SÜLFÜR ENSEMBLE – Headbang Röportajı

1716
0
Paylaş:

2018’de yayınladıkları ikinci kısaçalarları “II ( Four Songs About Religions, Hard Rock, Binging & John Entwistle)” ile yılın en iyi yerli kayıtlarından birine imza atan Sülfür Ensemble; hem doom metal, stoner rock, sludge ve rock n roll’u kendine özgü bir potada eritmesini bilerek hem de yıldız elemanlara sahip kadrosunu konserlerde çok iyi kullanarak kendisini göstermişti. İşte davulda Radical Noise’dan Pedro Loco; Bas gitarda Parricide ve Nitro’dan Burak Özgüney; gitarda UÇK GRind ve Obscurity’nin veteran elemanı Levent ve vokallerde Antisilence ve Nitro’dan tanıdığınız Erdem Çapar’dan oluşan kadrosu ile Sülfür Ensemble, Headbang Bookazine yazarı Özgür Yılgür tarafından derginin dördüncü sayısı için gerçekleştirilen röportaj ile karşınızda; 

SÜLFÜR ENSEMBLE

“SAHNEDE NE GÖRMEK İSTİYORSAK ONU VERMEYE ÇALIŞIYORUZ”

İkinci EP’si II (Four Songs About Religions, Hard Rock, Binding & John Entwistle) ile kulaklarımızı yeniden zehirleyen Sülfür Ensemble, sorularımızı yanıtladı.

Röportaj: Özgür Yılgür

 

Sosyal medyada yaptığınız paylaşımlarda ilk EP’nizi doom, yeni EP’nizi ise doom’n roll olarak tanımlıyorsunuz. Nedir tam olarak doom’n roll olarak tabir ettiğiniz tür? İki EP arasındaki farkı yaratan şeyler neler?

Erdem Çapar (vokal): İlk EP daha düşük tempoluydu. Bu daha enerjik bir kayıt oldu. Biz ilk EP’den sonra konserlerimiz sakin geçer diye bekliyorduk, fakat konserlerde hem biz hem de seyirci fazlasıyla enerjikti. Herhalde beste yaparken de bu durum bize yansıdı. O yüzden de daha “roll” olarak yorumlayabiliriz bu EP’yi.

Levent Ersoy (gitar): Planlayarak da yapmadık aslında. İlk EP’yi kaydederken kendimizi biraz kasmıştık. Bu sefer kendimizi daha rahat bıraktık ve beste aşamasında ortaya ne çıktıysa onun üzerine gittik.

İki EP’de de canlı kayıt yapmayı tercih ettiniz. Bu tercihinizin sebepleri neler?

Levent: Ben eskiden beri rock’n roll çalarken hissettiğim enerjiyi, dinleyen kişilere de yansıtmam gerektiğine inanırım. Bunu da kanal kayıt ya da yüksek prodüksiyonlarla değil de canlı çalarak verebileceğimizi düşünüyorum. En önemli sebebi bu… Diğer yandan bir albümü canlı kaydetmenin teknik ve performans anlamında birçok riski var tabii. Ancak biz hissettiğimiz enerjiyi yansıtabilmek adına bu riskleri göze aldık.

Emre Şahin (davul): Bunun ikinci bir sebebi daha var aslında… Sadece Türk gruplarında değil, yabancı gruplarda da gözlemlediğim bir şey bu. Kayıtta çaldığın şeyle sahnede çaldığın şey aynı duyulmuyorsa benim için rock’n roll yapmıyorsun demektir. Aslında biz sahnede neyi çalıyorsak, EP’de de onu kaydettik. Yani bizi evinde dinleyen bir insan, daha sonra konserimize gelince hiçbir hayal kırıklığı yaşamayacaktır diye düşünüyorum. Teknolojiden faydalanarak olmadığımız bir şeyi de kaydedebiliriz, ama o performansı sahneye taşıyamayacaksak bunu yapmanın bir anlamı yok.

Canlı kayıt konusu son dönemde tekrar tercih edilen bir yöntem olmaya başladı. Sizce müzisyenler bu yöntemi daha etkili görmeye mi başladı yoksa bu popülist bir yönelim mi?

Levent: Ben çok da popülist bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum. Yüksek prodüksiyona sahip kayıtlarda sağlanan konforu hiçbir müzisyen kolay kolay elinin tersiyle itmez. Canlı kayıt yapmak gerçekten zor bir iş. Bence birçok müzisyen canlı kayıtların daha çok ruh sahibi olduğunun farkına vardı.

