Istanbul Performance Art: Sanatçı PINAR DERİN GENÇER ile Röportaj

Paylaş:

Türkiye’nin ilk uluslararası performans sanatı platformu olan Istanbul Performance Art’ın kurucusu ve küratörü Pınar Derin Gençer ile performans sanatı ve çalışmaları üzerine sohbet ettik.

Not: Sevgili Gökçe Özdem’e soruları için teşekkür ederiz.

Pınar Derin Gençer sanat üretimini nasıl özetler? Istanbul Performance Art nasıl bir yapılanma?

İstanbul ve Stockholm odaklı sanatçı, küratör ve tıp doktoruyum. Ağırlıklı olarak performans sanatı, görsel sanatlar, ses sanatı, enstalasyon, yazı ve nesneler üzerine çalışıyorum. Sanat çalışmalarımda doğa, yaşam ve kentin fiziksel, psikolojik, tarihsel arenasının, insan ile olan ilişkilerini inceliyorum. Beden-mekan ilişkisi, ses, aidiyet, kimlik, cinsiyet, güç alanlarında araştırmalar yapıyorum. Istanbul Performance Art, Stockholm Performance Art ile 24 Hours Art’ın kurucusu ve kreatif direktörü, Open Performance Space’in baş küratörüyüm.

Istanbul Performance Art, performans sanatı ve disiplinlerarası yaklaşımıyla ilişkide olduğu sanat dallarını kapsayan performanslar ve projeler sunmak amacıyla kurduğum, Türkiye’deki ilk uluslararası performans sanatı platformu. Türkiye’de performans sanatını yapan, araştıran, okuyan, öğreten, yazan ve arşivleyen insanlar için özel projeler, kaynaklar, yayınlar üretmek; performans sanatının gelişiminde çeşitlilik, yenilik oluşturmak üzere yola çıktı. Yeni sanatsal çerçeveler geliştirmek için kurumun sanatsal yönetimini belirli dönemlerle küratörler ve sanat direktörlerine bırakıyoruz. Kültürel sektör genelinde performans sanatçıları ve kuruluşlarla iş birliği içerisinde, stratejik çalışıyoruz.

Kendinizi sanatçı kimliğinizin yanı sıra küratör ve tıp doktoru olarak tanımlıyorsunuz. Sizce sanatçı kendinin küratörü olmalı mı? Ayrıca tıp eğitiminiz sanat pratiğinizi nasıl besliyor?

Hayatımın akışı içinde gereklilik/zorunluluk kiplerini kullanmayı seven, tercih eden biri değilim. Dolayısıyla bu soruyu zorunluluk sularından çıkarıyorum. Sanatçı ve küratör birbirinden farklı kavramlar. Bu iki farklı kavramı hakkıyla yapabiliyorsa neden olmasın. Bu coğrafyanın, insanlarına gerçekten olmak istediği şeyi olmalarına izin vermediğini hepimiz biliyoruz. Farklı alanlarda yetenekleri olan insanların bu hayallerini gerçekleştirmelerini engelleyecek herhangi bir neden göremiyorum.

Tıp fakültesi hemen her Türkiye gencinin maruz kaldığı gibi ebeveyn sansürü ile hayatıma dahil oldu, annem hayallerini benim üzerimde gerçekleştirdi. Birçok kişiye tanıdık geldiğini düşündüğüm bu hikayeden beslenebilir ya da trajedi yaratabilirdim. Mağdur edebiyatının hüküm sürdüğü ülkemizde her zaman gidilen bu yolu seçmek yerine diğerini yani beslenmeyi seçtim. Tıp ve sanatı birbirinden ayırmak, ayrı görmek pek mümkün değil. Tıbbın, sanatta da araştırma konularımdan olan insan beden, ruh ve zihnine bu denli hakim olmamı sağladığı aşikar. Böyle inanılmaz bir mekanizmanın her küçük parçasına bilimsel anlamda sahip olmamı sağladığı için tıbbı seviyorum. Zaten ülkemizde insanların okudukları dallarla ilgili bir problemden ziyade sahadaki uygulanma halleriyle ilgili sorunları var. Yani meslektaşlarıma sorduğunuzda içinde Tıp bilimini sevmeyen ile karşılaşmanız neredeyse zordur ama hemen hepsi ‘’Türkiye’de doktor olmak’’ ile ilgili yüzlerce sorundan bahseder. Bu diğer tüm meslek grupları içinde ne yazık ki böyle.

