunacak kadar gerçek hissettiren gücü sayesinde bu seçkide yer almaması zaten düşünülemezdi. Alice In Chains hatıralarımızda grubun efsane albümlerinden birisi olarak kıymet görmesi de bu sebepten.

Tracy Chapman – Tracy Chapman (1988)

Kerem Onan: Daha heavy metal acid müzik kavgası ciddiye alınıyor ve pop müziğin renkli altın yıllarının sonu geliyorken, elinde gitarı ve kızgınlık dolu protest şarkılar ile aşk şarkılarını aynı potada erittiği bu ilk albümüyle bir anda ekranlarımıza düşüverdi Chapman. Joan Baez’in ilk zamanlarındaki çiğ soundu, Afro Amerikan ritmiyle çaldığı gitarına kattığı siyahi aşk ağıtlarıyla, kadınlara ekranda öyle bir yol açtı ki, bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı. O yoldan Tanita Tikaram’lar ve Suzanne Vega’lar girdi, Tori Amos’lar Birdy’lerle yolculuk devam ediyor. Tek bir gitar ve iyi bir ses ile neler yapılabileceğinin en iyi kanıtlarından biri bu albümdür.

Neil Young – Unplugged (1993)

Kerem Onan: Yukarıda da belirttik, özellikle ABD topraklarından dünyaya fışkırmış ozan şarkıcı geleneğinin yeniden harlanması grunge’ın patlamasına denk gelir. Nirvana, Soundgarden ve Alice In Chains dinlerken nasıl punk, post punk ve indie’nin asıl kahramanlarına doğru geriye yolculuk yapmış olmanız gerekirse, Pearl Jam’in müziğinin akla ilk getirdiği de Neil Young’dı 90’larda. Bu albüm, o dönem oldukça genç olan bir nesil için 1940’lara, hatta Woody Guthrie’lere kadar geri giden bir keşif yolculuğunun başlangıcıdır.

Nils Lofgren – Acoustic Live (1997)

Volkan Atay: Zannediyorum açık ara en iyi kayıtlardan biri bu albüm. Nasıl tonlanmış ve nasıl mixlenmiş ise artık, bir hi fi sevdalısı olarak albüm çalarken hissettiklerimi tarif etmem zor. Hani ‘ses olup üstüne yağması’ diye bir tanım var ya, işte bu albüm onun için dile getirilebilecek en iyi işlerden birisi. Mutlaka dinleyin.

Al Di Meola, Paco De Lucia, John McLaughlin – Friday Night In San Francisco (1980)

Volkan Atay: İşte gerçek bir gövde gösterisi diye ben bu albüme derim. Her biri enstrümanı ile nirvanaları zorlarken bir araya gelip zamanı ortadan kırmak istemiş olmalılar ki elimizde böyle bir konser albümü var. Şanslıyız ki, bu kaydın herhangi bir formatta kötü ses veren versiyonu yok, her zaman en azından çok iyi bir ses ile kulaklarımıza geliyor. Ki albümü dinlerken zamanı ortadan kaybedip sizi o arenaya hapsetmek gibi çok önemli bir iş de başarılmış oluyor.

Bruce Springsteen – Nebraska (1982)

Volkan Atay:  Müziğini ahlaki bir amaç ile şekillendirmiş usta bir müzisyenin, hayranlarına değer ve kurumların çöktüğü bir dünyada içindeki hisler ile ürettiği büyük ölçekli bir albüm bu. Erken dönem rock & roll ruhu ile bezeli bu albüm yukarıdaki keskin çizgiler etrafında hala duyulduğu kulaklarda büyümeye devam etmekte. Aynı zamanda öyle naif ve kırılgan ki, o kadar olur..