Erdem: Ben bunu sound açısından daha sahici bir sonuç elde etmekle birlikte daha ekonomik bir yöntem olmasına da bağlıyorum. Diğer yandan canlı kayıt, hem üzerine çalışırken hem de dinlerken daha eğlenceli bir sonuç ortaya çıkartıyor. ‘90’ların sonundan bu yana o kadar çok sentetik sound’a sahip albüm yapıldı ki, birçok insan bundan sıkılmaya başladı. Eski usul kayıtlar yapmaya olan yönelimin esas sebeplerinden biri de bu bence.

“MESAJ KAYGILI SÖZLERİMİZ YOK.”

Erdem, ilki gibi bu EP’de de enteresan şarkı sözleri yazmışsın. Nelerden ilham aldın?

Erdem: Esasında şarkı sözlerinin hiçbir önemi yok. Sadece orada bir şeyler anlatılıyor, mesaj kaygısı olan sözler değil.

Emre: Mesaj kaygısı arayan kitap okusun zaten.

Erdem: Sözlerde hikayeler var, kara mizah var. Hatta ‘Sert Kaya’nın sözlerini biz yazmadık mesela. Türkçe sözlerin birebir İngilizce çevirisini yaparsan hangi şarkı olduğunu anlarsın.

İlk EP’de Marilyn Monroe ile ilgili bir şarkı yazmıştın. Bu sefer The Who’nun bas gitaristi John Entwistle’ı konu alan bir şarkı yazmışsın. Entwistle’ı seçmenin sebebi neydi?

Erdem: Özellikle ünlü biri olsun gibi bir gayem yoktu. John Entwistle’ın ölümü bence olabilecek en havalı ölüm şekli. The Who’nun en sessiz sakin elemanı olmasına rağmen bu kadar aksiyonlu bir şekilde ölmesi de çok enteresan gelmişti bana. Diğer yandan Entwistle’ın rock müzikte bas gitara karakterini veren isim olduğunu düşünüyorum. Geçen yaz okuduğum bir haber bana Entwistle’ın ölüm şeklini hatırlattı. O sırada şöyle düşündüm; bir insan ölecekse tıpkı Entwistle gibi eğlenirken ölmeli. Şarkı da bu fikrin peşinden ortaya çıktı. (The Who basçısı John Entwistle 2002 yılında, grubun Amerika turnesi başlamadan 1 gece önce Las Vegas’ta Hard Rock Casino & Hotel’de aşırı dozda kokain alıp bir fahişeyle sevişirken öldü. 57 yaşındaydı.)

Konserlerde Venom’un ‘In League With Satan’ şarkısını yorumluyorsunuz. Yeni EP’den sonra konserlerinizde başka cover’lara da yer verecek misiniz? Mesela The Who cover’lamayı düşünüyor musunuz?

Levent: The Who cover’ı yapmak aklımıza gelmedi değil, ancak benim cover yapma konusundaki şahsi görüşüm biraz katı. Bir grubun kendisine ait olmayan şarkıları çalmasına soğuk bakıyorum. Biz bunun dengesini sağlamaya çalışıyoruz. Bunun için seçtiğimiz grup ya da şarkının kült olmasına dikkat ediyoruz. Venom bunu sağlıyor, ama The Who da aklımıza gelmedi değil.

Erdem: Hatta yakın zamanda The Who’dan ne çalabiliriz diye konuştuk. Eğer konserlerde yeni bir cover çalacaksak seçeceğimiz grubun bizdeki yerinin çok büyük olması gerekiyor. The Who gibi, Venom gibi gruplar bugün bizi bu müziği yapmaya iten isimler. Dolayısıyla onların yaptığı şarkılar bizim kutsal kitaplarımız gibi bir şey. Dolayısıyla yaptığımız cover’ların her birini onlara bir saygı duruşu olarak da nitelendirebiliriz.

“SAHNEDE SÜREKLİ BİR HAREKET OLMALI.”

Benim Türkiye’deki gruplarda en eksik bulduğum şey sahnede çok durağan olmaları. Fakat sizin konserleriniz oldukça aksiyonlu geçiyor. Sahnede sergilediğiniz şovu önceden planlıyor musunuz? Yoksa her şey spontane mi gelişiyor?

Erdem: Bizim de eksik gördüğümüz bir durum bu. Esasında olay planlama yapmakla alakalı değil, sadece hayal gücü… Biz yapacağımız şovu önceden kafamızda kurgulayıp, konserden çok önce prova ediyoruz.