Nietzsche “İnsanca, Pek İnsanca”da bir hekimin zihinsel güçlerinin en yüksek noktasında olmasının sebebini herkesle kolayca uyum sağlayabilecek bir hitap yeteneğine, cana yakınlığa, bir diplomatın arabulucuk yeteneğine, insan ruhunun sırlarını öğrenebilmek için bir dedektifin becerisine ancak bu sırlara ihanet etmemek için de bir avukatın anlayış yeteneğine, özetle profesyonel mesleklerin beceri ve haklarına gereksinimi olduğunu vurgular. Nietzche bunu hekimleri baz alarak belirtmiş olsa da ben tüm bunları küratör ve sanatçıların da sahip olması gereken meziyetler olarak görüyorum.

Farklı ülkelerde üretim yapmak sanat pratiğinizi nasıl etkiliyor? Özelde performans sanatı adına Türkiye ve diğer ülkeler arasındaki sınırlar, özgürlükler ve bu bağlamdaki farklılıklar nelerdir?

Türkiye büyük resmin çok küçük bir parçası, hayatımı hep büyük resimleri görebilmek üzerine evrilttim. Bu bakış açısı beni dar alanda kısa paslaşmalardan; başkalarının çerçeveleriyle, yollarıyla ve hayalleriyle şekillenmekten; küçük sularda boğulmaktan alıkoydu. Farklı ülkeler yeni deneyimler, yeni ufuklar, yeni hayaller ve hiç durmayan, durulmayan bir üretim dinamiği getiriyor.

Bu farklılıklara yalnızca performans sanatı alanında bakmadan önce diğer tüm alanlarda ve hücrelerde bakabilmek önemli. Çünkü bu soruyu popüler kültür, alt kültür ekseninden çıkararak yanıtlamamız olası değil. Türkiye’deki sınırlar, özgürlükler nasılsa performans sanatında da aşağı yukarı benzer. Daha alınacak çok yol var. Umarım o günlere hep birlikte şahit olabiliriz.

Disiplinler arası çalışan bir sanatçı olarak ses ve müzik sanat üretiminizle nasıl kesişiyor? Müzikal bağlamda işbirliği yaptığınız isimler var mı?

Farklı sanat disiplinlerinin birbirlerini beslemeleri, büyütmeleri, işgal etmeleri üretim biçimlerimde yeni arayışları ve bu arayışların etkisiyle geniş varlık alanları oluşturuyor. Altmışlı yılların yeni ifade olanakları içinde yer bulan ses ilerleme sürecinde performans sanatı, kavramsal sanat, happening ve videoda bir ortam ve malzeme oldu.

Performanslarımın bir süreci olarak oluşan sesler gerçekleştirdiğim eylemlerimin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Metin ve konuşmaya dayalı performanslarımda da anlatımı oluşturan önemli bir malzeme. 2018 yılında başladığım ve şu an dördüncü parçasını gerçekleştireceğim unutma-hatırlama, tekrar-döngü, var olma-yok olma süreçleri ile hafızanın kavramsal zeminini oluşturduğu serimde nefes üzerine çalışıyorum.

