X-MEN: APOCALYPSE : Sinemada X-Men’i yenilemeye kaldığı yerden devam

Paylaş:

2000 yılında Bryan Singer yönetmenliğindeki X-Men gösterime girerek sinemada süper kahraman uyarlamalarının altın çağının başlangıcını yapmıştı. Aradan geçen 16 yıllık süreç boyunca çekilen sekiz filmle (Deadpool‘u da dahil ediyorum) sinemada kalıcı yer edinen bir film serisi hâline dönüştü.

Tabii bu 16 yıl boyunca süper kahraman uyarlamaları konusunda çok şey değişti. Özellikle Marvel Studios’un kurulup 2008 yılındaki Iron Man filmiyle kendi sinema evrenini başlatması sadece çizgi roman uyarlamaları alanında değil, “film evreni” kavramının ne kadar kârlı olabileceğini göstererek Hollywood’un büyük çaplı gişe filmleri sektöründe de devrim niteliğinde oldu. Bu aralar her stüdyo benzeri bir şekilde kendi film evrenini oluşturmaya çabalamakla meşgul. DC Comics karakterlerinin evi Warner Bros.’un da 2013 yılında Man of Steel filmiyle DC sinema evrenine başlangıç yapması bu kulvarın epey kızışacağının ve Hollywood’un yıl boyunca elde ettiği gişe gelirinin büyük kısmını süper kahramanların oluşturacağının bir ispatıydı. Bu janr geliştikçe kendini yeniledi. Daha büyük, daha cesur adımlar atarak daha iyi ve çizgi roman kökenlerine daha sadık uyarlamalar üretilmeye başlandı. Bu durum doğal olarak hayranları epey memnun etti ve bu tatmin gişe hasılatında kendini gösterdi.

X-Men ve Fantastic Four filmlerini Marvel Studios’un değil de 20th Century Fox’un çektiğini, film haklarının dağılmış oluşunun nedenlerini daha önce anlatmış ve Marvel ile Fox arasındaki sürtüşmelere değinmiştik. Yazının devamını okumadan önce onlara göz atmanız tavsiye olur.

20th Century Fox’un çektiği X-Men serisiyse itiraf etmek gerekli ki kendini yenileyip geliştirme konusunda Marvel Sinema Evreni’nin ve The Dark Knight Trilogy’i takiben gelip yeni ama hızlı çıkış yapan DC Genişletilmiş Evren’in ardında kaldı. Gerek ilk X-Men filmlerinin yönetmeni Bryan Singer’ın gerekse yapımcı stüdyo Fox’un Wolverine konusundaki takıntısı serinin çok önemli diğer karakterlerinin sinemada gelişiminin önüne geçti. Böylece çizgi romanları takip etmeyen sinema izleyicilerinde “X-Men = Wolverine” anlayışının yerleşmesine sebep oldu. Bu durum hem sinema serisinin geleceği olarak hem de finansal açıdan kötüydü. Tüm X-Men filmlerini Wolverine’i canlandıran Hugh Jackman sırtlamaktaydı ve Jackman sıkılıp erkenden rolden ayrılacak olsaydı seri ciddi bir darbe alırdı. Bu tür filmlerde çok önemli bir yeri olan yan ürün pazarında da Wolverine ürünleri kapış kapış giderken diğer karakterlerin pek ilgi görmemesi mevcut potansiyelin çok eksik kullanılmasının bir göstergesiydi. Oysa gene bir süper kahraman ekibini işleyen Avengers filmleri her karaktere eşit oranda yer ayırıp her birini yıldıza dönüştürme konusunda resmen Fox’un X-Men serisine ders niteliğindeydi.

X-Men-Apocalypse-2-paslanmazkalem

Bryan Singer’ın siyah deri kostüm takıntısı ve karakterleri çizgi roman kökenlerinden epey kopararak kafasına estiği gibi kullanıyor oluşu da ilk başlarda hoş görülse de kökenlerine sadık yeni süper kahraman uyarlamaları ortaya çıkıp tür geliştikçe daha da göze batar hâle gelmeye başlamıştı. Singer’ın seriden kendini azat ederek üçüncü filmde yönetmenliği bırakışının ardındansa serinin çöküşü başladı. 2006’da gösterime giren X-Men: The Last Stand ve 2009’da gösterime giren X-Men Origins: Wolverine kuşkusuz serinin en kötü filmleriydi ve yerden yere vuruldular. Bu dönemde X-Men gişedeki öncülüğü Batman, Spider-Man, Iron Man gibi karakterlere kaptırmıştı.

