Hansi Kürsch ile BLIND GUARDIAN Röportajı

Paylaş:
Hansi Kürsch ile BLIND GUARDIAN Röportajı - Paslanmaz Kalem

Geçen yıl The God Machine adlı son albümlerini yayımlayan ve hayranlarından oldukça olumlu tepkiler alan Blind Guardian, 5 Kasım 2023 Pazar akşamı İstanbullu dinleyicilerine unutulmaz bir konser vermek için Zorlu PSM Turkcell sahnesinde olacak. Konsere 1 aydan az zaman kalmışken, grubun vokalisti Hansi Kürsch ile yaptığımız röportajda son albümlerinden Star Wars’a merak ettiğimiz konuları konuştuk.

Burak Gülgüler

Selam Hansi, nasılsın? 

Çok teşekkürler, çok iyiyim ya sen? 

Ben de iyiyim, Kasım’da sizleri yeniden Türkiye’de görmek için sabırsızlanıyorum. 

Biz de çok heyecanlıyız. Türkiye’yi çok özledik!

Son albümünüz The God Machine’e gelen tepkiler nasıl oldu? Sonuçtan memnun musunuz?

Sonuçtan daha memnun olamazdık, zaten beklentilerimiz de oldukça yüksekti. Albümdeki şarkıların yazımı ve prodüksiyonu için cidden çok çalıştık. İyi bir albüm olduğundan emindik ve aldığımız tepkiler de bunu doğrulamış oldu. Herkes albümü çok sevmiş gibi görünüyor. Önceki albümlerimizden farklı olduğunu ve Blind Guardian için yeni bir başlangıç olduğunu anlamışlar. Bizim açımızdan, yani en azından benim açımdan yeni bir başlangıç yapmamız çok önemliydi. Bu albümle bunu oldukça başarılı bir şekilde yaptığımızı düşünüyorum.

Bu albümü pandemi sırasında yazdınız. Bence albümdeki şarkılar hem eski hem de yeni Blind Guardian’ı çok iyi birleştirmiş. Albümü yazarken Imaginations From the Other Side’ın 20. yılı için prova yapıyordunuz. Sence bu süreç albümün yazımını etkiledi mi? Bu albümde orkestraya daha az yer verilmiş. Bu bilinçli bir karar mıydı? Twilight Orchestra’dan sonra bu şekilde düşünmüş olabilirsiniz gibime geliyor.

Bence öyle oldu, evet. Bu yöne gitmemiz daha önemliydi. Legacy of the Dark Lands’i bitirmemiz gerekiyordu, çünkü Nightfall in Middle Earth çıktığından beri, yani 25 yıldan fazla bir süredir böyle bir şey yapmak istiyorduk. O zamandan beri çıkardığımız her bir albüm için şarkı yazarken aralarda da orkestra albümüne çalışıyorduk, bunun da dolaylı olarak yazdığımız şarkılarda etkisi oldu. Orkestra albümü tamamlandıktan sonra da nihayet farklı bir yöne gitme şansımız oldu. Imaginations From the Other Side’ın 20. yılı için yaptığımız provaların, yeni şarkıların yazımını bir şekilde etkilediğinden eminim. Burada yaptıklarımız, The God Machine’in prodüksiyonuna da yansımış olabilir. Ama besteler açısından baktığımızda Legacy of the Dark Lands’in daha etkili olduğunu söyleyebilirim. Şimdiye kadar çıkardığımız her albümde yeni şeyler keşfetmek ve farklı yönlere gitmek istedik, ama bu albümde bunu çok daha etkili bir şekilde yaptığımızı düşünüyorum.

YouTube’da Blood of the Elves’le ilgili bir video var. Şarkının aranjmanıyla ilgili olarak Andre ile aranızda ufak bir tartışma olmuş. Grup olarak bu gibi durumlarla nasıl ilgileniyorsunuz?