Emre: Erdem organizasyon işiyle de uğraştığı için, birçok büyük grubun sahne arkasındaki düzenini biliyor. Birçok büyük grubun sahnedeki şovunun kurgulama hikayesini ondan duyduğumuzda hepimiz çok şaşırmıştık. Bunu sahnede rol yapmak olarak görmüyoruz. Sadece bizim konserimize para verip gelen insanların çok iyi bir şey alması gerektiğine inanıyoruz. Biz de konserde bunu vermeye çalışıyoruz.

Erdem: Sonuçta insanlar konsere sahnede sergilenen şovu izlemek ve eğlenmek için gidiyor. Dolayısıyla sahnede sürekli bir hareket olmalı. Sadece şarkılarda değil, şarkı aralarında da bir hareket veya bir gürültü olmalı.

Burak Özgüney (basgitar): Konser esnasında sahne tamamen bize ait. Orada izleyiciye görsel bir şeyler vermenin şart olduğunu düşünüyoruz. Sahneye çıktığımız zaman her birimizin bir rolü oluyor. Buna göre şovları kurgulamaya çalışıyoruz. Öteki türlü biz de sahnede eğlenmeyiz zaten. Sahnede ne görmek istiyorsak, izleyiciye onu vermeye çalışıyoruz.

Hepiniz yıllarca hardcore, punk, ekstrem metal gibi gruplarda çaldınız. Şimdiyse daha düşük tempoya sahip bir müzikle uğraşıyorsunuz. Bu değişiklik sizleri zorladı mı?

Burak: Bu bizim için epey zor ve komik bir süreç oldu aslında. Üç yıl uğraştık birlikte çalabilmek için. Başlarda kas hafızalarımız bizi hızlı çalmaya zorladı ister istemez. Tamam, bu müziği çok sık dinliyoruz ve seviyoruz. Ama grup halinde çalmak o kadar zormuş ki… İlk başta bunu anlayamamıştık.

Emre: Ben bir davulcu olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim; Radical Noise’un hiçbir provasında, Sülfür Ensemble’ın provalarında yorulduğum kadar yorulmadım. Düşük tempoda çalmak ve yaratmak istediğimiz enerjiyi yakalamak daha dikkat gerektiren bir şey. Ayrıca çalarken yaptığın hatalar da daha farkedilir oluyor ve kötü duyuluyor.

Levent: İşin ritm kısmında daha dikkatli olmak gerekiyor elbette. Ancak gitar konusunda çok rahat ettiğimi söyleyebilirim. Diğer yandan düşük tempoda çalmak, yaptığım en sert müziği yaptığımı hissettiriyor bana. Böyle de bir artısı oldu benim açımdan.

“SAF DOOM METAL GRUBU DEĞİLİZ.”

Yaptığınız müziğin en büyük handikaplarından biri de tekdüze ve yenilik yapma açısından alanı dar bir tür olması. Günümüzdeki pek çok doom grubu Black Sabbath’ın ilk dönemlerini andırıyor örneğin. Sizce bu durumda insanlar sizi neden dinlemeli? Sizi ilk defa dinleyecek birine yaptığınız müziği nasıl tanımlarsınız?

Emre: Doom’n roll etiketi yaptığımız müziği en iyi şekilde tanımlıyor bence. Grubun saf doom metal grubu olmadığını düşünüyorum. İçerisinde Motörhead etkileri de var, Venom ve Black Sabbath etkileri de var. Yer yer sludge ve heavy metal etkileri de görebilirsiniz. Bizi ülkemizdeki diğer gruplardan ayıran en önemli özelliğimiz gitarlarda yoğun bir şekilde fuzz pedalı kullanıyor olmamız. Bu müziğimizi daha çok doom tarafına çekse de şarkılarımızdaki enerjiyi sayesinde saf doom metal grubu olmaktan kurtarıyoruz kendimizi.

Burak: En basit haliyle özetlemek gerekirse; ağır ve sert bir müzik yapıyoruz. Bizi ilk defa keşfedecek bir dinleyicinin, dinlemeden önce konserimize gelmesini tercih ederiz. Esas enerjimizi sahnede göreceklerine inanıyorum.

Uzun yıllardır Türkiye’nin yeraltı müzik piyasasının içerisindesiniz. Eski günlerle bugünü karşılaştırdığınız zaman yeraltı müzik ortamlarında neler değişti sizce?

Erdem: Ben hala çok bir şey değiştiğini düşünmüyorum. Bazı şeyler eskisine göre daha kolay, ancak bazı şeyleri yapmak da daha zor. Bu açıdan birbirini dengeliyor.