Seri giderek kan kaybederken imdadına gene Bryan Singer yetişti. Birkaç yıllık aradan sonra mutant âlemine dönüş yapan Singer’ın yapımcılığında, Matthew Vaughn yönetmenliğinde çekilen 2011 tarihli X-Men: First Class hem ilk filmden yıllar öncesini anlatan bir prequel hem de seriye yeni aktörlerle taze kan getiren bir reboot niteliğindeydi. En önemli özelliği de ilk defa bir X-Men filmi Wolverine’in gölgesinden kurtulmuş ve diğer karakterleri ön plana çıkarmıştı ki bu durum serinin sinemadaki devamı için çok ihtiyaç duyulan bir gelişmeydi. X-Men: First Class gösterime girince genel olarak çok başarılı bulundu.

Ama sadece bir yıl sonra gösterime giren Marvel Sinema Evreni filmi The Avengers hem büyük beğeni kazanmış hem de gişe rekorlarını altüst etmişti. Bu gelişme Fox’u film haklarını elinde tuttuğu X-Men serisi için ucuza kaçmadan daha büyük ve cesur adımlar atmaya mecbur kılmıştı. Böylece 2014 yılında bu sefer bizzat Bryan Singer yönetiminde X-Men: Days of Future Past geldi. Bu bölümün özelliği serinin eski ve yeni aktörlerini bir araya getirişiydi. Aynı zamanda içerdiği zaman yolculuğu hikayesiyle yeni bir zaman çizelgesi yaratmayı, böylece eski filmleri yok saymadan seriyi yenilemeyi amaçlamıştı. Film hem gişede başarılı olup hem de beğeni kazanarak hedefine ulaştı.

Bryan Singer bir önceki filmle zaman çizelgesini yeniledikten sonra bugüne dek sinemada gözükmemiş yeni bir X-Men kötüsünü getirerek macerayı devam ettirmekte. Ayrıca orijinal X-Men üçlemesindeki karakterlerin genç versiyonlarını da beyazperdeye taşıyarak onlara yeni bir başlangıç fırsatı sunmakta. Böylece Cyclops, Jean Grey, Storm, Nightcrawler gibi çizgi romanlarda çok popüler olan, ama önceki filmlerde yetersiz kullanılmış karakterler daha nice filmde kullanılmak üzere sinemaya geri kazandırılmış oldu.

X-Men: Apocalypse kuşkusuz serinin en görkemli bölümlerinden biri. Antik Mısır’da geçen başlangıç sahnesi görsel ihtişamının yanı sıra John Ottman’ın görkemli müziğiyle birleşerek filme etkileyici bir giriş yapıyor. Filmin ilk yarısı önceki filmden bu yana birbirlerinden dağılmış karakterlerin bir araya toplanması ve yeni karakterlerin tanıtımlarıyla geçiyor. Bu bölümde özellikle Michael Fassbender tarafından canlandırılan Magneto’nun dramatik hikayesi bence bütün filmin en başarılı işlediği bölüm. Magneto’nun neden serinin can damarını oluşturan karakterlerinden biri oluşunun bir göstergesi.

X-Men-Apocalypse-4-paslanmazkalem

Mystique ilk X-Men filmlerinde neredeyse hiç diyalogu olmayan, daha ziyade görsel amaca hizmet eden bir yan karakterdi. Mystique’in seride ön plana çıkışı o dönem yeni parlayan bir aktrist olan Jennifer Lawrence’ın X-Men: First Class’da canlandırmaya başlayışıyla olmuştu. Lawrence o zamandan bu yana Hollywood’un en çok kazanan, jenerasyonunun en ünlü oyuncusuna dönüşünce hâliyle yapımcılar da seride onu daha ön plana çıkarmak istediler. Bu yüzden Mystique serinin baş karakterlerinden birine dönüştü ve Jennifer Lawrence’ın yüzünü mavi makyajlı hâlinden daha fazla görür olduk. Bu filmde bu durum en abartı seviyesine çıkarılmış. Çizgi romanlarda ekibin düşmanı tehlikeli bir femme fatale suikastçı olan Mystique’in filmlerde mutant haklarının savunucusu bir aktivist ve de ekibe liderlik yapan bir anti-kahramana dönüşümü çizgi roman hayranlarının pek olumlu eleştirileriyle karşılaşmamakta.

X-Men’in en büyük düşmanlarından Apocalypse daha ziyade sanatsal filmlerdeki rolleriyle tanınan Oscar Isaac tarafından canlandırılıyor. Yoğun makyajının altında Isaac’ı tanımak tam anlamıyla imkansız. Maalesef filmdeki Apocalypse çizgi roman veya animasyon serilerdeki iri cüssesiyle yarattığı fiziksel tehdidin epey gerisinde kalmış. Fiziksel bir düşmandan ziyade psişik bir düşmana dönüşmüş. Magneto’dan sonra sinema serisinin en akılda kalıcı kötü karakterlerinden biri olacağı bir gerçek, ancak tam potansiyeli kullanılamamış bir karakter.