Şarkı yazan kişi doğal olarak şarkının aranjmanı ve diğer yönleri üzerinde daha fazla söz sahibi oluyor, ama diğer grup üyelerinin ne düşündükleri de çok önemli. Bir şarkının prova aşamasında dört, hatta altı kişinin fikrini almanız gerekebiliyor. Ama şarkı yazımı esnasında aranjmana karar verenler genellikle ben ve Andre oluyor. Bir şeyleri kesin olarak kararlaştıramadıysak ve daha sonra tekrar konuşmaya karar verdiysek prodüksiyon aşamasında bunu yeniden gündeme getiriyoruz. Sonra da Charlie Baurfeind ve Tommy Geiger kendi fikirlerini belirtiyor ve herkese uygun olacak bir çözüme varmaya çalışıyoruz.

Ama Blood of the Elves’in nakaratında Andre ile herhangi bir tartışma olmadı aslında. Ön prodüksiyon ve özellikle de şarkı yazım aşamasında nakarat için yaptığımız düzenlemede o kadar kararlıydı ki nakaratın başka herhangi bir şekilde düzenlenebileceğini düşünmüyordu. Ben de en azından birkaç farklı seçenek sunayım dedim, hepsi de iyi seçeneklerdi. Ama en başta yazdığı nakarattan o kadar emindi ki herhangi bir tartışma olmadan nakaratın o haliyle devam ettik. Bazen gruptaki biri bir konuda bu kadar kararlı ve tutkulu olduğunda ona güvenmeniz gerekir ve biz de öyle yaptık. Albümdeki diğer şarkılarda benim veya Andre’nin başta planladığımızdan farklı yönlere gittiğimiz birçok farklı kısım oldu. Burada olay, Andre’nin inatçı olmasından ziyade yazdığı kısmın tam olarak aklında canlandırdığı şekilde çalınması gerektiğine inanması.

Hazır bestelerden bahsederken sana müzik çevrelerinde asla açıklığa kavuşturulamayan bir soruyu sormak istiyorum. Bu kadar uzun zamandır müzik yapan bir grup yeni bir albüm çıkardığında bazıları “hep aynı şeyi yapıyorsunuz, yeni bir şeyler yapın” diyerek grubu eleştiriyor, ama yeni bir şey yaptığınızda da “eski halinizi daha çok seviyorduk, bu ne böyle?” diyorlar. Bir şarkıyı yazmaya başladığınızda aklınızdan neler geçiyor? Bir yandan yeni bir şeyler yaparken bir yandan da geçmişinize sadık kalmanızı sağlayan bir formülünüz var mı?

Kendimize tamamen güvenmemiz gerekiyor. Bence formül bu. Başkalarının düşündükleri tabii ki bizi etkileyebiliyor, ama gittiğimiz yönü değiştirecek kadar da etkilemiyor. Müzik ve özellikle de beste yapma süreci, “tarz” dediğimiz şeyle birlikte ilerliyor. Bir tarzınız varsa bu tarz çerçevesinde yeni yönlere gidebilir ve farklı şeyler deneyebilirsiniz, ama bir besteci olarak köklerinizi de unutmamanız gerekiyor. Şarkı yazımında eninde sonunda bu kökleri yeniden hatırlıyorsunuz ve hangi yöne giderseniz gidin geçmişte yaptıklarınızın etkisi kaybolmuyor. 

Bence en iyi sonuçlara şarkı yazımı hariç hiçbir şeyi düşünmediğimizde ulaşıyoruz. Çoğu zaman en ikonik Blind Guardian şarkılarını bu şekilde yazdığımız şarkılar oluyor. Zaten yeni bir yöne giderken dahi eskiden yaptıklarımızdan bir şeyler bulabiliyoruz. Şarkıları yazarken fazlasıyla özgür olabildiğimizi de düşünüyorum. Blind Guardian hayranlarından bazıları fazlasıyla modern ve sofistike iken, bazıları ise oldukça geleneksel ve “metal odaklı”. Bizim burada bu dengeyi bulmamız gerekiyor ve bu denge de kendimizi çok daha iyi tanımlayabilmemizi sağlıyor. Kendi benliğimizi reddetmemizin de bu noktada fazlasıyla önemli olduğunu düşünüyorum.