Ben Harper – Fight For Your Mind (1995)

Kerem Onan: Türkiye’de kariyerinin doruklarında verdiği konser ile akıllarda kalacak olan ve yine Afro Amerikan ritim duygusunu blues ile harmanlayarak satırların yazarını kalbinden vuran Harper’ın ikinci albümü Fight For Your Mind, 26. yılında hala başucu albümlerimden biri. Oppression, Excuse Me Mr. ve People Lead gibi üç protest marşı tek albüme sığdırmak herkesin harcı değil. Hele kapanıştaki Power Of The Gospel’in büyüsünü kelimelerle anlatmak mümkün değil.

Nirvana – MTV Unplugged (1994)

Volkan Atay:  En basit tabiri ile grubun ikon haline gelmesinde bu albümün payı çok yüksek. Hatta ‘unplugged nedir?’ için de bir cevap yaratmakla da kalmaz, bunun çok önemli bir öğretisi de olmuştur. İçeriğe konu olan ve adım adım inşa edilmiş her nota müzikal bir zenginlikle de parlamaktadır. Ve sonuç olarak izlenmesi ve dinlenilmesi çok sevilen bir tecrübeye dönüştüğü de kesin. Popülerliğinin zirvesindeyken bir grup için bırakılmış en güzel imza işlerden de birisidir.

Chuck Ragan – Feast Or Famine (2007)

Kerem Onan: Hem akustik gitardan çıkan sese hem de hardcore/punk denilen türe aşıksanız, türün bayrak gruplarından Hot Water Music’in solisti Chuck Ragan’ın solo albümlerinde yaptığını dinlediğiniz zaman çarpılmamanız mümkün değil. İşte tam da bu yüzden punk kökenli olmayan müzikseverlerin çeperlerine giremeyen, çiğ ve sert bir tarzı var Ragan’ın. Sesini ilk duyduğunuzda The Boat ve Symnetry sizi çarpıyorsa zaten bizdensiniz demektir. İrlanda kökenli Amerikalıların müziklerine aşina olanların da göz atmasında fayda var.

William Duvall – One Alone (2019)

Kerem Onan: Çoğunuzun Alice In Chains’in Layne Stayley’den sonraki vokalisti olarak tanıdığı William Duvall, tarihte kendisinden önceki vokalistin karizmasına rağmen görevi devir aldığı grubu sırtlanıp daha iyi yerlere taşıyabilen ender seslerden biri. Grubun beyni olan Cantrell’in neredeyse soul ve R&B dahil her türü icra edebilecek kadar iyi bir sesi alıp AIC’in sludge / stoner soslu sounduna tam oturtabilmesi de efsane bir yetenek. Tam grubun fanları ‘bu adamda da ne ses var ya’ diye düşünürken nihayet iki sene önce kendisi inanılmaz başarılı, içinde tek bir filler bile bulundurmayan bu komple akustik albümü çıkardı. Bir çok insan ıskaladı, siz ıskalamayın

John Mayer – Where The Light Is: John Mayer Live In Los Angeles (2007)

Volkan Atay:  Daha ilk saniyelerden itibaren ne kadar güçlü bir show olacağının garantisini hissedeceğiniz bir albüm de bu. Üzerinde ciddi olarak çalışılmış ve ardı ardına gelen şahane versiyonları ile müthiş bir setlist de var.

John Mayer gerçekten çok yetenekli bir söz yazarı, vokalist, gitarist ve sahne adamı olduğunu bir gövde gösterisi ile sunmak istemiş belli ki. Konserin içerdiği 3 başlıkta da (Akustik – Trio – Band) çok iyi iş çıkarılmış. Arkadaşın müşterisi iseniz kaçırmış olmanız pek mümkün değil elbette de hiç dinlememişseniz ya da kulak kabartmak kadar bir ilginiz varsa bile ıskalamamanız gerekiyor.