‘’Walking Through The Layers Of Memory’’, ‘’Trace’’, ’’Occupy’’ adlı bu performansların doğal bir sonucu olarak oluşan sesleri kayıt sürecindeyim. Müzik eşliğinde önceden yazılmış olan ya da ‘O an’ söylenen sözlerin dizimiyle oluşturduğum metinler, eylemler yine kesiştiğimiz noktalar. Alışılmış müzik aletlerinin dışındaki aletleri -ki bu aklınıza gelebilecek her türlü obje ve eylemden oluşabiliyor- kullanıyorum.

Müzikal anlamda şimdiye dek İsveç, Almanya ve Türkiye’den isimlerle iş birliklerim oldu. Heyecan verici yeni iş birlikleri ise yolda. Farklı mekanlar, festival ve etkinlikler için özel setler hazırlıyorum. Her ne kadar Türkiye’de oturmuş bir kavram olmasa da müzik küratörlüğü bağlamında da ses ve müzik ile yollarımız kesişiyor. Müzik küratörü olarak hem ses sanatçıları hem müzisyenler hem de DJ’lerle iş birliği yapıyor; mümkün olduğunca küratörlüğünü üstlendiğim farklı disiplinleri merkezine alan festival, bienal ve diğer etkinliklere müziği dahil ediyorum.

Performans sanatı artık koleksiyonlara girmekte; bir performans nasıl koleksiyona girer, nasıl korunur saklanır? Türkiye’de bu tablo nasıl?

Fotoğraf, video, performans kalıntıları/objeleri gibi çeşitli arşivleme yöntemleri ve performatif enstalasyonlarla koleksiyonlara giriyor. Kurulduğu günden bugüne dek performans sanatının görünürlülüğü ve bilinirliliğini arttırmak için çok sayıda projeyi hayata geçiren Istanbul Performance Art Türkiye’de ilk performans dokümantasyonu sergisini benim küratörlüğümde organize etti. Performans sanatının arşivlenmesi ve koleksiyonlara girmesi konusunda çalışmalar yürüttü hala da yürütüyoruz. Böylece koleksiyonlara girişinde artış oldu. Bunların yanında koleksiyonerin belleğinde varlığını sürdürecek olan canlı performanslarda henüz Türkiye’de olmasa da uluslararası arenada tercih ediliyor.

Son olarak gelecek dönem projelerinizden bahseder misiniz?

Planlanmış olan uluslararası ve ulusal tüm projeler pandemi nedeniyle ertelendi ya da iptal oldu. Hem bireysel hem de kurumsal olarak yolculuğun en başından beri online projeleri hayata geçiriyordum. Bu yüzden bir çok kurumun yeni başlattığı online projeler bizim halihazırda takvimimizde var olan etkinlikler dizisi.

Istanbul Performance Art’ın organize ettiği benim koordinatörlüğünü üstlendiğim Türkiye’de ilk çevrimiçi performans sergisini 2018 yılında Hindistanlı bir küratör ile başlatmış, Kopenhag’da gerçekleşen Body Landscapes International Performance Festival’ın kurucu küratörü ile birlikte açtığımız çevrimiçi video performans sergisi ile devam ettirmiştik.

Lviv’de gerçekleşen Zabih Performance Festival’in çevrimiçi sergisini açıyoruz. Uzun zamandır üzerinde çalıştığım performans mimarisi ile ilgili 2018’de başladığım panel serisi şu sıra Online konuşmalar şeklinde devam edecek. Bunun yanında yine online sanatçı konuşmaları ve performansları gerçekleşecek.

Yurtdışında katılacağımız fuarlar ve festivallerin seyahat kısıtlamaları sebebiyle şu an için netleşmiş tarihlerini veremiyorum. Müzik küratörlüğünü üstlendiğim bir takım projeler ve konuşmalar gerçekleşecek. 2021 yılı için planladığımız Türkiye’nin ilk performans sanatı bienali ‘’Istanbul Performance Art Biennale’’ açısından da birtakım değişiklikler olacak. Pandemi ile yeniden şekillenecek etkinlik takvimini hem sitemizden hem de sosyal medya adreslerimizden takip etmek şu an için en sağlıklı yol olacak.

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.