Hayranlarımızın açık fikirli olduğu bir gerçek. Bunun dışında da Blind Guardian evrenine o kadar farklı türden müzik kattık ki, biri “Blind Guardian kendini tekrarlıyor” dediğinde çok şaşırıyorum. Ben kesinlikle böyle olduğunu düşünmüyorum. Sürekli olarak ileriyi düşünüyoruz ve bu yönümüzü çok seviyorum. Yıllardır tüm şarkılarımızın belirli bir “ruhu” var. “Blood of the Elves֨” gibi bir şarkının “Valhalla” veya “Banished From Sanctuary” ile hiçbir alakası olmasa da aynı ruhu taşıyor. Tarz dediğim şey işte bu. Blind Guardian’ın kendini tekrarladığını söyleyenler olduğu kesin, ama bu kişilerin epey azınlıkta olduğunu düşünüyorum.

Bu arada albümün miksi harika duyuluyor. Prodüktör yine Charlie Bauerfeind, ama miks için bu sefer Joost van den Broek’le çalıştınız. Kendisi geçmişte Epica ve Powerwolf gibi gruplarda harika işler çıkardı. Joost’un albüme neler kattığından biraz bahsedebilir misin? Albümün miksi çok iyi… 

Joost’la birkaç yıldır farklı işlerde çalıştık. Onunla ilk Ayreon albümünün canlı performansı üzerine çalışırken tanışmıştık. İlk tanıştığımız an onunla ileride çalışabileceğimizi düşünmüştüm, ama sonrasında herhangi bir şey olmadı. Yıllar sonra tekrar karşılaştık ve aklımızdaki bazı fikirlerden ve projelerden bahsettik, ama konu hiç Blind Guardian’a gelmedi. Sonradan kendisinin ne kadar büyük bir Blind Guardian hayranı olduğunu fark ettim, dolayısıyla miks uzmanlığını Blind Guardian’da da göstermesi zor olmadı. Kendisi çok iyi bir müzisyen, prodüktör ve ses mühendisi, ama miksi bu kadar iyi yapmasının sebebi bunlar değildi. Gençken dinlediği ve hayranı olduğu bir grupla çalışma fırsatını yakaladığı için ortaya bu kadar iyi bir sonuç çıktı.  Yetenekli sanatçı Joost, Blind Guardian hayranı Joost’la birleşmiş oldu. Bizim için de harika oldu, çünkü uzmanlığını ve hayranlığını bir araya getirme şansı yakaladı ve önceden çalıştığımız prodüktör ve ses mühendislerinden en büyük farkı da buydu. Flemming ve Charlie gibi isimler her ne kadar yaptığımız işleri sevseler de bize Joost kadar hayran değiller. Onun hayranlığı ve uzmanlığı sayesinde albümün çok daha özel olduğunu düşünüyorum.

Burada müziğin fazla sıkıştırılmamış olması da önemli. Her şeyi berrak bir şekilde duyabiliyorsunuz, haliyle albümü dinlemesi de çok zevkli oluyor. Günümüzde metal kayıtlarının çoğu ses yüksekliği için birbiriyle savaşıyor gibi. Böyle olunca dinlemesi de zor oluyor.

Ama evet, senin de dediğin gibi miks cidden de başarılı. Buradaki farkı yaratan şey muhtemelen kurulum aşaması oldu. “Demokratik” kelimesinin anlamı bağlama göre değişse de bu miksin kesinlikle “demokratik” olmadığını söyleyebilirim. Oldukça detaylı bir miks söz konusu. Belirli öncelikler var ve diğer hususlara kıyasla bu önceliklere ağırlık veriliyor. Bununla birlikte ortada birçok kişinin emeği olduğu için bir kişinin diğerini bastırmadığından da emin olmanız gerekiyor. Belki de esas beceri bunu sağlamaktır. Mesela Beyond the Red Mirror’daki miksin oldukça “demokratik” olduğunu söyleyebilirim.

