Arvo Pärt’ın Müziği ve Evrenle Bir Olmak: “1 + 1 = 1”

Paylaş:
arvo part - paslanmaz kalem

Nasıl delirmiyoruz, bazen gerçekten şaşırıyorum. Sadece yaşadığım ülkede değil, bütün dünya etrafında gerçekleşen olaylardan yayın organlarına gündelik olarak yansıyanlar aslında akıl sağlığımızı bir anda yitirmemiz için yeterli. Gündemimize bakın: Çin’i protesto etmek için Koreli turistlere, hatta Uygur Türklerine saldıran sözde milliyetçiler, Orta Doğu’dan kelle kesme videoları, “biz” ve “onlar” gibi ayrımları derinleştiren sözde siyasetçiler, iflas eden ülkeler, kadınlara, çocuklara ve hayvanlara yönelik biteviye istismarlar, çoluk çocuk demeden katliamlar yapan Afrikalı dinci örgütler vs. Çok fazla! Zihnimizin kavrayabileceğinden çok daha fazla! Ve bu yazdıklarımın hepsi sadece bir 24 saatlik zaman dilimine ait. Hakikaten, değil mi? Nasıl delirmiyoruz?

Bu sorunun cevabını hepimiz sözel olarak veremeyecek olsak da pratikte her birimiz çok iyi biliyoruz. Psikolog/psikanalist Arno Grüen’in “Empatinin Yitimi”ndeki ifadesiyle, “kişi kendi acısından kaçabilmek için başkasını kendinden aşağıda görebilmelidir. Böylece hepimizi birbirimize bağlayan şey, yani ortak acımız görmezlikten gelinir. Bu yüzden de insan olarak ortak konumumuza ilişkin gerçek bir anlayış geliştirmek mümkün olmaz… Nefret ve buradan kaynaklanan şiddet karşısında gözlerimizi kapamanın bir yolu da nefret ve şiddeti toplumumuzun alt tabakasına, aşağı insanlarına, ilkellerine ait bir ifade biçimi olarak görmektir.”

Empatinin yitimi: 1932 yılında Ukrayna’nın Harkov şehrindeki “Holodomor” (Ukraynacada “Açlıkla İmha Etmek”)

Gözümüzün önünde gerçekleşen trajedilerden kendimizi soyutlayarak, hatta bu trajedilerin öznelerini kendimizden aşağı görerek acı duymuyor ve akıl sağlığımızı koruyoruz. Benliğimizin tüm insanlıktan, hatta tüm evrenden koptuğu öyle bir zamanda yaşıyoruz ki merak etmeden duramıyorum: Örneğin, Auschwitz şu anda var olsaydı, televizyondan canlı yayımlanamaz mıydı? Kızıl Kmerlerin Kamboçya’da yaptıklarını orada yaşayan bir blog yazarının Facebook sayfasından takip edemez miydik? Ya da Stalin’in Ukrayna’da bilerek empoze ettiği kıtlığa dair fotoğrafların sanatsal Tumblr sayfasının milyonlarca takipçisi olmaz mıydı? Söylediklerim kulağa saçmalık gibi mi geliyor gerçekten? Oysaki bunların benzeri trajediler her gün Türkiye’de bile yaşanıyor.

“Ben,” “biz”den öyle kopuk bir hale gelmiştir ki, insanlığın bu en büyük trajedilerinin benzerlerinin aslında her gün yinelendiği bize hatırlatıldığında inanamıyoruz. “İlerleme” ve “büyüme” gibi kavramlarla körelen vicdan ve muhakeme güdülerimiz şiddet ve doğa tahribatının dehşetini görmemizi engelliyor. Vicdanlarımızı doğrudan tetikleyen empati duygusunun, yani başkasının acısını ve endişesini hissedebilmenin, “öteki”ne (bu bir insan ya da, türler ötesi bir hassasiyetle, herhangi bir canlı olabilir) yönelik kötülüğü imkânsız kılacağını unutuyoruz. Bununla birlikte “üretim” ve dolayısıyla “tüketim” kavramlarına yönelik riayetimiz, başlıca meselemizi “yaşamın anlamını bulmak”tan “üretimin sürekliliği”ne taşıyor. Bu açıdan baktığımızda insanlık tarihi şu iki güç arasındaki mücadeleden ibaretmiş gibi görünüyor: tüm insanlıkla ve hatta tüm canlılar ve maddeyle (yani evrenle) bir olduğumuza dair bir sorumluluk hissedenler ile bunun tersine hizmet eden, bireysel çıkarlar için beni, seni, onu ayrıştıran, “kabileler,” “milletler,” “dinler,” “sınıflar,” “ırklar” vs. gibi kavramlarla bizleri birimlere ayıranlar.