Emre: Kendini duyurma konusunda baktığımız zaman daha pozitif konuşabiliriz. Türkiye’deki birçok death metal grubu çok iyi işler çıkartıyor ve yurtdışında haber olabiliyorlar ya da konser verebiliyorlar. Ülkemizde ilgi mi az yoksa diğer grupların arasından sıyrılmak mı zor bilmiyorum, ama konserlerde eskisine göre daha az seyirci oluyor. Bu sadece yeraltı müziği için değil aslında. Geçmişte stadyum konserleri de yapılıyordu ve neredeyse tamamen doluyordu.

Grubun yaş ortalaması 40’ın üzerinde. Yaptığınız müzikten çok büyük paralar kazanamayacağınız ya da büyük bir şöhret kazanamayacağınız da aşikar. Peki bu müziği yapma motivasyonunuz nedir?

Burak: Hepimizin profesyonel bir iş ve aile hayatı var. Ancak hiçbir zaman rock’n roll’dan da kopmadığımızı görüyorum. Hepimiz 20 yıldan fazla bir süredir birbirimizi tanıyoruz ve birlikte müzik yapmaktan çok keyif alıyoruz. Her şeyden önemlisi rock’n roll’u çok seviyoruz.

Emre: Hepimizde çok ciddi bir şekilde müzik aşkı var. Buna tutulmuşuz ve kurtulamıyoruz. Derdimiz para desen, kazandığımızdan çok daha fazlasını grup için harcıyoruz. Öte yandan aile ve iş hayatımıza ayırmamız gereken zamandan feragat edip grupla uğraştığımız da oluyor.

Erdem: Bazen öyle zamanlarda prova yapıyoruz ki içimden “Bizi deli mi dürttü?” diye geçiriyorum. Ancak stüdyoya girer girmez neden bu işle bu kadar uğraştığımızı anlıyorum.

Burak: “The Boat That Rock” filminde Philip Seymour Hoffman’ın canlandırdığı karakterin (The Count) çok güzel bir repliği vardır: “Biz bugün burada öleceğiz. Üzüldüğümüz şey burada ölmek değil, yarın çıkacak yeni rock’n roll şarkılarını çalamamak olacak.” Bizdeki motivasyon da tamamen bu bence…

“MÜZİĞİMİZ SAMİMİ DİYEN ASLINDA YETENEKSİZDİR.”

Türk alternatif müzik piyasasında uzun zamandır “samimiyet” etiketi üzerinden bir pazarlama yürütülüyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Erdem: Bence biri yaptığı müziği samimi olarak öne çıkartıyorsa bence o kişi yeteneksizdir. Samimiyet dediğimiz şeyi müzisyenin dillendirmesi gerekmez, onu dinleyicinin alması gerekir. Ortaya gerçekten elle tutulur bir müzik koyamıyorsan, yaptığın müzik için gerçekten  kafa yormuyorsan samimi değilsindir zaten.

Burak: Samimi müzik yapmak nedir ki zaten? Yarın öbür gün “Samimi müzikle istediğimizi yapamadık, o zaman samimi olmayan bir müzik yapalım.” mı diyeceğiz yani? Ben bu konuda samimiyetin yanlış bir tanım olduğunu düşünüyorum.

İlk EP’yi CD olarak yayımlamıştınız. Bu EP için de fiziksel baskı yayımlamayı düşünüyor musunuz? Stream platformlarının bu kadar güçlü olduğu bir dönemde fiziksel baskı çıkarmanın ne kadar etkili olduğunu düşünüyorsunuz?

Erdem: İkinci EP için de CD çıkartacağız. Muhtemelen bu röportaj yayımlandığı sırada çıkmış olur. Bunun dışında iki EP’yi birleştirip bir plak olarak çıkartacağız. Onun da hazırlıkları bitmek üzere. Doğru zamanda insanlara sunacağız. Fiziksel baskı çıkarmanın çok mantıklı olduğunu düşünüyorum. Hala koleksiyon yapan ve gittikleri konserlerden bir hatıra kalmasını isteyen birçok insan var. İkinci EP’den sonra verdiğimiz ilk konserde CD getiremediğimiz için bizi azarlayan dinleyicilerimiz bile oldu mesela. Bu yüzden verdiğimiz her konserde muhakkak merch standı açmaya çalışıyoruz. Fiziksel baskıların da satılabileceği en doğru yerin konserler olduğuna inanıyorum. Evet, satışları geçmişe göre düştü, ancak hala grupların en büyük geçim kaynağının CD, plak, t-shirt gibi ürünler olduğu biliyoruz...

Röportaj: Özgür Yılgür

Sülfür Ensemble:

Facebook

Bandcamp

 

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.