X-Men-Apocalypse-5-paslanmazkalem

Bryan Singer’ın önceki filmlerde olduğu gibi gene çizgi romandan istediği karakteri seçip kökenine pek aldırmadan istediği biçimde kullanmasının örnekleri bu filmde de mevcut. Artık X-Men film serisini bu şekilde kabullenmeye alıştık. Gene önceki filmlerde olduğu gibi Singer kullandığı pek çok karaktere hak ettiğinden çok az ekran süresi veriyor. İki buçuk saatlik sürede çok sayıda mutantı işleyen kalabalık bir kadronun her karakterine uzun zaman ayırmasını bekleyemeyiz tabii, ama karakterler arası eşit dağılım nasıl yapılır bunun örneğini Avengers filmleri çok güzel sunmakta. Singer’ın en azından bu filmlere bakıp bu konuda biraz ders çıkarmış olmasını ümit ederdim.

Quicksilver’ı canlandıran Evan Peters’ın gene önceki filmde olduğu gibi bol miktarda özel efekt içeren epey gösterişli ve eğlenceli bir sahnesi mevcut. Film hakları karmaşasından dolayı hem Avengers: Age of Ultron’da hem son iki X-Men filminde kendine yer bulan Quicksilver’ın güçlerinin en başarılı yansımasını X-Men filmlerinin yapmış olduğunu kabullenmek lazım.

X-Men-Apocalypse-3-paslanmazkalem

Seriye yeni dahil olan Tye Sheridan ve Sophie Turner tarafından canlandırılan Cyclops ve Jean Grey’in bu film boyunca şahit olduğumuz karakter gelişimlerinin ilk üç X-Men filmindeki toplam sahnelerinden daha fazla oluşu ise çok ironik bir durum. Görünüşe göre Wolverine’in gölgesinden kurtulmak bu iki karaktere epey yaramış. Gidişata bakılırsa ilerleyen bölümlerde hak ettikleri kadar ön plana kavuşacaklar.

Jean Grey’in gücünün kontrolden çıkışını anlatan The Dark Phoenix Saga hikayesinin çok kötü bir uyarlamasını serinin en kötülerinden X-Men: The Last Stand filminde izlemiştik. X-Men: Apocalypse’de gördüğümüz kadarıyla ilerleyen bölümlerde sinemada bu hikayenin yeni bir anlatımına şahit olacağız ve bu defa önceki seferde yapılan hatalar giderilecek gibi.

Ve Wolverine. Son fragman yayınlanana dek filmdeki varlığı gizli tutulan Hugh Jackman bir defa daha kendisini şöhrete kavuşturan rolle karşımıza çıkıyor. Bu Jackman’ın Wolverine olarak gözüktüğü sekizinci film. Deadpool’u saymazsak (ki aslında o filmde de kendisine gönderme bulunuyordu) bugüne dek tüm X-Men filmlerinde yer alan tek aktör. Filmdeki kısa, ama etkileyici sahnesi önceki filmlerde görmediğimiz kadar vahşi bir Wolverine’i karşımıza çıkarıyor ve belki de R Rated solo filmi öncesi ufak bir tadımlık sunuyor.

Bu tür filmlerde alıştığımız üzere görsel efektler filmin çok önemli bir kısmı ve özellikle filmin ikinci yarısında efekt ve aksiyon bol miktarda bulunuyor. Bu bakımdan aksiyon meraklıları fazlasıyla tatmin olacaklardır.

20th Century Fox’a 2000 yılındaki ilk X-Men filmiyle göze aldığı risk ve getirdiği yeni kanla janrın yükselişini başlatması dolayısıyla saygı duymak gerekli. Ancak itiraf etmem gerekir ki X-Men benim için hiçbir zaman sinemada tam potansiyeline ulaşabilmiş bir film serisi olamadı. Gönlümden geçen Marvel’ın X-Men film haklarını (ve tabii ki Fantastic Four’u da) geri alarak Marvel Sinema Evreni’ne dahil etmesi. Kendi karakterlerinin potansiyellerini çok iyi bilen Marvel Studios’un bunları sinemada ne derecede etkin kullandığını ve nasıl gişe hasılatı canavarlarına dönüştürdüğünü son sekiz yıldır ardı ardına gelen filmlerle görüyoruz. Fakat maalesef bu yakın bir gelecekte mümkün gözükmüyor.

Paylaş:

NELER OLUYOR?

PASLANMAZ KALEM
12 YAŞINDA!

Mart 2024'de 12 yaşına bastık! Yeni yaşımızda daha çok içerik üretmek için durmadan çalışıyoruz. Güncel içeriklerimizden anında haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımızı takip edebilir ve Youtube kanalımıza abone olabilirsiniz. Dilerseniz bizi Patreon'dan da destekleyebilirsiniz.