McAuley Schenker Group (MSG) – Unplugged (1992)

Kerem Onan: Michael Schenker, proto metal’in bilinen en önemli gruplarından biri olan UFO’da çalmış, sonraki projelerinden MSG ile de hard n heavy dünyasında oldukça prestijli bir yeri olan efsane bir gitarist. Pek çoğunuz kendisini Scorpions gitaristi Rudolph Schenker’ın kardeşi olarak biliyorsunuz. İşte bu albüm, grubun vokalde Robin McAuley’in olduğu döneminden hitlerin oldukça farklı akustik versiyonlarını içeren ve yine McAuley’in korkunç duygulu performansıyla tarihe geçmiş bir kayıt. Özellikle hard n heavy baladlarına ilgi duyanlar kaçırmasın.

Frank Turner – Love Ire & Song (2008)

Volkan Atay:  Albümü ilk tecrübe ettiğimden beri, sanki yanında oturmuş da bir arkadaşımdan parçalar dinliyor ve cırtlak sesimle eşlik ediyorum gibi hissediyorum. Zamanla ben de hiç fena söylememeye başladım sanki:) Suratımda yaydığı gülümsemeler ve samimi hisler ile birlikte içindeyken iyi hissettiğim yol albümlerinden birisi. Kendi deneyimlerinden size içini döken bir arkadaş samimiyeti yabana atılacak bir durum değil. İyi ki canının istediği şekilde müzik üreten insanlar var. İyi ki bu albüm de var..

Dave Matthews & Tim Reynolds – Live At Luther College (1996)

Volkan Atay:  Oooo işte gerçek bir performans canavarı daha. Kendilerini ne kadar sever ya da sevmezsiniz bilemem ama bu albüm en ciddi manada bu yazı içeriğindeki müzik sohbetlerinde kendinden bahsettirecek kadar güçlü ve ruh dolu. Benim için baştan sonra bir klasik olarak sayıyorum. Tüylerimi diken diken eden çok sayıda yeri var. Umarım bir gün plak olarak da arşive katabilirim. Çok iyi bir kayıt.

Foo Fighters – Skin And Bones (2006)

Volkan Atay:  Halen daha devam eden kariyerleri süresince birçok beklentiye meydan okuyan bir gruptan, kesinlikle yüksek bir dinleme sağlayan bu çok güçlü bir albüm için alkışlar forte elbette. Bu tarz albümlerin sizi müziğin üretildiği o konser salonunun ortasına ışınlama hissi yaratması ve becermesi sizin de bildiğiniz gibi çok önemli. Ve işte bu albüm müthiş bir yer gösterici. Bence ışığı takip edip bir kere daha gösteriyi izlemenin hiçbir zararı yok. Vaadinin altında kalmayan süppper keyifli bir iş sizi bekliyor zira.

Beck – Mutations (1998)

Kerem Onan: Mutations, Beck’in hiphop’tan indie ve post punk’a göz kırpan ilk dört albümünden sonra grunge sonrası suların durulma döneminin de etkisiyle dinginleştiği ve sakinleştiği bir dönemi anlatır. Albüm yekpare bir şarkı gibi akar gider ve daha da önemlisi günümüzde on dört albüme ulaşacak kariyerinde ‘I’m a lusır beybeee’ den çok daha sofistike işlere gidecek olan bir yola girdiğinin de işaretçisidir. Gerçi kafası hala karışık, sonraları retro disko funk işlerine girdi, sadece notalarını yazıp kaydetmeden mektup olarak ortaya albüm bıraktı arkadaşları çalıp söyledi falan. Deli işte, seviyoruz.

Inside Llewyn Davis – Original Motion Picture Soundtrack

Kerem Onan: Geldik listenin sonuna. Finale, akustik müziğin geldiği yere sinemasal bir gösterge olması için bu Coen Kardeşler filminin müziklerini koyduk. Justin Timberlake gibi isimlerin filmde seslendirdiklerinin yanı sıra, folk müziğin her döneminden anonim şarkılar ve Bob Dylan gibi türün ağababalarından örnekler içeren bu soundtrack de kapanışa yakışır bir başucu albümü. Türün geçmişine uzanan yolda önemli isimlere doğru bir araştırmayı başlatma potansiyeli de işin kreması.

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.