Kafabindünya – Obi ( Peyote, CD, 2012 )

Paylaş:

Anger Circus, Binlerce özür…

 

Bugün günlerden Salı. Saatlerden sabahın körü. Her sabah olduğu gibi yine aynı saatte uyanıyorum; lavaboya gidiyorum, gittiğim o kısacık yolda ayılıveriyorum. Bazen M.A.S.H.’in bir bölümünden kaçmış bir serseri gibi aniden yere yatıp şınav çekip kendime gülecek kadar neşeli oluyorum; bazen de durgun, yorgun, bezgin. Çünkü bugün haftanın ikinci günü, seçme şansım var. Gündelik rutinimi “robotik, tekrarlara dayalı ve hüzün dolu sorumlulukların ağına takılmış bir şekilde” tanımlayarak intiharla eşleştirdiğim o korkunç Pazar ve mavi Pazartesi geride kalmış artık. Giyiniyorum, odadan diskmeni alıyorum. Ufaklığın bakıcısı geliyor, merhabalaşıyoruz, ufaklık uyuyor ama bakıcımız o kadar hayat dolu bir kadın ki, durmadan konuşuyor, birşeyler anlatıyor. Utanarak onu dinlemiyorum ve bunu kendime bile itiraf edecek halim yok çünkü o sırada ona cevaplar veriyorum, onunla muhabbet ediyorum, her sabah yaptığım gibi. Sonra bir laf arasında “ooo geç kaldım” diyerek atıveriyorum kendimi sokağa, her sabahki gibi bir bilgisayar mühendisi ve bir müzik hocası ile aynı anda, birbirimize eğer denk gelirsek diye hazırlanmış hiç samimi olmayan günaydınlar verip, servislerin geldiği sokağa kadar hiç konuşmadan yürüyoruz. Üçümüzün de kafasında aynı şey var; “bi dakka önce çıksam bu heriflere denk gelmem belki”..

 

İlk buluşma..

 

Servis geliyor. Tam önümde duran diğer servisin önüne dümeni kırarak, cart diye. Pis pis bakıyorum şöföre ama tek gördüğüm bir köpek, o yeni korku filmlerindeki efektlerle süslü kafasını sallıyor..

 

Kapanış konuşması..

 

Daha ben yerime oturmadan hareket ediyor servis, köpek hırlıyor. Oturuyorum, montumu, kitabımı çıkarıyorum, ışıklara geliyoruz sakinleşiyorum. Camdan vuran güneş benimle konuşuyor sanki, yavaşça yükseliyor. Kendimi ona uyduruyorum, sokağı seyrediyorum. Köpek sakin. Diğerlerini alıyoruz teker teker. Servis bekleyen şımarık okullu çocukları, göbeklerini içeri çekme ustası olmuş, takım elbise içinden hiç erkek tanımamış ev kızlarına “erkek gibi erkek” rolünde görünen  beyaz yakalıları, topuklu ve etekli giyince birden seksi halüsinasyonu yaratabilen sarkık kollu, kalfsız bacaklı işkadınlarını selamlıyorum. Tıpkı erken bahar güneşinin parlak ama ısıtmayan ışınları gibiyiz, daha vaktimizin gelmediğini düşünüyoruz. Hiç vaktimizin kalmadığını bir tek ben biliyorum, bir de köpek.

 

Moongazing

 

TEM’e çıkmak için o meşhur 360 derecelik dönüşümüzü yapıyoruz ve kitap elimden düşüyor, yolda olduğumu hatırlıyorum, kendime geliyorum… Derken trafik duruyor, hep beraber duruyoruz. Havadaki tek hareket binlerce egzostan çıkıyor. Köpek uyuyor. Ses yükseliyor ama azalarak. Azalıyor, azalıyor..

 

Mutlu son, Nightwalk

 

Herkes uyuyor. Servis şoförü, kapağı rengarenk yazarı gri bir bestseller okuyan şube müdürü ve ben uyanığız sadece. Şimdi mutluyum işte. Şimdi ne istiyorsam onu yapabilirim. Şimdi özgürüm. Kitap okumaya karar veriyorum ve bir anda dev bir dalganın üstüme üstüme geldiğini görüyorum sayfalarda. Kulaklarımdan akan notalara sayfadaki kelimeler karışıyor. Moby Dick, gece yürüyüşüne çıkıyor. Köpek uluyor. Servistekilerin hırsından nasıl kurtulacağımı biliyorum ama Ahab’ın hırsından nasıl kurtulacağımı bilmiyorum. Savaş başlıyor.

 

Platonik aşk

 

Camdan dışarıya uçuveriyorum, arabaların pencerelerinden sekerek teker teker; Corsa’da makyaj yapan sarışının dudaklarını buladığı kırmızı alıyor gözümü, sabahın ilk sigarasını arabasında yakacak kadar iradesiz olduğunu gözüme dumanını üfleyen Pejo’lu üniversite öğrencisi ilan ediyor. Siyah Audi’lerinin içinde hiç konuşmadan sessizliğe bulanmış oturan bir çiftin aslında o sırada radyoda bir reklamı dinlediğini tam yanlarından geçerken anlıyorum. “Meğer ondanmış” diyorum içimden, sorun yokmuş zaten.. Köpek kovalıyor, hızlanıyorum.

 

Wake up to a brand new day, When we were young

 

Otobüsten bozma bir serviste, sanırım şoför dahil herkes uyuyor, bahar geliyor ama bir tek onların camları puslu, ağızlar açık, kafalar geriye, salyalar ve diller dışarıda.. Tüm o kıyafetlerin üstüne aksa gözlerinizi kapatınca sakladığınız hüzün damla damla ve bir anda ambulanslar sarsa etrafınızı, sizi karantinaya alsalar, trafik hiç açılmasa ve hiçbirimiz işe gidemesek, tıpkı eskiden olduğu gibi. Top oynamaya gitsek ya mesela. Köpek duruyor, kulaklarını büküyor, başını deviriyor. Ben de duruyorum. Servis şeridindeki savaştan çıkmış gibi görünen kamyonete “sağa çekssseaaaçeek” diye bağırırken beni görür gibi oluyor polis, bi an dikkati dağılıyor, sonra vazgeçiyor, “ççççeeek sağa” diye bir kez daha bağır..

 

Yapabilecek bir şey yoktu…

 

…dığını varsayıyorum çünkü belli belirsiz okuyabiliyorum ağzından çıkan kelimeleri, sesini duyamıyorum artık, yerimdeyim, ter içindeyim, servisteyim. Sesler azalıyor, yeniden azalıyor. Sonra sürpriz başlıyor. Ama uzaktan açılan trafiğin sabırsız seslerini duyunca anlıyorum, benim vaktim değildi zaten bu, kapatıyorum diskmeni, çıkarıyorum kulaklıkları. Sonra kitabımı yeniden açıyorum. Artık Ahab’ın hırsından korkmuyorum..

 

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.