Bakın, örnek olarak, tarafını belli etmiş büyük bir hümanist… Ki bu hümanistin, çocuk felci nedeniyle oğlunu kaybeden Dünya Yahudi Kongresi başkanı Robert S. Marcus’a gönderdiği taziye mektubu için seçtiği tema bile bu mevzu hakkındaydı:

paslanmaz kalem - albert einstein12 Şubat 1950

Sayın Bay Marcus, Bir insan, bizim ‘Evren’ dediğimiz, zaman ve mekânda kısıtlı bütünün bir parçasıdır. Kendisini, düşüncelerini ve duygularını kalandan ayrı bir şeymiş gibi deneyimler – bu, onun bilincinin optik bir yanılgısıdır. Gerçek dinin yegâne meselesi bireyi bu yanılgıdan kurtarmaktır. Mümkün mertebedeki zihinsel huzura erişmenin yolu bu yanılgıyı beslemek değil, onu yenmektir. En iyi dileklerimle. – Albert Einstein

 

En sevdiğim şiiriyle safını belli eden bir başkası:

MASALLARIN MASALI

Su başında durmuşuz, çınarla ben.

Suda suretimiz çıkıyor, çınarla benim.

Suyun şavkı vuruyor bize, çınarla bana.

 

Su başında durmuşuz, çınarla ben, bir de kedi.

Suda suretimiz çıkıyor, çınarla benim, bir de kedinin.

Suyun şavkı vuruyor bize, çınarla bana, bir de kediye.

 

Su başında durmuşuz, çınar, ben, kedi, bir de güneş.

Suda suretimiz çıkıyor, çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin.

Suyun şavkı vuruyor bize, çınara, bana, kediye, bir de güneşe.

Nazım Hikmet Ran

 

Su başında durmuşuz, çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.

Suda suretimiz çıkıyor, çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün.

Suyun şavkı vuruyor bize, çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.

 

Su başında durmuşuz.

Önce kedi gidecek, kaybolacak suda sureti.

Sonra ben gideceğim, kaybolacak suda suretim.

Sonra çınar gidecek, kaybolacak suda sureti.

Sonra su gidecek güneş kalacak; sonra o da gidecek…

 

Su başında durmuşuz.

Su serin,

Çınar ulu,

Ben şiir yazıyorum.

Kedi uyukluyor.

Güneş sıcak.

Çok şükür, yaşıyoruz.

Suyun şavkı vuruyor bize

Çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze…

Nazım Hikmet

arvo-part paslanmaz kalem

Arvo Pärt

Aslında bu şiiri alıntılamadan önce, Estonyalı besteci Arvo Pärt’ın “Spiegel im Spiegel”ini (Almanca “Ayna İçinde Ayna”) açmanızı ve onun eşliğinde, yavaşça, parçanın minimalist yinelemelerini aynalayan tekrarlı mısraları özümseyerek okumanızı tembihlemeliydim. Aldatıcı bir biçimde basit gözüken parçada huzurlu ve dingin bir içe dönüş yaşayan dinleyici, aynı zamanda varoluşun aslında habislikten ibaret olmadığını, “ilerleme” ve “sanat” adına yapılan, bitmek bilmeyecekmiş gibi gözüken gürültünün ardında bir “birlik” ve “evrensellik” hissinin mümkün olduğunu hatırlıyor.

Pärt bunu da “Tintinnabuli” (Latincede “Çanlar”) ismini verdiği tekniğiyle sağlıyor. “Tintinnabuli” iki hat üzerinde yürüyen bir müziği tanımlar: Birisi, ana sesler üzerinde adım adım gidilen diyatonik gam yürüyüşünü, diğeri de her adıma denk gelen gamın triadının (gamdakı birinci, üçüncü ve beşinci nota) arpejidir. Youtube bağlantısını verdiğim “Spiegel im Spiegel”de diyatonik yürüyüş kemanla, arpej de piyanoyla verilmektedir ve üst üste binmeleriyle oluşan etki hakikaten çanları andırmakla birlikte, daha çok, renklerin bir araya gelip beyaz ışığı, saflığı ve bütünlüğü oluşturması gibidir. Küçük parçalar bir araya gelmekte, parçaların her birinden daha büyük, daha bütünleştirici, daha kucaklayıcı bir şey ortaya çıkmaktadır. Pärt’ın kendi ifadesiyle, renklerden beyaz ışığı ortaya çıkaran prizma da dinleyicinin ruhudur.