Koleksiyonunda senin için en değerli plak hangisi? Sadece birini seçebilirsin.

Deep Purple’ın 24 Carat Purple albümü. Aldığım ilk plak olduğu için bendeki yeri ayrı.

Lord of the Rings spin-off’u tam da sizin albümü çıkardığınız gün çıktı. Diziyi izleme fırsatın oldu mu? 

Maalesef henüz izlemedim. 

Peki yeni Star Wars dizileri hakkında ne düşünüyorsun?

Marcus’la bunu sürekli tartışıyoruz. O büyük bir Star Wars hayranı ve dördüncü, beşinci ve altıncı filmlere tapıyor. Benim de seride en sevdiğim filmler onlar, ama ben diğer filmleri ve dizileri de seviyorum. Obi-Wan ve Boba Fett fena değildi, ama Mandalorian müthişti. Senaryosu çok iyiydi. Clone Wars gibi farklı şeyler de hoşuma gidiyor. George Lucas hiçbir zaman belli etmese de ilk üç filmde yaptığı şeyler ideolojik ve felsefi açıdan cidden inanılmaz. Anlattığı hikayeler o kadar güzel ki insanların neden bu kadar öfkelendiğini cidden anlamıyorum. Sanırım bazıları masal dinlemeyi bekliyor, bazıları da tam tersine olanları fazla klişe buluyor. Ben hepsini çok seviyorum. Tolkien hakkında konuşacak olursak ben de en az Marcus kadar seçiciyim, ama Peter Jackson’ın filmleriyle ilgili herhangi bir şikayetim yok.

Bu arada yeni üçlemeyi seviyor musun? Yedinci, sekizinci ve dokuzuncu Star Wars filmlerini kastediyorum.

Evet, seviyorum. Tabii ki şikayet edecek bir şeyler bulmak zor değil. Belirli benzerlikler var ve bazen aynı formülün uygulandığını görebiliyorsunuz. Ama burada konu yine Blind Guardian özelinde bahsettiğimiz şeye dönüyor. Olay bir yandan belirli bir tarz ve teknikle ilerlerken, bir yandan da nerede farklı şeylere yer vereceğini bilmekten ibaret. Yedinci, sekizinci ve dokuzuncu filmlerde bunun çok fazla olmadığının farkındayım, ama yine de anlattıkları hikayeleri beğeniyorum.

Son olarak bu sıralar dinlediğin ve hak ettikleri değeri görmediklerini düşündüğün gruplar var mı? 

Bunu beklemiyordum, hahah. Zaten fazlasıyla başarılı bir grup olsalar da Skyclad’i önerebilirim. Özellikle de Martin Walkyier ile yaptıkları albümler muhteşem. Kendisi bir şair ve kendine has bir şarkı söyleme tarzı var. Skyclad’in birçok grubu etkilediğini düşünüyorum. “Orta Çağ” gruplarını ne ölçüde etkilediklerini bilmiyorum, ama folk metali doğru tutku ve doğru sertlikte yapan ilk grup onlardı. Prodüksiyonları tartışmaya açık tabii ki, ama yaptıkları müzik ve sahnedeki duruşları beni hep etkilemiştir. Yani evet, Skyclad’i önerebilirim. Başarılı bir grup olsalar da çok daha fazlasını hak ediyorlar.

Vaktin için çok teşekkürler, Hansi. 

Ben teşekkür ederim. Konserde sizleri tekrar görmek için sabırsızlanıyoruz. Harika bir konser olacak. Kasım ayında görüşmek üzere!

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.