Yayoi Kusama - paslanmaz kalem

Sonsuzluğa erişmek için bir çaba (Eser: Yayoi Kusama)

Pärt’ın parçanın ismini “Ayna İçinde Ayna” koyarak kompozisyonun tekrar eden ve kendi üzerine kapanan gam yürüyüşlerine ve triadlarına bir gönderme yaptığı barizdir ama adeta içrek (ezoterik) bir kutsallık imasında da bulunarak insanlığa da gönderme yapmaktadır. “Ayna İçinde Ayna,” yani karşılıklı yansımalarıyla sonsuzluğa erişen ayna, insanlık için de bir metafor değil midir? İnsan kendini başkaları sayesinde, yani kendisine bir ayna tutulması sayesinde tanımaz mı? Varoluşumuzu anlamlandırmakta kullandığımız en yetkin araç olan sanat, türümüzün kendine tuttuğu bir ayna, sonsuzluğa erişmek için bir çaba değil midir? Kaldı ki Pärt da “tintinnabuli” tekniğini tasvir ederken, benzer noktalara işaret ediyordu:

Tintinnanbuli,’ hayatımda, müziğimde ve çalışmalarımda cevaplar aradığım zamanlarda girdiğim bir alandır. Karanlık saatlerimde, bu yegâne şeyin dışında hiçbir şeyin anlamı olmadığı hissine kapılırım. Karmaşıklık ve çok yüzlülük benim kafamı karıştırır; ben de bütünlüğü ararım. Bu tek şey nedir ve ben ona nasıl ulaşırım? Bu mükemmel şeye dair izler farklı kılıflarda karşıma çıkar ve önemi olmayan her şey aradan kaybolur. ‘Tintinnanbuli’ böyle bir şeydir… Bir triadın üç notası çanlar gibidir. Ve ben de bu yüzden bu tekniğe ‘tintinnanbuli’ ismini verdim.

Tintinnabuli’ bir çizgiden diğerine kati matematiksel bağlantıdır… ‘Tintinnabuli,’ melodi ve eşlik edenin bir olduğu kaidedir. Bir artı bir eşittir birdir, iki değil. Bu tekniğin sırrı budur.

aro part - paslanmaz kalem

Carl Sagan: Kozmos aynı zamanda içimizdedir. Hepimiz yıldız tozuyuz. Bizler kozmosun kendini tanıması için bir yoluz.

Pärt “Tintinnanbuli” tekniğiyle bestelediği başka parçalarında da yine bütünsellik, evrensellik imalarına yer vermekte: Müzikteki doğal saflığının hayranı olduğu İngiliz besteci Benjamin Britten için bestelediği “Cantus in Memoriam Benjamin Britten”da gerçek çan sesine yer vermesinin yanında, sessizlikle başlayan parça yine sessizlikle bitmektedir… Her birimizin sessizlikten gelip sessizliğe gideceği gerçeğini hatırlatır. Sadece la minör gamı üzerindeki notalardan oluşan bestede Pärt, tek bir akor ve her bir zaman dilimi içinde çalınan tek bir nota ile varoluşu anlatabileceğini keşfetmiştir. Pärt’ın biyografisini kaleme alan İngiliz orkestra şefi Paul Hillier’e göre, kemanların yarısı la minör akorunu oluşturan La-Do-Mi notalarını çalarak öznel dünyayı, yani günah ve acı üzerine kurulu egoist hayatı, diğer yarısı da la minör gamının notalarını takip ederek bağışlayıcılığın nesnel dünyasını tasvir etmektedir. Burada Pärt için açık bir düalizm bulunmaktadır: Pärt, tüm varoluşun bir olduğuna inanır.

Canlı-cansız tüm maddenin aynı hamurdan, yani yıldız tozundan oluştuğunu hatırlıyorum Pärt’ın müzikleri sayesinde. Ne yazık ki günlük hayat, medya, haberler, konuşmalar, cümleler ve sözcükler o kadar uzaklaştırıyor ki beni bu basit gerçekten… O kadar çok konuşuyor, yazıyor, cümleler kuruyor, yazdıklarımızı ve konuştuklarımızı düzeltiyor ve yeniden yazıyor ve konuşuyoruz ki, artık anlamlarını yitirmeye başladıklarını bile düşünüyorum zaman zaman. Dil ve araçları beni bu en temel gerçeğimizden uzaklaştıracaksa, ben onları istemiyorum artık. Onlar yerine, Pärt’ınkiler gibi sınırların ötesine taşan, sözcüklerin anlamsızlığını kulaklarımdan silip atacak, onların boşluğunu olumsuzlayacak, beni diğer insanlarla ve tüm evrenle aynı hizaya oturtacak müzikler istiyorum.

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.